Yarbay Mehmet Ildırar’dan sohbetler

Yarbay Mehmet Ildırar’dan sohbetler kategorisindeki tüm yazılar

Sahte sevgiliden hakiki sevgiliye

Temmuz 4, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Mehmet Ildırar hocamızın yazısını siz değerli ‘serhaber’ okurları için yayınlıyoruz.

‘a yaklaşmanın, kalbi ilâhi rıza ile nurlandırmanın tek çaresi fani sevgileri ve sevgilileri terk etmektir. İnsan dönüp kalbine baksın… Nice kabiliyette yaratılmış olan kalbi ‘ın azametini bilmek için halk edilmiştir. Bu kalbe Rabbine muhabbet yerine, bir şeye yaramayan türlü türlü sevgililer doldurulur. Oysa dolu bir kaba ikinci bir şey doldurulmaz. İnsan, için verilen hakiki sevgiyi ne zaman mecazî olana yönlendirirse, mahşer gününde mahcup düşer.

İnsan soyunduğu kadar giyinir. Kirli çamaşırlar çıkarılır, temizlenir, giyilir. Bulduğun her şeyi üst üste giymediğin gibi, mecazî kirlilik sayılan sevgilileri terk etmedikçe hakiki sevgi kalpte tecelli etmez. Dünyaya ait sevilen şeylerin cümlesi geçicidir. için hazırlanmış olan bu kalp, mecazî sevgililere teslim edildiği kadar hakiki sevgiliye perdeli olur. Hakiki sevgiliye kendini teslim ederse mecazî sevgililerin cümlesini kendine nasip eder. ‘a bir kulübeni ver, O sana bir saray ihsan eder.

Mecazi sevgililerden gönlünüzü hakiki sevgiliye döndürün. Gücünüzün yettiklerini çıkarın. Cezbe verilmişken, muhabbet kalbe konulmuşken, temizlenecekler temizlenmezse, temizlenme yolları çetin olur.

Evliya-i izam, Rabbimizin bir ikramıdır. Bu zamanda paha biçilmez bir mücevherdir. Evliya ocağı insanın eline geçmeyen bir hazinedir. İnsan şimdi temizlenmeli. Günahlarından ve kötü huylarından temizlenmezse temizlerler.

Fıkıhta temizleme yolları vardır. Kirli olan bir şey ovalanmakla, yıkanmakla temizlenir. Yanmayan bir cisim ateşte temizlenir. Şimdiden tövbe ederek temizlenmezsek, kabir azabı ile temizler. Onda da temizlenmezsek Arasat meydanında güneş tepemize iner, ‘ın kudretiyle terlerimiz dizlerimizi, başımızı geçer. Elli bin sene Arasat meydanında beklemekle temizlenir. Onda da temizlenmezsek Sırat’ta temizlenir. Onda da temizlenmezsek cehennemde temizlenir. bir kuluna mağfiret edip onu temizlemedikçe Cemalullah nasip olmaz.

Gelin, fırsat eldeyken temizlenin. Güzel giyinmek değil, güzel ahlâka bürünmek süstür. Bin bir elbise ile güzellik olmaz, bin bir haslet ile güzellik olur. Cezbe ile temizlenelim, muhabbet ile Hakk’a dönelim, fırsatı ganimet bilelim.

Tealâ bir adama anlayış verirse, sarhoşun sözü bile adama ibret verir. *aban-ı şerif geldiği zaman ayyaşın biri hem içiyor hem de şu şarkıyı söylüyordu: “İç iç, kana kana iç. Zira Ramazan gölgesi üstüne düştü.” Yani Ramazan’da içemeyeceksin, demek istiyordu.

Bir imam efendi camiden çıkmış, evine gidiyordu. Sarhoşun şarkısını duydu. “Sarhoş ne güzel söylüyor! Onun içtiği içki, benim içtiğim ise ömrüm. Ben gaşetle ömrümü içiyorum. Ölüm gölgesi ise üzerimde. Ecel gelmeden sen de dünyayı ganimet bil…” diyerek zamanının ulu zatlarından biri oldu.

İnsan dünyaya ibretle bakmalı. Sarhoşa da bakılsa ibret vardır. Yeter ki insan ibret almasını bilmeli. Bunun yanı sıra neyi, ne için, kime veremediğini de bilmeli. Canımı veremem, alacaklar… Malımı veremem, bırakıp gideceksin… Çoluk çocuğun ne olacak? Planların bitmeden gideceksin.

Kimin için, nelere kıyamadığımıza bakalım. Kıyamadıklarımızı bir gün elimizden alacaklar. cezbe verir, intibaha gelmeyiz. Kâmil mürşid verir, tövbeye gelmeyiz. Şimdi fırsat varken malını önüne kat, tövbeyi yanına al. Ey Rabbim, canımızı gaşetle alma, kâmil imanla al.

Şeytanın şerrinden halas eyle ey Rabbim. Karanlık toprağın soğukluğundan haberimiz yok. Işık olarak amel-i salih nasip eyle. Enbiya-i zîşanın şefaatine, evliya-i izamı n himmetine nail eyle. Sâdâtın üzerimizdeki emeklerini zayi etme -âmin!

Kaynak: aa

http://www.serhaber.com/-70482-sahte-sevgiliden-hakiki-sevgiliye-.jsp

HAKK’a bakan yüzün güzel olsun.

Haziran 4, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
HAKK’a bakan yüzün güzel olsun

Niyazi Misrî k.s. Hazretleri, Irfan Sofralari adli eserinin bir yerinde, sözlerine “ey seyyar!” diye basliyor.
Seyyar, Necmeddin-i Kübra k.s. Hazretleri’nin dervisana verdigi  bir isim.
Seyyar, gökyüzünde bir noktada sabit durmayip, sürekli yörüngesinde ilerleyen yildiz anlaminda.

Bu söz Allah yolcusu dervisler için de kullaniliyor. Sunun için ki, Efendimiz s.a.v.’in, “bir mü’minin iki günü birbirine esitse ziyan içindedir.”
hadisi, müslümanlarin seyyar olmasi gerektigini ortaya koymakta. Buna göre, yerinde sayan, yol gitmeyen ulema ve sufiler seyyar olamazlar. Yalnizca yerinde sabit duran bir lamba kadar ışık verirler.

Iste dervisleri seyyar olarak niteleyen Niyazi Misrî k.s. Hazretleri buyuruyor ki:

“Ey seyyar! Ayin, bir günese bir de halka bakan yüzü vardir. Ayin günese bakan yüzü tamdir. Ne artar, ne eksilir.
Dünyada insanlara bakan yüzü ise ayni kalmaz. Kalinlasir, büyür, dolunay olur, küçülür kaybolur.”

“Oysa ay, dünya gibi gökte duran yuvarlak bir küredir. Verdigi isik günesin isigidir. Ayin kendinde büyüme küçülme yoktur.
Büyüyüp küçülme isigindadir. Bize bakan yüzünün eksik görülmesi günese bakan yüzünün tamamligina zarar vermez.”

“Insanoglu kendisini ay gibi düsünmelidir. Çünkü insanoglunun da iki yüzü vardir. Hakk’a bakan yüzü ve halka bakan yüzü.
Insanin Hakk’a bakan yüzü ayin günese bakan yüzü gibi olmalidir. Ne isigi, ne parlakligi noksan olsun; ne büyüsün, ne küçülsün.
Kalb-i selim, marifet, muhabbet ve ask-i ilâhi ile azamet-i ilâhiyyede sabit kalsin.”

“Halbuki insanoglu, ayin insanlara bakan yüzü gibidir. Hakk’a bakan yüzü mamur olmasi gerekirken, halka bakan yüzü mamur olmus,
Hakk’a bakan yüzü ise bozulmustur. Insanlara bakan yüzüyle iltifat eder, ikram eder, riya yapar, çirkini güzel gösterir, noksani tam gösterir.
 Elemi ve yeisi muhabbet; günahini itaat diye gösterir. Bundan dolayi da Hakk’a bakan yüzünün isigi noksan olur.”

“Sen böyle olma. Hakk’a bakan yüzünde eksiklik olmasin. Halka bakan yüzünde yamali elbise, elinde ibrikle Imam-i Gazalî gibi ol.
Bu bir noksanlik degildir. Varsin alem sana mecnun desin! Sen, Hakk’a bakan yüzünü güzel et.”

Iste Hak adami böyle söylüyor. Ama biz, bütün bu hikmetli nasihatlerin aksine, ne yazik ki, halka bakan yüzümüzü ihya ederiz.
Riyakârlik ile insanlara aziz görünür, amelimiz azken amel-i salih sahibi, yalanimiz, zulmümüz çokken itimada sayan görünmeye çalisiriz.
Böyle davranislarin Hak yolcusu olmaya çalisanlarla bagdasmadigi ise asikâr.

Elbette yasarken güzel ahlâkin geregini yerine getirir ve insanlara iyi davraniriz. Ama “seyyar”
olanlarin gitmeleri gereken bir yol, ermeleri gereken bir maksudlari var.

Öyleyse halka bakan yüzümüzü mamur etmeye degil, Hakk’a bakan yüzümüzün kâmil olmasina çalismamiz lazim gelir.

Mehmet Ildirar Semerkand Dergisi

İlahi nur ve insan yüzü

Kasım 2, 2008 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
İLÂHİ NUR VE İNSAN YÜZÜ

İnsanın yüzü Cemalullah’ın aynası durumundadır. Her bir insanın yüzünde ilâhi esmanın, Allah(cc)’ın nakışının ayrı ayrı mührü vardır. Her birimizin yüzü bir avucun içerisine sığacak kadar olduğu halde milyarlarca çeşitli oluşu, bu Ahmet’tir, bu Mahmut’tur, bu Hatice hanımdır diye birbirinden ayırt edilebilmesi, ilâhi mührün, ilâhi nakışın eseridir. Her birimizin yüzünde ilâhi tecelli ve kudret-i sübhaniye aks eder. İmanın nuru, güneşin parlaması gibi müminin yüzünde parlar.

Fakat bu, yüzünü yaratıcısına çevirenler içindir. Yoksa Allah(cc)’ı bırakıp mahluka yüz çevirilirse, o insanın yüzü hayvanatın yüzü gibi olur. Ama hayvanat fıtrat-ı ilâhiye ile Rabbini bilir, mahluka yüzünü çevirmez. İhtiyacı kadar yüzünü nebatata çevirir ama yüzünü fıtrat-ı ilâhiyeye göre, Rezzak-ı Kerim’e çevirir. Kanaatkârdır, itaatkârdır. Allah(cc) Tealâ tarafından rızkının devamlı verileceğini bilen hayvanat, rızkı bizim gibi hırsla ambarda saklamaz, efendisinin önüne bıraktığı arpasını, buğdayını, yulafını yer, ayağıyla devirir, üstünde yatar. Bilir ki Rezzak-ı Kerim yenisini göndermeye muktedirdir. İnsan ise rızkının üstüne düğüm atar, rızkın gelmemesinden endişe eder.

İnsanoğlu yüzünü, kendini yaratan Allah(cc)’a döndürmeye mecburdur. Bu yüzde iki gözü, bir dili vardır. Dil tamamen Allah(cc)’ın rızasını elde etmeye tahsis edilecektir. İki gözden biriyle dünyaya bakma mecburiyeti varsa, diğeriyle de kendini yaratana bakmak zorundadır. Yoksa yüzü Allah(cc)’ın azametine, nuruna ayna olmaz. O yüzün arkasında da bir beyin vardır. Kâmil insanların beyni bütün insanlığa nur saçacak Cevher-i Rabbaniye ile doludur.

Tevhid ile, marifet-i ilâhiye ile, Allah(cc)’a olan ülfet ve ünsiyeti artırmak suretiyle yüzümüzün Allah(cc)’a çevirilmesi gerçekleşir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in getirdiği yolda istikamet sahibi olmak, insanı, nefsinin seçip benimsediği sahte mabud ve mahbuplardan Allah(cc)’a çeviren yegâne yoldur. Kim Rasulullah s.a.v.’in sünnetini ihya etmeye çalışırsa, muhabbet-i ilâhiye onu kuşatır.

Allah(cc) Rasulü’ne ittiba ederek rızaya ermek için tevbe etmek, kâmil bir rehbere tabi olmak ve daima zikrullah ile meşgul olmak tek emin yoldur. İnsanın kurtuluşu, kemâlatı, nefsinin mahbuplarından, sevgililerinden yüzünü Allah(cc) Tealâ’ya çevirmesine bağlıdır. Kulun vazifesi taat ve zikirle bunu ele geçirmektir.

Zikir öyle bir nuranî tılsım, öyle bir cevher, öyle bir Rahmet-i Rahman’ın eseridir ki, kim zikri kalbine doldurursa yüzünde Sure-i Fetih’teki gibi secde eseri görülür. Allah(cc)’ı marifet sıfatıyla tanıdığı belli olur.

Bediüzzaman Hazretleri demiştir ki:

“Ey aziz olan kimse; bil ki Kelime-i Tevhidin ve Allah(cc) Tealâ’nın Esma-i Hüsna olan ismi şeriflerini tekrar ile zikre çokça devam etmek, insan kalbini pek çok şeylere bağlayan bağları, nefsanî ipleri kırmak içindir. Nefsin tapacak derecede put ittihaz ettiği sevgililerinden yüzünü çevirmek içindir.”

Bu itibarla Allahu Azimüşşan’ın tevhid ve esmasının tekrar tekrar zikriyle, kalbi bağlayan nefsanî sıfatların koparılmasıyla yüzümüz, yani Allah(cc)’ın aynası rahmet dairesine girer. Allah(cc)’ın kudretinin nakşı olan yüzümüz, zikirle, itaatle, amel-i salih ile nurlanır. Aksi halde nefse ve şeytana çevrilen yüz ilâhi nura mazhar olmaz; dünyada da, ahirette de kara olur.

Şu halde bu yüz ya mabuda ya da mahluka çevrilecektir. Gerçekte nefsinin menfaatini düşünen, onun iyiliğine çalışan, nefsinin şeytanla işbirliğini engeller, cehenneme düşmesini engellemek için her türlü tedbiri alır. Böylece dünyada da ahirette de kalbi pak, yüzü ak olur.

Mehmet ILDIRAR

Kalp hikmetin, beden nefsin kaynağıdır

Kasım 2, 2008 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
KALP HİKMETİN, BEDEN NEFSİN KAYNAĞIDIR

Ebu’d-Derda (R.A.), Hz. Peygamber (A.S.)’den duyduğu şu hadis-i şerifi naklediyor:

“İlim elde etmek için yola çıkan kimseyi, Allah(cc) cennet yollarından bir yola iletir. Melekler, ilim talebelerinden memnun oldukları için üzerlerine kanatlarını gererler. Gerçekten ilim elde etmek için uğraşana, gök ve yerdeki bütün varlıklar, hatta sudaki balıklar bile istiğfar ederler. İlim sahibi alimin, sadece ibadet eden abidden üstünlüğü, dolunayın ışık vermede diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Muhakkak alimler peygamberlerin vârisidir. Peygamberler, dirhem ve dinar gibi bir mal miras bırakmadılar. Onlar sadece ilm-i zahir ve ilm-i batını miras bıraktılar. Kim bu ilimden alırsa, büyük bir pay elde etmiş olur.”

Beşeriyetin babası Hz. Adem (A.S.)’e verilen ilk şey ilim ve hikmet oldu. Daha sonra bu evlatlarına intikal etti. O’na unutma, şeytana ve nefsine uyma özellikleri de verildi. Bu da çocuklarına intikal etti.
Kur’an-ı Mucizü’l Beyan’da bildirildiği üzere Zekeriya (A.S.) dua etti ve Allah(cc)‘tan risaletine vâris olacak bir evlat istedi. Zira peygamberler miras bırakmazdı.

“Alimler, peygamberlerin vârisidir.” hadis-i şerifine göre acaba hangi ulema Allah(cc) Rasulü’nün vârisidir?

Mal ve meta peşinde koşmayan hoca alimdir. Eğer bir hoca mal ve metayı hedefleyip, sadece bunları miras bırakırsa, bu hal hadis-i şerife muhaliftir. Böylece, ulemanın bir vasfı ve Ebu’d-Derda Hazretleri’nin naklettiği hadis-i şerifin sırrı ortaya çıkmış oldu.

Allahu Tealâ, Adem (A.S.)’ı yaratacağı zaman Cebrail (A.S.)’a yeryüzünün dört bir tarafından birer avuç toprak getirmesini emretti. Getirilen bu değişik topraklar yoğurularak Adem (A.S.)’m vücut hamuru meydana geldi. Allahu Tealâ, Adem (A.S.)’ın toprağının cevherlerine hitab-ı ilâhîyi işitme ve cevap verme kabiliyetlerini bahşetti.
Allahu Tealâ, Adem (A.S.)’ın hamurunu tamamlayıp, ruhundan nefyettiği zaman, böylece ilim ve hikmet de kendisine verilmiş oldu. Böylece O, kendisine ruhun üflenmesi ile ruh ve ruhanî özelliklerin sahibi, yaratılış toprağının cevherinde bulunan türlü istidatlarla da nefis ve nefes sahibi oldu. Yani Adem (A.S.)’ın kalbi hikmetin, bedeni heva ve nefsin kaynağı olurken, tabiatı da nesilden nesile intikal etti. İlim ve hikmet ise, Ebu’d-Derda hadisinin sırrıyla ancak ona talib olanlara kaldı. Yani her babadan oğula ilim ve hikmet geçmedi. Allahu Tealâ ilmi, ilim talebi ile yola çıkan kimseye verdi.

Adem (A.S.)’m oğlu Habil, torunları Şit (A.S.), Hud (A.S.) Nuh (A.S.), ilim ve hikmet sahibi olurken, diğer oğlu Kabil ise nefis ve hevanın sahibi oldu.

Bu hal ile Adem (A.S.) maddi doğum ile nefsi, manevi doğum ile ilim ve hikmeti ve dolayısıyla mürşidliği, veliliği, nebiliği evladlarma intikal ettirdi. Bu miras, yaradılışımızdaki manevi cevherden, ilim ve hikmetten kaldı. Artık dileyen, manevi doğuştaki ilim ve hikmeti tahsil için mürşidini aradı. Dileyen de maddi doğuşun tabiatında kaldı.

Mehmet Ildırar

Kalbin ilacı , zikrin nurudur.

Kasım 2, 2008 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
Kalbin ilacı, zikrin nurudur…

Hasan-ı Basri k.s. Hazretleri’ne birisi:
“Ey Hasan, gönlüm kasvetle dolu. Ne yapayım?” deyince, “Allah(cc)’ın zikri ve Rabbine tevbe, istiğfar ile yumuşat,” buyurmuştur.

Nefis pak olup, kalp de münevver olursa o zaman Rahman’ın kokusu gelir. Necis olan nefsin kokusu sahibinde bulundukça, yaptığı amellerin nuru semaya ulaşmaz. Böyle amel, sahibine istenilen faydayı vermez. Dualar makbul olmaz. Allah(cc)’a ancak pak bir gönül ve pak bir dille yaklaşabiliriz.

Zikrin bir kudsiyeti vardır. Zikreden zakire Allah(cc) katından indirilen bir feyz vardır. Onu anlatmak adet olmamış. İşleri, işaretleri anlatılmış; şifaları, halleri gösterilmiş. Esrarını Rabbim bilir.

Her zikredene bir lebbeyk diyen vardır. Çünkü kim Allah(cc)’ı zikrederse muhakkak onun zikrine buyur kulum denir.
Zikredememek nefsin işidir. Zikrettirmemek nefsin ustalığıdır. Şeytanın hıyanetidir.Çünkü zikir ile nefsin helâk olacağını bilir.

Bir adamın beşbin kere meşakketle , zorla nefsine çektirdiği zikir, muhabbetle çekilen yüzbin zikirden daha faziletlidir. Niye? Çünkü muhabbetle çekenin mücahedesi zahmetle çekeninkinden azdır. Muhabbetli çektiği için feyzi çok olur. Zahmetle çekenin de Allah(cc) katında sevabı ve yakınlaşması çok olur.

Zikir, tasavvufun meyvesidir, müridin bineğidir. Şeytanı öldürmek için en iyi silahtır.
Arifler, zikrin kudsiyetini , nurlu olmasını kalbin cilasına ve nefsin ıslahına bağlamışlar.
Onun için ahir zamanda zikredenler az oldu. Namazlarda zikredenler az oldu, camilerde zikredenler az oldu. Çünkü cins cinsi çeker. Eğer sen tevbe eder, bir kâmil mürşidle nefsinin ıslahına ve kalbinin cilasına çalışırsan, o mürşid sana zikir verir.

Zikir, tevbe niyetiyle, ıslah niyetiyle çekildiği için, nuru ağzın ve kalbin pis kokusunu izale eder. Soğan ve sarmısak yiyen camiye gelmesin emrine binaen insan nasıl karanfil,tarçın ve daha nice çeşit kokuyla kötü kokuyu gidermeye çalışıyorsa, zikrin nuraniyeti de kalbin ve nefsin kötü kokusunu izale eder.

Hocalar sevap kastıyla zikretmeyi çok tavsiye etmişlerdir. Ama sevabın ötesinde asıl fayda nefsin ıslahı, terbiyesidir, Allah(cc)’a yakınlaşmadır. Fakat zikreden ne kadar çok zikrederse etsin, kendi vasıfları bozulursa, zikri de kalitesi düşük meyve gibi olur.Sevabı vardır elbette, ama özürlü ağacın meyvesi gibidir.

Tevbei nasuh ile tevbe edip yüzünü Allah(cc)’a çevirenin, kâmil bir velinin huzurunda inabe tevbesiyle, nasuh tevbesiyle nefsinden utanıp Allah(cc)’a sığınanın zikri ise,gönüle merhem, nefsin ıslahına vesile olur.

 Mehmet Ildırar