Allah Dostlaridan Inciler

Allah Dostlaridan Inciler kategorisindeki tüm yazılar

Ibadetlerin özü duadir-M.Saki Erol

Ocak 25, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Yaratılışımızın gayesi, Mevla’ya kulluk ve ihlasla ibadet etmektir. Dua ise ibadetlerin özüdür. Allah’a boyun eğmek, gönülden Hakk’a yönelmektir. Kulun yaratıcısı karşısında acziyetini ortaya koyması, kulluğunu ispat etmesidir. İnsanın kalbinden süzülüp gelen yalvarışın, yakarışın dil ile ifadesidir. İlahi huzura sunulan bir dilekçedir, kulun derdini yüce Rabbi’ne açmasıdır.

Darda kalanların can simidi ve en son ümidi olan dua, her durumda yapılabilecek özel bir ibadettir. Nasıl her ibadetin bir usul ve adabı varsa, başlı başına bir ibadet olan duanın da bir takım usul ve edepleri vardır. Arifler, “Usul olmadan vusul olmaz”, “Edebi korumayana dost perdeyi açmaz” demişlerdir.

Duanın kıblesi Arş-ı Azam’dır. Arş-ı Azam ise Allah Teala’nın azametini ve saltanatını temsil eder. Kainatın kalbi olan Arş-ı Azam, ilahi hükümlerin icra makamıdır. Arş, duaların yükseldiği ve kabul edildiği yerdir. Her kul için semada Arş’a açılmış kapılar vardır. Tövbe kapısı, dua kapısı, rahmet kapısı, rızık kapısı, amellerin arz kapısı gibi. Bu kapılar, insan ölene kadar kapanmaz, yeter ki insan onlardan içeri girmesini bilsin.

Dualarımızı Arş’a yükseltecek ve ilahi huzurda kabulüne vesile olacak usul ve edepler şunlardır: Duayı süslemeli ve ilahi huzura sunulmaya hazır hale getirmeliyiz. Bunun için dua yaparken mümkünse abdestli olmalı, yüzümüzü kıble tarafına çevirmeliyiz. Elleri semaya doğru açmalı, duadan önce Allah Teala’ya hamd etmeli, O’nu güzel isimleri ile yüceltmeliyiz.

Duanın başına Allah’ın Habibi Hz. Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) güzel ismini eklemeli, ona salat ve selam ile duayı süslemeliyiz. Sonra kusurlarımız için istiğfar edip boyun bükerek yüce Rabbimiz’in rahmetine ne kadar muhtaç olduğumuzu halimizle dile getirmeli ve peşinden duaya geçmeliyiz. Duayı bitirirken de yine Allah Teala’ya hamdetmeli ve Efendimiz’e salavat getirmeliyiz. Dua için mübarek zaman ve mekanları güzel bir fırsat bilmeliyiz.

Bütün vakitlerde dua edilebilir, ancak dua için en güzel zaman ihtiyaç anıdır. İçine düşülen herhangi bir sıkıntı, musibet, hastalık, darlık, kuraklık, kıtlık, yalnızlık, korku, stres, manevi bunalım, gönül darlığı, kalp katılığı, şiddetli vesvese ve günahlara meyil anları dua kapısını çalma zamanlarıdır. Ayrıca farz namazlardan sonra, gecenin son üçte biri içinde, seher vakitlerinde yapılan dualar, ilahi huzura hemen yükselir. Zulme uğranıp kalbin mahzun olduğu anlarda ve Allah için yolculuk yaparken yapılan dualar da en makbul dualardandır. Maddi veya manevi bir sıkıntıya düşünce iki rekat hacet namazı kılıp peşinden dua ve istiğfar etmek sıkıntının kalkması için güzel bir vesiledir.

Bunlar duanın Arş’a yükselmesi ve kabul görmesi için zahiren dikkat edilecek vazife ve edeplerdir. Bir de işin özünü oluşturan edepler vardır. Onları şu şekilde özetleyebiliriz: İbadetlerin özünün dua olduğunu yukarıda ifade etmiştik. İnsan önce duasız kulluğun olamayacağını ve ilahi dostluğun kazanılamayacağını bilmelidir. Dua, kulluğu en güzel şekilde ifade ve ispat eder. Çünkü insanın her an ihtiyaç içinde olduğunu bilmesi ve muhtaç olduğu her şeyi sebepli veya sebepsiz olarak yaratacak yüce Yaratıcı’ya yönelmesi en büyük kulluktur. Bunu bilmek ve O’na yönelmek farzdır.

Dua kapısı hepimize açık

Dua, ümit, sevgi ve gönül hoşluğu içinde yapılmalıdır. Çünkü kendisinden bir şey istediğimiz yüce Zat, bizim hakiki dostumuz ve sahibimizdir. O bize gönlümüz kadar yakındır. Kalbimiz O’na yöneldiğinde ve dilimizden derdimiz döküldüğünde bizi dinlemektedir. Bize kendisinden istemeyi O emretmiştir. “Benden isteyin ki size vereyim” demiştir. Güzel kulluk ve samimi dua edenlere cenneti müjdelemiş, kibirlenip dua ve ibadetten kaçanlara cehennemi hazırlamıştır. (Mümin, 60)

Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) belirttiği gibi yüce Rabbimiz öyle zengindir ki, kendisinden istendikçe hoşnut olur. Kapısı herkese açıktır. Bütün kullara her istediklerini verse hazinesinden hiçbir şey eksilmez. Yüce Allah, affedilmek isteyeni affeder, hidayet isteyeni hidayete ulaştırır, sıhhat ve afiyet isteyeni rahatlığa kavuşturur, rızık isteyeni genişliğe çıkarır, ateşten korunmak isteyeni cehennemden uzaklaştırır. Sevgi ve rızasını isteyeni rahmetiyle destekler, cennet yoluna sevk eder. Kısaca kendisinden isteyeni seven, her istenene gücü yeten yüce Rabbimiz’den bir şey isterken devamlı sevinçli, ümitli ve mütevazı olmalıyız. Bir arifin dediği gibi, eğer Allah kullarına vermek istemeseydi, “Benden isteyiniz” buyurmazdı.

Dua eden boş çevrilmez

Duada samimi ve ısrarlı olmalıdır. “Bir kere istedim verilmedi” demek yanlıştır. Allah Teala’dan bir şey istemek kendi başına bir ibadettir. Her ibadete en azından on sevap verilir. Rasulullah (s.a.v): “İnsan, ‘Ben Allah’tan istedim de bana isteğim verilmedi’ demediği ve istemeye devam ettiği müddetçe istediği kendisine verilir” (Müslim, Tirmizi) buyurmuştur.

Efendimiz’in (s.a.v) şu müjdesi duaya sarılmak için yeterlidir: “Allah Teala, yeryüzünde dua eden hiçbir Müslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak bir karşılık verir. Ya kulun isteği şeyi verir, ya onun yerine kendisinden bir kötülüğü defeder ya da isteğinin karşılığını ahirete saklar.” (Tirmizi, Hakim, Müstedrek)

Bazen istediklerimiz verilmez

Allah, devamlı kendisine yalvaran kullarını çok sevmektedir. Bu nedenle bazen kulunun istediği şeyi geciktirmektedir. Çünkü bu samimi yalvarmalar en güzel zikir çeşididir. Demek ki kul Rabbi’nden bir şey ister, Rabbi onu dinler, ancak verilecek şeyi yüce Rabbi tercih eder. Bu bir hastanın durumuna benzer. Hasta doktoruna seslenir, ondan bir şeyler ister. Şefkatli doktor bu sesi işitir, fakat bazen hastanın istediğini değil, başka bir şeyi verir. Çünkü hastanın iyiliği ondadır.

Kısaca “Ey Rabbim!” diyen hiçbir kul eli boş dönmez. Duada en önemli nokta kulun kimden ne istediğini bilmesidir. Dilin ucuyla değil, kalbin içiyle dua etmelidir. Çünkü kalp ile yüce Yaratıcı arasında gafletten başka bir perde yoktur. Ne mutlu o mümine ki, devamlı dua ile Allah’ın rahmet kapısını çalmaktadır. Başka bir kapı olmadığının farkındadır.

M.Saki EROL

www.nasihatler.net

Tatil ve eğlence anlayışımız-S. Mübarek Erol

Ağustos 25, 2008 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Çalışmak kadar dinlenmek, rahatlamak da önemlidir. Tatil yapmak, yorgunluğu atmak için olduğu kadar, çalışmak için gerekli şevk ve enerjiyi toplayarak daha verimli çalışmak için yapılan ve insan tabiatının ihtiyaç duyduğu bir faaliyettir. Hele içinde bulunduğumuz çağın hayat şartları, meşru çerçevede eğlenmeyi, dinlenmeyi ve tatil yapmayı gerekli kılmaktadır.

Bütün bir sene boyunca aynı şartlarda aynı insanlarla aynı işi yapmak, hatta aynı ortamda bulunmak bile insanda yorgunluk ve bıkkınlık meydana getirebilir. Dolayısıyla çalışma şartları tekdüze olan insanlar değişikliğe ve yenilenmeye daha fazla ihtiyaç duyarlar. Dinlenmek ve eğlenmek, yeme, içme, uyku gibi ihtiyaçların yanında her zaman yer almıştır. Günlük hayatta yer alan kısa süreli dinlenmelerin yanı sıra daha uzun süreli dinlenmeye de insan ihtiyaç hissetmektedir.

Eğlence ve tatil, özellikle sanayileşmiş kent toplumları açısından stresten kurtulma imkanıdır. Bütün yıl devam eden monoton bir hayattan, belirli bir çevreden kurtularak rahatlama imkanı sağlar. Sağlıklı yaşamaya, çalışma gücünün sürdürülmesine, bedensel ve zihinsel yıpranmışlığın telafisine imkan verir. Dolayısıyla bireysel temel bir ihtiyaç olan tatil ve eğlence, asrımızda aynı zamanda çalışma verimi ve toplumsal yarar açısından da bir zorunluluk halini almıştır.

Peki, biz müslümanlar, dindar insanlar için durum nedir? Müslümanlar nasıl eğlenirler, onlar için eğlence ve tatilin anlamı nedir?

Kimi insanlara göre eğlence ve tatil, müslüman hayatının sınırları dışında durması gerekir. Çünkü eğlence ve tatil, vaktin boşa harcandığı ciddiyetten uzak iş bir iştir ve müslümana yakışmaz.

Halbuki müslüman için eğlence, tatil ve dinlenme, boş durmak, boşa zaman harcamak olarak düşünülemez. Aksine kulluğun bilincine varmada farklı bir durumun yaşanması olarak kabul etmek gerekir. Müslüman, eğlencesinde de, tatilinde de, dinlenmesinde de kulluğundan sıyrılamayacağının, kulluktan tatile ayrılamayacağının bilincindedir. Zaten bu dünyada sıkı sıkıya sarıldığı kulluğunun, bir anlamda onu ebedi bir eğlenceye, tatile götürdüğünü de bilmektedir.

Kişinin dininin gereklerini unutacak derecede eğlenceye dalması şüphesiz uygun olmaz. Fakat eğlenirken, gezip görürken ve çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunurken de insanın dinini yaşaması mümkündür. Ciddiyet ve eğlenceyi, çalışma ve tatili bir arada ve birbirinin tamamlayıcısı, destekleyicisi olarak düşünmek gerekir. Yoksa boşa harcanan, yani kişinin dünya ve ahiretine bir faydası olmayan çalışma da, tatil de aynı şeydir.

Zamanımızda modern iletişim araçları dünyayı evimize kadar getirmektedir. Bu aletler sayesinde evlerimizin içine girecek kadar küçülen dünyanın nimetleri ve güzellikleri, insanın “Keşke ben de oralarda olsaydım!” demesine sebep olmaktadır. Mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de 15’ten fazla ayet-i celilede dünyada neler olup bittiğini görmek, araştırmak ve anlamak amacıyla gezip görmemiz tavsiye edilmektedir. Rabbimiz şöyle buyurur: “De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah(cc) ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah(cc) bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah(cc) her şeye kadirdir.” (Ankebut, 20)

Çeşitli eğlenceler, yarışmalar, spor gibi faaliyetlerle stres atıp moral depolanırken, tatillerde ayrıca yeni şeyler öğrenilip tecrübe artırılır ve yeni yerler görüp yeni yüzler tanımak suretiyle de sosyal bir çevrenin oluşmasına katkıda bulunulur. Pek çok ayet-i celilede tavsiye edildiği gibi yeryüzündeki eşsiz güzellikleri ve eski medeniyetlerden geri kalanları görüp ibret alma fırsatı da yakalanmış olur.

Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in zaman zaman atış müsabakaları ve atla yarışmalar düzenlediği, dereceye girenleri ödüllendirdiği, hatta bu tür müsabakalarda “melekler de hazır bulunur” diyerek dinimizin bu tür müsabaka ve eğlenceleri uygun görüp teşvik ettiğini vurguladığı bilinmektedir. (Ebu Davud, Nesaî, Tirmizî)

Yine dinlenme, eğlenme ve mutluluk günleri olan bayramlarda Fahr-i Cihan s.a.v. Efendimiz’in, o zamanın imkanları, şartları, eğlence ve dinlenme anlayışına göre def çalıp methiyeler söyleyenlere izin verdiği, Habeşlilerin mızraklarıyla yaptıkları gösteriyi Hz. Aişe r.anha validemiz ile birlikte seyrettiği, “Hz. Peygamberin huzurunda böyle uygunsuz şeyler yapılır mı?” diye cariye kadınları engellemek isteyen Hz. Ebubekir r.a.’a onlara müdahale etmemesi için “Bu bizim bayramımız..” diye uyardığı belirtilmektedir. (Buharî, Müslim, İbni Mace)

Zaman zaman tatil ve eğlenme konusunda mütedeyyin insanlara karşı önyargılı yaklaşımlara şahit oluyoruz. Bu zihniyet mütedeyyin müslümanlara normal bir insan gibi meşru dairede eğlenmeyi, tatil yapmayı yakıştıramayan yaklaşımlardan veya onların tatile iyi gözle bakmayacağı şeklindeki kanaatlerden kaynaklanmaktadır.

Böyle bir psikolojiye Kur’an-ı Kerim’de temas edilmektedir. Bazı ayetlerde Fahr-i Alem s.a.v.’in yaşantısıyla ilgili halk arasındaki önyargılara dikkat çekilir: “Derler ki: Bu ne biçim peygamber ki, yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır. Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı!” (Furkan, 7), “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar) sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. Bakalım sabredecek misiniz? Rabbin hakkıyla görendir.” (Furkan, 20)

Bu ve benzeri ayet-i celilelerde, Fahr-i Cihan s.a.v.’in bile içinde bulunduğu toplumun bir ferdi gibi yaşamasının yadırganmaması gerektiği, O’ndan tabii ihtiyaçlarını ihmal eden bir davranış biçimi beklemenin doğru olmadığı özellikle vurgulanmaktadır. Aynı şekilde Rasul-i Kibriya, ibadetler konusunda aşırı giderek, yemek, uyku ve hatta aile düzenini bozma derecesine gelen bazı arkadaşlarını -ibadetler dahil- yaptıkları tüm işlerde ölçülü davranmaları hususunda uyarmıştır. (Riyazü’s-Salihin)

Tüm bu hususlar gözönünde bulundurulduğunda, mütedeyyin kişilerin hep ibadetle meşgul olması, eğlenme ve tatil gibi şeylere zaman ayırmaması gerektiği şeklindeki yanlış anlayışın düzeltilmesi gerekmektedir.

Bir tatil ne kadar iyi planlanır ve ne kadar güzel değerlendirilirse, insan o kadar çok rahatlar, dinlenir ve öğrenir. Buna karşılık plansız programsız, boşu boşuna geçirilen zamana ise tatil denilmez. Tatili, boş durmak, iş görmemek gibi düşünmemek gerekir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Eğlence ve tatili belli kalıplara sıkıştırıp, bu kalıpların değişmez ölçülermiş gibi algılanması doğru değildir. Herkesin kendi hayat tarzı ve yaşantısı ile yakından ilgili bir eğlence ve tatil yapma biçimi vardır. Müslümanların da, hayatın yorucu, yoğun atmosferinden biraz olsun kurtulup kendilerine gelmeleri için meşru sınırlar içinde yani müberra dinimizin emir ve yasaklarını hassasiyetle gözeterek dinlenmeye, eğlenmeye hakları vardır.

Rabbimizin tevfik ve inayeti ile…

SEMERKAND

Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatleri

Nisan 10, 2008 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
“Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah(cc) Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğügibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir…

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı… Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.

 

www.dervisler.net

Marifetnameden.İnsanın şekli karakterini nasıl ele verir?

Şubat 10, 2008 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

bebek04up6.jpg
Baş ve boyun şekil ve biçimleriyle, bunlara bağlı huy ve tabiatlarını bildirir

Ey aziz, hikmet ehli demişlerdir ki:

– Boyu uzun olanların kalbi saf ve temiz olur.
– Kısa boylu olanların hileleri, aldatmaları çoktur.
– Orta boylu olanlar akıllı ve hoş huylu olurlar.
– Saçları sert olan kimse, akılla atılganlığı bulur.
– Saçları yumuşak olan saf ve utanması az olur.
– Saçı sarı olanın işi, kibirlenme ve kızgınlıktır.
– Siyah saçlı olan sabırlıdır, onu ara.
– Kumral saç güzeldir, sahibi bedelsizdir.
– Saçı az olan lütufkar, anlayışlı ve nazik olur.
– Başı küçük olanın aklı azdır, gizli şeyin varsa ona söyleme.
– Başının tepesi yassı olan keder çekmez.
– Başının derisi ince olan, hayır yapar, zarar vermez.
– Kel adama yaklaşma, kötü huylu olur, ondan sakın.
– Alnı dar olanın, İçi de dar, sıkıntılı olur.
– Alnı yumru olan, çirkin ve kalın kafalı olur.
– Alnı enli olan kötü huylu olur, çünkü hastadır.
– Alnı normal olanı emin bil.
– Alnı buruşuksuz olan, şüphesiz tembel olur.
– Alnı uzun olan anlayışlı, az ise cömert olur.
– Kaşlarının arası buruşuk olan, üzüntü yükünü taşır.
– Kulağı çok büyük olan, bilgisiz ve tembel olur.
– Küçük kulaklı eğri, orta (normal) kulaklı doğru olur.
– Kaşının ucu ince olanın, işi gücü fitnedir.
– Kaşının kılları çok olanın, üzüntüleri de çok olur.
– Kaşı açık olan doğrudur, çatma olan eğridir.
– înce kaşlı güzel olur, uzunu ise kibirli olmanın delilidir.
– Kaşı yay gibi olan, her zaman güzel olur.
– Göz çukuru az olursa, o kibirli olmaya delildir.
– Siyah gözlüler itaatli, kızıl gözlüler cesur olurlar.
– Gök gözlü olan zeki, ela gözlü olan edepli, terbiyeli olur.
– Küçük gözlü hafif, büyük gözlü zarif, narin olur.
– Gözü yumru olan kıskanç, orta olan dost olur.
– Yarı kapalı göz ayıp, bakışı miskince olur.
– Köre yakın olma, sık bakan, emniyetli olmaz.
– Gözü şaşı adama bakma, çünkü o sana eğri bakar.
– Güleç gözlü olan güzeldir, kirpiği sık olan bedelsizdir.
– Büyük yüzlü olan illetlidir, küçük yüz kibirlenmeye delildir.
– înce yüzlü sevimli, kalın yüzlü hor (sevimsiz) olur.
– Uzun yüzlü olanlar yalancı olurlar.
– Ekşi yüzlü, somurtkan olanların, sözlerinin çoğu acı olur.
– Yuvarlak yüzlüler, ay’dan daha nurlu olur.
– Böyleleri çok güleç olur, onu gören muradını alır.
– Benzi kızıl olan terbiyeli, esmer olan da zeki olur.
– Benzi sarı olan illetli, siyaha çalan da tevekkelli olur.
– Burnu uzun olanın idraki (anlayışı) az olur.
– Kısa burunlu olanlar fazla korkak olur.
– Burun ucu top olan, neşeli olur.
– Burun ucu ağzına yakın olan adamdan sakın.
– Burun delikleri geniş olanın içi kibir ve kıskançlıkla doludur.
– Burun kanatları dar olan kişide küsme ve inat çok olur.
– Burnu enli olan kimse şehvete tutkundur.
– Burnu eğri olan kimsenin düşüncesi, işi başarıya ulaştırmaktır.
– Küçük ağızlı olan güzel ve fakat çok korkak olur.
– Büyük ağızlı cesur, eğri ağızlı kötü olur.
– Genizden söylenen sözler, kibirlenmeden olsa gerek.
– ince sesli erkeklerin işi, kadına şehvet duymaktır.
– Erkek sesli kadınların çoğu yalan söyler.
– Çabuk konuşan, ince anlayışlıdır.
– Kaba sesli olanın gayreti ve yardımseverliği fazladır.
– Çatal sesli olan, halktan kötülük geleceğini sanır.
– Yüzü güleç, sözü tatlı olan insan azizdir, sevilir.
– ince ve kırmızı dudaklı kimse, söyleneni iyi anlar.
– Bil ki kalın dudaklının kızgınlığı ağırdır.
– iri dişliler, çok defa yaman işler yapar.
– Normal dişi olanların, işi hoş ve doğrudur.
– Kokusu hoş olanın, huyu da güzeldir, hoştur.
– Çene kemiği ince olanın, aklı da hafif olur.
– Enli çenenin sahibi kaba olur.
– Çenesi normal olan, akıllı ve güzel olur.
– Uzun sakallı kişi hünersiz olur.
– Sık sakallı kişi kabadır, sohbetini de uzatır.
– Siyah ve az sakallı olmak zekaya delildir.
– Hiç kılı olmayan köse adamın hilesi çok olur.
– Sakalı değirmi olanın kemali de çoktur.
– Kafası enli olan ahmaklık illetine tutuktur.
– Boynu çok uzun olanın olgunluğu az olur.
– Boynu ince olan cahil olur.
– Boynu kalın olan gece gündüz yiyici (obur) olur.
– Boynu kısa olanın hilesi çok olur.
– Boynu normal olanın işi iyilik yapmaktır.
– Her uzvu normal olan, şüphesiz ki güzel olur.

Erzurumlu İbrahim Hakkı HZ – MARİFETNAME-

SÖYLİYEYİM Mİ?

Eylül 24, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Sultan Seyyid Muhammed Raşid Hz.lerinin (K.S.A) sofilerinden birisi ziyarete
gider.Bir müddet kaldıktan sonra dönmek için Sultan Hz.lerinden izin
ister.Sultan Hz.leri de İstanbul’a giden kafile başkanını çağırarak ;

-“Bu sofiyi sana emanet ediyorum.Onu gideceği yere kadar götürün” buyurur.

Emaneti alan kafile başkanı sofiyi otobüse bindirip en arkadaki boş bir yere
 oturtur.
Otobüs yola çıkar ve bir müddet yola alır.Namaz molası vermek için
durduklarında başkan arkaya bakar ki emanet sofi yok.. Ona sorar yok buna
sorar yok, sanki sofi buhar olup uçmuş.Sofi emanet olduğu için panik olup
geri dönmeye karar verirler ve Menzil’e geri dönerler.

Başkan köyde her yeri aramaya başlar ve Markad’ın arkasında sofiyi bulur ve
sorar ;

-“Kurban, seni ben otobüse bindirip oturtmadım mı?”

-“Evet oturttun”

-“Peki, senin burada ne işin var?”

-“Sadat bilir kurban”

-“O zaman gidip Sadat’a soralım” der başkan.

İkisi de Sultan Hz.lerinin huzuruna gelirler ve başkan ifade vermeye başlar;

-“Efendimiz, siz bize bu sofiyi emanet ettiniz biz de onu arabaya bindirdik
ama sonra birden yok oldu geri döndük onu yine burada bulduk” der. Bunun
üzerine Sultan Hz.leri sorar;

-“Siz sofiyi nereye oturttunuz ?”

-“Efendim, arkada boş bir yer vardı oraya oturttuk”

-“Hımm…”

-“Yalnız nasıl kaybolduğunu ve buraya geldiğini anlamadık”

-“Eh, Allah bilir” der Sultan Hz.leri.

Emanet sofi bu arada lafa karışıp;

-“Söyliyeyim mi?” diye Sultan Hz.lerini sıkıştırmaktadır.

Bu sıkıştırmalar bir kaç defa daha tekrar edince Sultan Hz.leri sofiye
dönerek;

-“Sofi, Allah razı olsun ne söyleyeceksen söyle” der. Sofi de;

-“Hani otobüs Maraş’a yaklaştığında sen gelip arka kapıyı açmadın mı? Sonra
da beni eteğine bindirip buraya getirme din mi?”

Başkan yaptığı hatayı anlamıştır.Sofiyi baştacı etmesi gerekirken en arkaya
atmış ve bu da Sadat’ın gücüne gitmiştir.

DÜNYA, YOL,YOLCULUK,HAN(Gavsi Sani)

Eylül 24, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Gavs-ı Sani Hazretleri buyurdular ki:

“Bu dünya bir han gibidir. Ahiret yolcusu bütün hazırlığını bu handa
yapmalıdır. Yolda tedarik görülmez. Zira kervan yola çıkmıştır. Ölümle
başlayan bir yolculuğun geri dönüşü yoktur. Yola çıkan kimsenin hedefine
ulaşması için belli bir yol ve usül takip etmesi gerekir. Başıboş ve
hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varması mümkün değildir. Onun nereye
varacağı da belli olmaz. Allah yolu da böyledir. O yolda Hz. Resulullah’ın
-aleyhissalatü vesselam- izinden başka Allah’a giden bir yol ve kapı yoktur.
Hz. Resulullah’ın -aleyhissalatü vesselam- hayatını yaşamak için de ulu
sadatlara uymak gerekir. Hz. Peygamber’e -aleyhissalatü vesselam- hakkıyla
uymanın en güzel yolu sünnet üzere yaşayan sadatları takip etmektir.
Sadatlar sünnet-i seniyyeyi kal olarak değil hal olarak yaşar ve yayarlar.
Onlara uymakla iman selameti ile ölmek nasip olur. Böylece ebedi ahiret
yolculuğu iman ile başlamış olur. En büyük saadet de budur.”

VELİ KİMDİR???

Eylül 24, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Şah-ı Nakşibend’e (ks) sormuşlar:
“Efendimiz, bazı havada uçan kimseler var. Onların durumu nasıldır? Onlar
için ne söylüyorsunuz?”

Hazret cevaben buyurmuş:

“Onlar benim nazarımda veli değiller. Havada uçmak hüner değil. Havada uçan
bunca kuşlar var. Veli mi oldular ki havada uçuyorlar?”

Tekrar sormuşlar:

“Peki efendimiz, suda yürüyenler için ne buyuruyorsunuz?”

Şah-ı Nakşibend (ks) şöyle buyurmuş:

“Onlar da benim nazarımda makbul değildir. Gece gündüz suda dolaşan bunca
balık var. Onlar da veli midir ki suda geziyorlar?”

Tekrar sormuşlar:

“Öyleyse efendimiz, bir saatte bütün dünyayı dolaşan, doğu ile batı arasında
mekik dokuyan kimseler için ne söyşüyorsunuz?”

Hazret cevaben:

“benim nazarım da bunlar da veli değiller. Şeytan ism-i azam duasını
okuyarak bir saniyede doğudan batıya gidip geliyor. Ama kafirdir şeytan.
Dergah-ı ilahiden atılmıştır. İmanı reddedilip kabul edilmemiştir.”
buyurmuş.

Soranlar bu cevapları aldıktan sonra:

“Öyle ise efendimiz, lütfen bize kimlere veli dendiğini, kimlerin veli
olduğunu söyler misiniz? Vallahi biz kimlerin veli olduğunu bilemiyoruz”
diyerek rica etmişler.

Şah-ı Nakşibend (ks) bunun üzerine şöyle buyurmuş:

*”Ben, Peygamberin (sas) şeriatına mutabat eden, onun şeriatinden ayrılmayan
kimselere veli derim. Böyle kimseler benim gözümde velidir.”*

*Sohbetler, Seyda Hz.*

Gavsi Sani -Hepsi Gaye Budur!!!

Ağustos 17, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

20052006013sy5bq5ks4.jpg

HEEEPSİİİ ĞAAAYEEE BU DUUUR Size bir kaç şey söyleyeceğim…
Bu Nakşibendi tarikatının gayesi Allah-u Teala’nın rızasıdır…Bu tarik-i alanın gayesi , emri bil maruf nehyi anil münkerdir….
Allah-u Teala’nın emrini yerine getirmek ,Allah-u Tealanın yasak ettiği hareketlerden uzak kalmaktır….Hepsi gaye budur….
Bu da insanın gaye kalbini nakşetmektir…Bu da ibadettir…Allahu Teala Kur’an- ı Kerimde böyle buyurmuş : “Ya ademoğulları,
şeytana tabi olmayın. O sizin düşmanınız , zahiren düşmanınızdır.Bize ibadet edin…”Bu ibadet etmek Tarikat-ı Müstakimdir….
Hepsi gaye odur…Gaye Allahu Tealanın emrini yerine getirmek , Allahu Tealanın yasak ettiğinden uzak kalmaktır…Hepsi gaye odur.
Bunu insan yaparsa Ameli Salih olur…Ameli Salih ise Allahu Tealanın rızasıdır…İşte bu Tarikat-ı Ala üzeinde duruyoruz….Bu tarikat-ı ala
nın gayesi Allahu Telanın rızasını almaktır…Ve Allahu Tealanın emrini yerine getirmektir…Bunun için de insan , üzerinde çalışması lazım…
Niyet koymak lazım….Sonra bütün ameller de niyetle olur.Niyet olmazsa o amel olmaz.İnsan abdest alırken niyet olması şarttır.İbadet
yaparken niyet olması şarttır…Bütün ameller de kalben olmalıdır.Gavsımız kaddesallahu esrarahum aliyye bu niyet üzeinden sohbet yapmıştı:
İnsan sabahleyin kalkarken , elbiseyi giyerken , bir iki dakika kalbinden niyet olması şarttır.Yarabbi , ben sizin için gidip çalışacağım , sonra insan mesleği neyse gidip çalışmak lazımdır,dünya işi de şarttır.Allahu Teala şart koymuş ama hayır yollarına gitsin şer değil.Sonra şer olursa insan mahvolur,
zarar görür ,felaket olur ve işte niyette lazım , hayr olmak için…Yarabbi ben sizin için gidip çalışacağım . Gayemiz bizim rızasını almaktır. Gaye bu çalışmak kendi rızkım için değildir..Razıkı mutlak sensin. Çalışsam çalışmasam bana vaadetmişsin  ben rızkını vereceğim diye söylemişsin. Aile efradımızı üzerimize vacib etmişsiniz Yarabbi bu ailemin ihtiyacını görmek için gidip çalışıyorum Yarabbi , bir de sevaplarımı arttırmak için gelen sevaplar için bu sevaplar için çalışıyorum Yarabbi. Böyle bir niyet ederse kalbinden sanki o insan camiye gidip ta akşam oluncaya kadar Allahu Tealaya ibadet yapmış olur. Doğru bu da ibadettir dünya değil , sonra dünya olursa Allahu Teala lanet getirir ona.

Hadisi şeriftir Peygamber aleyissalatu vesselam buyurmuş :”Eddünya vema fiha melune illa zekerallahu” dünya ve bütün dünyanın içerisindekiler melundur . Allahu Teala lanet getirmiş. İnsan niyet ederse Allah rızası için bu hariçtir.İşte bu niyet onun içindir. Dünyanın melanetinin altın girme sakın. Daima kalbinden niyetini sağlam sürmek daima kontrol etmek daima  Allah rızası için yapmak , ki ibadet olsun. Ki o çalışmasını menfaat almak için lazımdır. Onun için niyetini kontrol etmek için niyet şarttır.Allahu Teala şartı koşmuş. Bunun için bizde daima kontrol altına alalım kalbimizi. Şeytana bırakmayalım nefse bırakmayalım. Sonra onlar düşmandır. Düşman düşmana acımaz. Düşmandan düşmana hayır gelmez. Daima kötülük ister.

Sonra Allahu Teala Kur’an-ı Kerimde : “inne nefse leemmaretün bissui” diyor. Nefsi emmare insadan daima kötülük ister. Hayr istemez. Sonra düşmandır o da…E.. Allahu Teala insan bir dönerse Allahu Tealaya , Allahu Teala onun kademesine gelir . Bir insan Allahu Tealaya bir kademe gelirse … Allahu Teala ona on kademe gelir…

Sonra dünya çok pistir. İnsana çok zarar verir…Hatta Hazreti Aleyhissalatu Vesselam “…dünyanın mihnetini günahların anasıdır.” Bütün günahlar ondan kaynaklanıyor dünyadan kendini muhafaza etmek şarttır. Dikkatli olacaksınız.

Niyetini Allah rızası için gidip çalışmak lazım. Sonra çalışmakla çok büyük menfaat olur. Özellikle bu zamanda. Özellikle bu asırda gündüz gece çalışmak lazımdır. Çünkü biz gaye Peygamber Aleyhissalatu Vesselamın keyfini yerine getirmek içindir.

 Sonra Peygamber Aleyhissalatu Vesselam kendi ümmetini çok severdi. Başka peygamberler gibi değildi. Sonra kıyamet günü bütün peygamberler ,sonra kıyamet günü Allahu Teala insan eziyet görmezse cennete giderse o cennet hoşuna gelmez. Eziyet görünce yorulunca insan rahat oturunca o rahatlık insanın hoşuna gider. Kıyamet günü Allahu Teala cehennemin gemlerini bırakıp bütün insanların üzerine geliyor. Gelince peygamberler arşı alaya arşın kendine ( sarılıp ) Yarabbi beni kurtarın ,Yarabbi beni kurtarın , diye bağırıyorlar.

 Sadece bizim Peygamberimiz Aleyhissalatu Vesselam Muhammed Aleyhissalatu Vesselam kalkıp Yarabbi benim ümmetimi kurtar diyor. Kendi nefsini istemiyor kendi ümmetini istiyor. Biz de onun için çalışmalıyız. Sonra çok sever. Başka ümmetler gibi değil. Bunun için onun keyfini getirelim.

Sonra Peygamber Aleyhissalatu Vesselam Allahu Tealaya dua etti : Yarabbi benim ümmetimin ömrünü en kısa vermişsiniz Yarabbi. Sonra kıyamet yaklaşıyor. Ne kadar kötülük varsa kıyametin yaklaşmasından oluyor. Hem dünya çok kötü olmuş hem de zamanı çok kısadır , kısa zamanda vefat ediyorlar gidiyorlar sevabı da azdır. Kıyamet günü Peygamberlerin bazısından benim ümmetimin sevabı azdır diye utanıyorum Yarabbi. İsterizki ümmetimiz de biraz fazla olsun diye Yarabbi istiyorum. Hem onların zamanı kısa hem de en kötü zamanda yaşıyorlar hem de sevabı az oluyor ben utanıyorum diye dua etmiş. Onun için Allahu Teala Peygamber Aleyhissalatu Vesselam için ya da öteki Peygamberlerde bir günaöh bir günah idi.Bir hayır bir hayır idi. Bir hayır yaparsa bir hayır yazıyordu Allahu Teala buna da bir günah bir günah idi ama Peygamber Aleyhissalatu Vesselam hayrını fazlalaştırmak için Allahu Teala ona mükafat vermiş. Bir sevap on sevap yazdırır en az. Bazı sevaplar vardır bin sevap yazdırır binbeşyüz sevap yazdırır bir trilyon sevaplar da vardır.Bu sevaplar çoktur.O da Allahu Teala büyük nimet Peygamber Aleyhissalatu Vesselama vermiş. Onun için mesela insan  Mekke’de bir sevap yaparsa bir Lafzai Celal söyler sanki yüzbin sevap Allahu Teala ona yazdırıyor yani bire yüzbindir…Mekke’de Medine ‘de bir bindir o kadar sevap oluyor. Bir kelime Lafzai Celal söylerse mekke de sanki yüzbin kelime söylemiştir. Allahu Teala yazdırıyor.Normal bizim herkes kendi memleketinde bir söylerse on yazdırıyor.

Bir de Allahu Teala mesela kalp Allahu Tealaya mahsustur. Allahu Teala insanın kalbine bakar. Bu kalbe düşünce haram düşünceler olursa kötü düşünceler kalbine girerse Allahu Teala yazdırmaz. Sevap olursa yazdırır hayır olursa yazdırır ama günah olursa yazdırmaz. Sonra kalp Allahu Tealanın azametinin eliyle yazdırıyor kendi eliyle yazdırıyor. Bunun için Allahu Teala haram niyeti de yazdırmaz. Hayır sevabı yazdırır.

Mesela insan niyet ederse Yarabbi ben sizin için bu şeyi yapacağım bu cami yapacağım bu Mekkeye gideceğim yahut hacca gideceğim böyle bir sevap niyet ederse yaparsa on yazdırır yapılmazsa bir yazdırır. Ama bir insan günaha niyet ederse ben filan adamı haşa öldüreceğim harekkette ediyor ama vuruşma olmuyor vuruşma olmazsa melekler yazmaz. Niyet ediyor ben filan adamı öldüreceğim filan adama zulm yapacağım filan adamı şöyle yapacağım harekette ediyor. Ama Allahu Teala yazdırmaz yaparsa da yazdırır yapmazsa yazdırmaz. Ama sevap olursa hemen niyet ederse yazdırır. Yaparsa on yazdırır yapmazsa bir yazdırır. Daima insanın kalbinde niyet olması şarttır. Yaparsa Allahu Teala sevabını verir yapmaza Allahu Teala onu mahrum etmez.

Gavs k.s.a her sene hac niyeti yapıyoruz.  Daima niyetimiz ;kalbimiz bu sene gelince ben hacca gideceğim. Eğer Allahu Teala bize nasib ederse onu Allahu Teala yazdırır sevap. Nasib de olmazsa gene hac sevabını alır. Daima o niyetle insan bir şey yazdırır.

Sizin geldiğinize çok memnun kaldık. Allah razı olsun. Yalnız sizden ricamız şudur : daima Allah rızası için çalışalım Allah rızası için yola gidelim. Allah rızası için kalpten niyet edelim. Ki Allahu Teala bu iyi şeyleri bize nasib etsin. Yani Türkiye’nin her yerinden geldiniz Allahu Teala her kademden Allahu Teala on sevap size yazdırır. Sonra bu niyet Allah rızası içindir. İnşallah başka şeyler olmasın . Bunları silip atmak lazım yani Allahu Tealanın rızası için olmayanları kaldırıp atalım ya da hayır olsun. Yalnız çalışmanızı istiyoruz ki Peygamber Aleyhisselatu vesselamın keyfi gelsin.Peygamber ( s.a.v) beyaz yüzle onun huzuruna gidelim beyaz yüzle onun keyfini getirelim.

 Allahu Teala Peygamber (s.a.v) için çok şeyler vermiş sonra büyük Peygamberlerden biridir…Sonra Allah-u Teala çok büyük bir makam vermiş. Böyle insanlardan böyle peygamberlerden onun gibi Allahu Teala makam vermemiş. En büyük peygamberlerden birisidir. Onun için ümmeti de böyle sadık olsun .

Sonra bu Tariki Nakşibendi çok büyük bir atılımdır. Müstakimdir.Sonra en sadık yolsa Eba Bekir-i Sıddık (r.a)dur. O sıdkıyla gidiyor.  O sıdkıyla sadık olmak şarttır. Sadık olalım biz menfaat görelim Peygambe Aleyhissalatu Vesselamın….Allahu Teala bu Tarikati Müstakimden bizleri nasib etsin . Bu Tarikati Müstakim devam etsin ta kıyamete kadar. Bizi Aleyhisselatu Vesselamın şefaatinden ayırmasın. Bu Saadat-ı Nakşibendiye nin gölgesinden ayırmasın Peygamber Aleyhisselatu vesselamın yolundan ayırmasın. Saadatı Naksibendinin yolundan Tarikati Müstakimden ayırmasın. Allah yardımcınız olsun.İnşallah bizlerde sizlerde Peygamber (s.a.v) yolundan gidelim. Hepsi gaye odur onun için çalışalım hepsi onun için ileri götürelim zira biz çok büyük bir zarardayız.

Kıyamet gününün en dehşetli en zahmet en tehlike zamanındayız. Bu tehlikeli zamanda çalışmak şarttır. Gündüz gece çalışacağız  sonra çalışmak Allahu Teala çok seviyor Saadatlar da seviyor.Onun için dünya değil de ahiret için çalışacağız Allahu Tealanın keyfine gitmek için nazarlarını beraber olmak için Allahu Teala bu yolu bu tarikati insanımıza nasib etsin. Yetmiş milyonu nasib etsin. Allah yardımcınız olsun. Allah muhafaza etsin. İnşallah kıyamet günü birlik beraberlik içinde oluruz. Allah yardımcınız olsun….

Bilvanis.net

SIBYAN KARDESIN PAYLASIMI

Gavsi Sani Hz.(k.s.) Zikir Hakkindaki Sohbetleri -Yeni

Ağustos 14, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

ah_menzil.jpg

 

 

 

 

Gavs hz.lerinin zikir hakkindaki Bütün sohbetleri

Buyurdular…

-Kalbin gıdası zikirdir. Günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. Kalbini diriltmek ve beslemek isteyen kimse Yüce Allah’ın zikrini çok yapmalıdır. Günah işleyenler, kalplerini zayıflatıp şeytanı kuvvetlendirmiş olurlar. Şeytanı kuvvetli olanın dini zayıf olur. Onun için haramlardan uzak durmalıdır

-Zikre devam ediniz, virde önem veriniz. Çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Kur?an okumak, salâvat çekmek, hizmet etmek sevaptır; fakat bunlar kalbe ilaç olmaz, nefsin çirkin sıfatlarını değiştirmez. Nefsi ancak zikir terbiye eder.?

-Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür.
Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Rabbü?l-Alemin:
/(Dikkat edin, uyanık olun; kalpler ancak Allah?ın zikriyle huzur bulur,)* buyurmuştur.? Ra’d 28
-Yüce Allah’i zikre devam ediniz.Zikir çekerken uyanik olunuz.Allah zikrini kalbinizin içine yerlestiriniz. Zikir kalbe yerlesince siz istemesenizde kalp Yüce Allah’i zikreder.Midenizi düsünün;o,siz istemesiniz de kendi isini görür.Siz uyurken bile işine devam eder.Içine zikir yerleşen kalp de böyledir.”
–Zikr cekmeyen sofi avamdir. Naksi listesine sadece zikir* ceken sofiler yazilir.
*Nefis nefy isbat ile müslüman olur.
*Sofiler bize dünya sikayeti ediyorlar.Ama bir sofi gelip zikr ile soru sormuyor.
*Dünya dertleri hep gafletten geliyor. Zikri sürekli cekin,günahlara meyl etmeyin. Yoksa zikr uzar gider.”

-Gavs hz.lerine bir sofi gelip “Zikrimi cekemiyorum “deyince mübarek celalleniyor. Mübarek* yok hastayim,yok yapamiyorum gibi dertlerin zikre mani olmadigini buyurmus ve her türlüsünün gafletten meydana geldigini buyurmus. Illaki zikri cekmek gerektigini buyurmustur.

Gavs sani yine (zikr cekmeyen rabita yapmayan kisiyi tanimadiklarini) buyurmustur

Gavs – ı Sânî –
-Hazretleri, Divan’daki görevlilere ve korumalara buyurmuşlar;
“Virdinizi çekmezseniz, 100 sene de hizmet etseniz; işe yaramaz.”

– Hatme,rabıta ve vird bizim yolumuzun esaslarıdır. bunlardan birini yapan
kapımızın önündedir.İkisini yapanın eli elimizdedir.Üçünü yapanın eli cebimizdedir ne isterse alsın.”

Gavs-i Sani (k.s) virdi şöyle anlatmış:

Düşünün sobayı nasıl ki soba yanar sonra sobayı temızlemesseniz ne olur

bilirmisiniz der sobayı yakmaya kalkarsanız soba tıkanır dumanı gerı teper

o zaman buğulursunuz zehirlenir ölürsünüz Gavs (k.s) devam edıyor virdi

cekmesenız kalbe Allah cc nuru gelmez Allahın nurunun gelmedigi kalp ne

olur olur Allah cc anmayan kalp olur ve Allah’ın nuru Kalbine girmez o zaman

kalbe seytanın vesvesesı girer Allahı unutmaya kadar gider, virdınızı çekin

gafletsız dıyor sonra gavs-ı Sani hz. gıdın hesap verın gorevlılere der.

Gavs-ı Sani Hz.lerinin vird üzerine yaptığı sohbetin bir kısmını

-“Siz hastasınız ve bir doktora gittiniz.Doktor sizin hastalığınıza iyi gelecek bir ilaç tavsiye etti.
Bu ilacı alırsanız iyileşeceksiniz.Ancak ilacı almıyorsunuz ve hastalık da geçmiyor.
Vird kalbin ilacıdır, eğer gafletsiz çekilirse lezzet alınır ve derdinize derman olur. Vird gaflet ile
çekilirse bitmek bilmez.İnsan bir an önce kalkmak ister, sıkıntı basar.
Allah dan başka bir şeyi vird esnasında düşünmek gafletdir.Gaflet ise şeytandandır.
Bu yolu bitirmek lazımdır”

Şöyle bir soru soruldu;

-“Efendim, biz virdi gafletsiz çekmek istiyoruz ama olmuyor”. Cevaben buyurdular ki;

-“Çok çalışmak lazımdır, virde başlandığında bir kerede çekmek gerekir. Vird esnasında sadece Allah’ı düşünmek gerekir”

Gavs’ımızın Sohbeti
*
*Şah-ı Nakşibend Hz. (ksa) bir gün vird çekiyordu. Bir ses işitti. Ses dedi; ey kulum ben senden razıyım. Geçmiş günahlarını ve gelecek günahlarını affettim. Yeter artık vird çekme dedi. Şah-ı Nakşibend (ksa) Hz.leri dikkat etti, ses tek noktadan geliyordu. Baktı sağından, solundan, arkadan, önden, alttan ve üstten gelmiyor. Sadece tek bir noktadan geliyordu. Şah-ı Nakşibend (ksa) Hz.leri Şeriat ilmine vurdu, dedi ey iblis sen şeytansın, şeytan; nerden anladın, şeytan olduğumu, Şah-ı Nakşibend (ksa) Hz.leri dedi;

(Benim Rabbimin sesi her yönden ve aynı anda gelir.) seninki tek bir noktadan geliyor. Sağ elini yukarı kaldırıp, elindeki vird tesbihini bir vurdu, şeytanın arşını kırdı, tuz budak etti, ilmi sayesinde. İlim nurdur, ışıktır. Onun için herkes ilim yapacak, okuyacak, öğrenecek. Bir taksinin her şeyi olsa farı olmazsa yol gidemez. İşte insanda da ilim olmazsa her yer karanlıktır. Kısa zamanda tepe takla gider. İşte Şah-ı – Nakşi – bend – (ksa) Hz.leri denilmesindeki sebep budur. İlmiyle şeytanın levhini kırmasından sonra, Allahu-Teala Azimüşan Şah-ı Nakşibend (ksa) Hz.lerinin kalp kulağına, Ey kulum ilmin ile öyle bir sed çektinki, iblis bu seti kıyamete kadar aşamaz. Gavs?ımız açıkladı; ?Şahı, en ulu yüksek, Nakşi gizli, Bend set, yani maneviyattan yapılmış gizli aşılmayan yüce, ulu sed anlamına gelir. Bu sed Allah (cc ) Seddidir.

»
Yukarı git Aşağı git Bu mesajı alıntı ile cevaplaAlıntı

 

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s) buyurmuşlar:

Tövbe aldıktan sonra tövbenizi bozmayın.
Bir insan üç gün kumarbaz ile gezse kumarbaz, sarhoş ile gezse sarhoş olur.
Aynı şekilde bir insan üçgün evliya ile gezerse evliya olur.
Kendinize dikkat edin, biz de size dua edeceğiz.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Gavs Hazretleri buyurdu ki:

Sofinin Nakşibendi olması için en az beş bin vird çekmesi lazım.
Ancak vird çektikten sonra Nakşibendi olur.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Nasıl ki, bir işçi o gün işe geldiğini bildirmek için karta basıyor yevmiyesi yazılıyorsa
aynı şekilde sofi virdini çektiği zaman karta basmış gibi olur.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Sofi kendisi hatmeye girdi ama virdini çekmediyse
yalnızca kendi hatmesinin sevabını alıyor, diğer hatmelerden sevap alamıyor.
Eğer virdini çekmişse
dünyanın neresinde hatme yapılıyorsa onların hepsinden sevabını alır.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Kalp bir çocuk gibidir, kalbe ne öğretirsen oda onu söyler.
Yeni dillenen çocuğa nasıl mama, baba demeyi öğretiyorsan,
kalbe de “ ” demeyi öğretmen gerekir.
Onun ağzının olduğunu düşüneceksin ve dediğini düşüneceksin,
demeye zorlayacaksın.
Çok değil üç ay, beş ay sonra kalbin demeye başlayacaktır.
Gayret etmek lazım.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Kalp iki kısımdır: Kalb-i hayvani ve Kalb-i insani.
Kalb-i hayvani bir et parçasıdır, bu hayvanlarda da bulunur.
Kalb-i insani ise, o et parçasının içinde bir nurdur.
Günahlardan dolayı o nur, Arş-ı A’lâ’da dokuz bin yıllık mesafedeki bir ağaca yapışır.
Ancak kalp zikrullahla temizlendikren sonra yerine döner.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

’tan başka bir şeyi vird esnasında düşünmek gaflettir.
Mürşid, ’ın yarattığı (dağ, deniz v.s) hiçbir varlık ve hiçbir şahış düşünülemez.
Sadece celle celâlühû düşünülür.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Virdlerinizi sağlam çekin, ara vermeyin.
Bir çekip bir çekmemek kalbi tahriş eder.
Nasıl ki doktorun verdiği ilacı bir alıp bir almazsanız faydası olmaz bu da öyledir.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Her fırsatta kalbiniz zorlayın.
Yatarken, otururken, kahvaltıyı beklerken, dilinizi damağınıza yapıştırın,
(ders olarak çektiğiniz virdin haricinde) sayı tutmadan ve dilinizi oynatmadan
” deyin.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Kalbinize dedirtmeye çalışın. Bir müddet sonra kalp zikre geçer.
Fakat biz zikrin çokluğunda değiliz. Biz zikrin huşu ve hudusundayız.
Zikir huşu ve huduyla çekilmez, gafletle çekilirse nefse bir şey olmaz.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Vird,zikir kalbin kirini pasını temizler. İnsan günah işlemeye başlayınca kalp yara alır.
Bu durum odanın içinde yanan bir sobaya benzer. Soba devamlı yana yana boruların içi kurum bağlar,
temizlenmezse zamanla boruları tıkar, dumanı geri teper, odanın içindekileri zehirler ve öldürür.
Aynen bunun gibi, zikirde kalbin isini (kurumunu) temizler.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Gafletle vird çekmeyin, önce gafletten uyanın.
Gafletle değil yirmi sene, yüz sene bile çekseniz hiçbir şey olmaz, fayda bulamazsınız.
Tat da alamazsınız. Fakat hakiki vird çeken bir kimse öyle bir lezzet alırki,
virdinin bittiğine üzülür.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Hakiki , gerçek rabıta ve zikir zulmeti atar, sofi başka türlü zulmeti atamaz.
Gafletsiz zikir çekmek için evvela günlük yaşantınıza dikkat edin.
Yediğiniz içtiğiniz şeyler, konuştuğunuz kişiler, namazınız, abdestiniz, 
alış verişiniz dürüst olması lazımdır.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Virdi zor çekmenin veya çekememenin sebepleri şunlardır:

Haram nazar, günahlar, haram yiyecek, zulmetli gıda, gıybet, televizyon,
kötü arkadaş, dünyaya meyil, ehl-i dünya ile ünsiyet, ailevi huzursuzluk,
gafil birinin bulunduğu ortamda oturma, yirmidört saat dünya ile meşgul olma.
Bunlar varsa ne kadar zikir yapılırsa yapılsın, istenen faydayı sağlamaz.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Zikir çekilmezse kalbe ’ın (c.c) nuru gelmez.
Ya ne gelir?
Şeytanın vesvesesi gelir ve ’ı unutturuncaya kadar (vesvese) devam eder.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Virdini bir gün çekmeyen sofi, 90 gün geriye gider.
Yani üç ay önceki hali ne ise o hale döner.
Bir de ne az ne fazla, verilen sayıda çekmek lazım.
İlacı az alırsanız faydası olmaz çok alırsanız zararı olur.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Sofi üç gün zikir çekmezse kalbi hasta olur.
Beş- on gün, bir- iki – üç ay, dört ay zikir çekmezse kalbi (iyice) hasta olur ve ölür.
Zikir kalbin hakkıdır.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Kur’an okumak gibi ibadetler insana sevap kazandırır; ancak kalbin tedavisi zikirle olur.
Lafza-i Cêlal zikri kalbi tedavi eder. Uykum var, canım istemiyor, yorgunum diyerek zikir çekmemek olmaz.
Zikri devamlı, ara vermeden (her gün) ve yarımda bırakmadan gafletsiz çekmek lazım.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Vusulsüzlük, usulsüzlüktendir.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

Sadatların himmeti yanında, okyonuslar bir zerredir.

Gavs-i Sânî Hazretleri (k.s)

www.bilvanis.net

Münacaat-i GAVS-I SANI

Haziran 8, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

MÜNACAAT-I  GAVS-I SANİ
Esselam-u Aleyküm alemlerin rahmeti,
Esselam-u Aleyküm Rabbimin Habibi,
Esselam-u Aleyküm Anamız Fatıma’nın babasın Esselam-u Aleyküm dedelerimin dedesi
Esselam-u Aleyküm Ya Resulullah Nuri Arşillah.

Cümle günahlarımla, isyanlarımla geldim Senin kapına.Sultan-ı Melül bu günah benim günahım değil,
Ya Resulullah ümmetinindir; sofilerinindir. Ya Rasulullah sen nasıl ki arşa ümmeti- ümmeti dedin, şimdi ben senin kapında sofilerim-sofilerim…
Ya Resulullah, eğer Habibimin sana verdiği vaat gibi, sen de bana, bu evladına söz vermez isen Arş-ı ala günü bayrağının altına almaz isen ben evliyalığı neyleyim. Ben sofilere ne söyleyim, hangi yüzle döneyim.

Şefaatin Ya Ceddil Hasan’ı Şefaatin Ya Habibillah… Sen söylemişsin evliyaları seven bizi sever, bizi seven Allah’ı sever.

Bizleri sevmişsin, bizi siz evliya etmişsiniz, onlar için aflarını, müjdelerini vermezsen kölen (kasva) gibi başımı vurur ben gitmem bu kapından…

İlla af Şefaatillah…

Sofilerin af şefaati Ya Ebu Kasım Muhammed (A.S.V.)