Arşivler

Temmuz 2010 ayı için tüm yazılar

Rabitanin sünnettteki yeri

Temmuz 30, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

           

    Allah’a sonsuz hamd ve O’nun Habib-i Edibi Muhammed ’ül Mustafa s.a.v efendimize de salat ve selamdan sonra sözlerime başlıyorum.

               Bildiğiniz gibi, bir süre önce, forumumuzda bana “Meczuba Rabıta Sorusu” başlığıyla bir soru sorulmuştu. Bende malum “Rabıta” konusuyla alakalı bu yazıyı,  belirli bir zaman bekledikten sonra kaleme almayı uygun gördüm. Sebebine gelince de, ilk soru sorulan kısma başka görüş eklemek isteyen arkadaşlar olabilirdi. Diğer bir husus ise soruyu sorarak konuyu başlatan arkadaş, nefsine ve şeytanın vesvesesine uyarak “haksız” muhalefette bulunmayıp, insaf dâhilin de, selim bir akıl ve kalp ile bu yazılanları okuyabilsin diye idi.

             Soruyu soran arkadaşımız;
      a-   “Rabıta” uygulamasının Hz peygamber ve sahabesinden uygulamalı bir örneğini soruyor,
      b-   Bunun bir ibadet olduğu görüşünü savunuyor,
      c-   Tasavvuf ilminde bir otorite olan “Müceddidin” “Rabıtayı” ele alıp gerekirse kaldırmasından bahsediyor,
      d-   Rabıtayı terk edenlerin tarikatlarından aforoz edildiğini söylüyordu.

                Bizim yazımızın merkezini de bu konular oluşturacaktır. Rabıta hakkında ki delillere ve görüşlere fazla değinmeyeceğim, çünkü forumumuzda “Rabıta Risalesi ve Rabıtayla Alâkalı Sorular” başlığı altında, yeteri kadar bilgi mevcuttur. Burada onları tekrar etmemiz gerekmiyor. Rabıtanın tarifi üzerinde de fazla ve detaylı bir şekilde durmayacağım. Elimden geldiği kadar da bu yazının kısa, öz ve herkes tarafından anlaşılabilir olmasına azami gayreti göstereceğim.

                Kısaca Rabıtaya değinecek olursak, “Rabıta” hepimizin bildiği gibi kelime anlamı olarak, “ilgi – alaka – bağlanmak – iki şeyin birbirine bağlanması” gibi anlamlara gelmektedir. Fetevayı Ömeriyye Sahibi, Ömer Ziyaüddin Dağıstani “Mürşit Rabıtasını” şöyle tarif etmektedir:

         “Rabıta Allah’a O’nun yüce rasulüne ve cenab-ı hakkın veli kullarına duyulan bir sevgiden ibarettir. Rabıta ile sevgi arasındaki alaka “zikri lazım ile irade-i melzum” (birinin bulunması halinde diğerinin de zaruri olarak bulunması) kabilindendir. Nasıl sevgi; sevgilinin hayalini, güzelliğini, şahsını, sıfatlarını, hal ve hareketlerini, yüz hatlarını düşünerek kalbi sevgiliye bağlamaktan ibaret ise rabıtada öyledir. O da: Sevginin fazlalığından kaynaklanan kalbi bir alakadan ibarettir. Bu, şahsına, hal ve durumuna göre mü’minin kalbinde az veya çok bulunur. Zira her mü’minin kalbinde az yada çok Hz. Peygamber S.A.V ve dört büyük halifesine yönelik bir alaka vardır.

            Nakşibendiyye Tarikatı ıstılahında rabıta, dini bakımdan doğru kabul edilen bir yorum ile üç şekilde mütalaa edilmektedir.

            1-Rabıtatül Huzur: Bu tür rabıta, müridin kalbini tam bir sevgi ile Allah’a bağlaması, “her ne kadar sen onu görmüyorsan da, O seni görmektedir.(ihsan)” ve “her nerede olursanız olun, O, daima sizinle beraberdir.” Emirlerinde ifade edilen şekliyle, Allah’ın her an kendisiyle beraber olduğu, her yerde hazır ve nazır bulunduğu, her şeyi en iyi gören, işiten ve bilenin Allah inancıyla hareket etmesidir. Böylece müridin “Amellerin en faziletlisi, nerede olursan ol, Allah’ın seninle olduğunu bilmendir.” Hadisinde ifade edilen bir çizgiye gelmesidir. Üç şekilde ele alınan rabıtaların en kıymetlisi budur. Hatta diğer rabıta türleri müridi bu noktaya getirmek içindir.

            2-Rabıtatül Mevt: “Ölmeden evvel ölünüz.”, “Ahirette hesaba çekilmezden önce, bu dünyada kendinizi hesaba çekiniz”, “Dünyada sanki bir yolcuymuş veya bir garipmiş gibi yaşa.”, “Dünyada kendini ölülerden say.” Hadislerinde ifade edilen manalara uygun olarak, müridin kalbini, ölüme, kabire, kıyamet ve ahirete bağlaması, bunların şiddeti ve korkunçluğunu düşünmesi, böylece nefsinin kötülüğe yönelik eğilimlerini engellemeye çalışmasıdır.

            3-Rabıtatül Mürşid: Ellerinde bir delil bulunmadığı halde, ehlullah’ın kemal ve feyzinden nasibsiz bazı alimlerin, çoğu taklidçi ve bilgisiz bazı kimselerin karşı çıktığı rabıta türü budur. Buda müridin kalbini, Allah’ın peygamberlerinden birine, veya O’nun veli kullarından bir veliye, veya hepsine birden, yada silsilesi Hz. Peygamber S.A.V. ulaşan kamil bir mürşide veya şeyhine, yada hakkında güzel duygular beslediği ve üstünlüğünü takdir ettiği birine bütün sevgi ve samimiyetiyle bağlanmasından ibarettir. Kullara emredilen ve onlardan istenen rabıta budur. Bunun gereği ise, müridin kalbini bağladığı kimselerden feyz alması, sıkıntıya düştüğü zamanlar onlardan yardım dilemesi, ve problemine onların söz, hareket ve halleriyle çözüm bulmaya çalışması, onların bedeni veya manevi suret ve siretlerini hayalinde canlı tutmasıdır.” (Merhum Ömer Ziyaüddin Dağıstani k.s hazretlerinin sözleri burada bitti)

               Şimdi, buradan da görebileceğimiz gibi, Rabıtaya itiraz eden bir kişiye şunu sorsak “Ben her gün, bir kenara oturuyorum ve 15 – 20 dakika ölümü düşünüyorum. Bu dinen sakıncalımıdır?” Şahsen ben şu ana kadar bunun kötü bir davranış olduğunu söyleyen veya bunun şirk olduğunu iddia eden, ya da bunun bidat olduğunu ifade eden birisine rastlamadım, duymadım, bilmiyorum. Yine Rabıtaya itiraz eden birisine aynı sözleri söyleseniz, ama bu defa ölümü değil de Allah’ın sıfatlarını düşünmenin hükmünü sorsanız, yine olumsuz bir şey duymazsınız. Ancak, bu defa sevdiğiniz bir kişiyi düşünmenin hükmünü sorsanız, itiraz ettiğini görürsünüz. Bunun nedenini sorsanız, Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten iddiasının delilini sorsanız, alacağınız net bir cevapta yoktur. Oysaki, insanlar Hz Ademden bu tarafa, sevdiklerini hayal etmektedir. Eğer bunun dinen sakınca içeren bir durumu olsa idi, bunun kitap ve sünnetten açıkça yasaklanmasına yönelik, hükümleri olurdu. Çünkü “şirk” günahların en büyüğüdür. Allah’ın (c.c) yada peygamberinin, toplumu şirke götürecek bir olay karşısında, tepkisiz kalmasını düşünmek, Allah’ı (c.c) ve peygamberini tanımamaktan başka bir şey değildir.

                 Biz diyoruz ki, Mürşit Rabıtası veya kişinin sevdiği birini hayal etmesini yasaklayan, Kur’an-ı Kerimden bir ayet, Resulullah’tan bir söz veya sahabesinden bir cümle varsa bulun getirin, Allah razı olsun der, hatamızı kabul eder, fiilimizden döneriz. Bu konuda ellerinde zanlarından, kişisel görüşlerinden ve kanaatlerinden başka hiçbir şeyleri yoktur. Zaten birçoğu “Rabıta” nın ne olduğu hakkında ciddi bir araştırma dahi yapmış değildir. Örneğin ismini vermeyeceğim bir profösör, bir yazısında diyor ki; “Rabıta Mevlana Halid-i Bağdadi tarafından ortaya atılmıştır”. Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s) yalnızca bir tarikat şeyhi değil, aynı zamanda fıkıhta da bir müçtehittir. İlmi seviyesinin yüksekliğine işaret etsin diye, talebelerinin arasında yer alan, dönemin iki büyük aliminin ismini sizlere vermek istiyorum, birisi “Alusi – kendisi müfessirdir” diğeri ise Hanefi fıkhında meşhur “Reddül Muhtar isimli kitabın yazarı – İbni Abidin’dir” Şimdi Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s) 1825 ler de vefat etmiştir. Oysa ki, “Rabıta ondan en az 600 yıl önce, Tasavvuf çevrelerinde uygulanmakta idi”. 1800 lü yıllara gelene kadar, hangi zahir âlimleri bu “Rabıtaya” itiraz etmiş bir bulun bakalım. Bir araştırın, bunun şirk olduğu, 1800 lü yıllara kadar kimsenin aklının ucundan geçmemiş mi?

                  Tasavvufta neden rabıta yapıldığını kısmen “seyru sulük, rabıta” yazılarımızda (forumun tasavvuf bölümünde mevcut” anlattığımız için, burada konunun detayına girmiyorum. İsteyen arkadaşlar o yazıları okuyabilirler. Soruları cevaplamaya başlamadan önce sizinle bazı ayetleri ve yazı uzamaz ise bazı hadisi şerifleri paylaşmak istiyorum.

                  Bizler “Rabıta” yaparak, hakkında hüsnü zanda olduğumuz, Allahın “Veli” bir kulunu hatırlamaya, anmaya ve yâd etmeye çalışırız. Rabbimiz ise Kur’an-ı Kerimde, bazı peygamberlerin ve peygamber olmayanların isimlerini belirterek “kitapta an” hatırla, yâd et demektedir. Bununla ilgili ayeti kerimeleri istifadenize sunuyorum:

وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْنَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ
Enbiya 78.   Davud ve Süleyman’ı da (an). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı:

وَأَيُّوبَ إِذْنَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Enbiya 83.   Eyyub’u da (an). Hani Rabbine: “Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.

وَزَكَرِيَّاإِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْداً وَأَنتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
Enbiya 89.   Zekeriyya’yı da (an). Hani o, Rabbine şöyle niyaz etmişti:

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَاوَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ
Enbiya 91.   Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de an.)

وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتْ النُّذُرُمِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْعَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Ahkaf 21.   Ad kavminin kardeşini (Hûd’u) an.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْمِنْ أَهْلِهَا مَكَاناً شَرْقِيّاً
Meryem 16.   (Resûlüm! ) Kitap’ta Meryem’i de an.

وَاذْكُرْفِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقاً نَّبِيّاً
Meryem 41.   Kitap’ta İbrahim’i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَى إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً وَكَانَ رَسُولاً نَّبِيّاً
Meryem 51.   (Resûlüm!) Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَصَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَّبِيّاً
Meryem 54.   (Resûlüm!) Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِدْرِيسَإِنَّهُ كَانَ صِدِّيقاً نَّبِيّاً
Meryem 56.   Kitapta İdris’i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi.

وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُبِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
Sad 41.   (Resûlüm!) Kulumuz Eyyub’u da an.

وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَأُوْلِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ
Sad 45.   (Ey Muhammed !), Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da an.

وَاذْكُرْإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِ وَكُلٌّ مِّنْ الْأَخْيَارِ
Sad 48.   İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.

                Aklımızda ve kalbimizde şüphe kalmasın diye, gayet açık olan bu ayetler hakkında, konunun uzmanları olan tefsir âlimlerinin sözlerine de değinmekte fayda vardır.

      İmam Kurtubi: Yani sana indirilen kitab olan bu Kur’ân-ı Kerîm’de İbrahim’in de kıssasını, haberini oku… “Kitapta Musa’yı da an.” Yani Kur’ân-ı Kerîm’den onlara Musa kıssasını da oku.

      Fahreddin Razi: Ayetteki iz edatı “Meryem” lafzından bedel-i istimaldir. Çünkü, zaman, Hz Meryem’in başına gelen şeyi de kapsamaktadır. Burada, Meryem’in zikredilmesinin maksadı, bu enteresan hadisenin ne zaman meydana geldiğini anlatmaktır…

      Elmalı: (Ey Muhammed !) Kur’ân’daki Meryem kıssasını da an (insanlara anlat)… Kur’ân’da İbrahim’i(n kıssasını da) an…

      Ömer Nasuhi Bilmen: Ey Yüce Resulüm!. (Kitapta) Kur’an’ı Kerim’de bu surei mübarekede (Meryem’i de hatırla) İsrail oğullarının eşrafından olan Umran’ın kızı Meryem’in kıssasını da an… Ey Yüce Resulüm!. (Kitapta) bu surede veya Kur’an-ı Kerim’de (İbrahim’i de zikret)… (Ve) Ey peygamberlerin iftiharı!. (Kitapta) Kur’an’ı Kerim’de veya bu mübarek sürede (Musa’yı da an) onun kıssası, yüksek mertebesini de zikreyle…. (Ve) Ey Son Peygamber! (Kitapta) Kur’an-ı Kerim’de ve özellikle bu mübarek sürede güzel vasıfları bildirilen (İsmail’i de an) yani: İbrahim Aleyhisselâm’ın oğlu ve senin büyük ceddin olan o muhterem Peygamberi de zikret.

      Sabuni: Ey Muhammedi Allah’ın sonsuz gücünü gösteren enteresan Meryem kıssasını hatırla… Ey Muhammedi Yüce kitapta Allah’ın dostu İbrahim’i an… Ey Muhammedi Kavmine Kur’an-ı Kerim’de Musa Kelimullah’m haberini anlat… Ey Muhammedi Kur’an-ı Kerim’de, İbrahim’in oğlu, deden kurbanlık İsmail’in haberini de an…

                Bu tefsirlerden de açıkça görülüyor ki, anmak kelimesi hepimizin bildiği anlamda kullanılmıştır. Tefsirlerden özellikle Meryem suresini seçtim, çünkü Hz Meryem peygamber değildir. Şimdi hiç tanımadığınız birisini anmanız, hatırlamanız düşünmeniz size söylense, bu sizin zihninizde nasıl canlanır, birde tanıdığınız bildiğiniz birisini düşünmeniz istense bu sizin zihninizde nasıl canlanır. İşte bu canlanma, bu düşünme, bu hayal etme, bizim mürşit rabıtası dediğimiz değildir de nedir? Eğer bu hayal etme kötü ve şirk kokan bir fiil olsaydı, Allah (c.c) hiç bu Salih kullarının anılmasını kitabında emreder miydi? Sizin aklettiğinizi, Allah (c.c) ve Hz peygamber akledemedimi?

               Yine Al-i İmran Suresi 193 ayetin sonunda “Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı iyilerle beraber al.” buyrulmaktadır. İnsanın ölüm anı gibi kritik bir anında bile, Salih kullarla birlikte can vermesini istemesini Allah bize öğretmiyor mu? Ölüm anında bile bunu istememiz gerekiyorsa, normal zamanda bir Salih kulla birlikte olduğumuzu düşünmek Kur’ana ve İslama nasıl aykırı olur?

               Yine Enfal Suresi 63 Ayette “Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin…” buyrulmaktadır. Burada Medineli Müslümanların kalbini Allah neyle birleştirdi? İslam la ve kendisinin temsilcisi Resulullah’la. Bizlerde rabıta ile Salih bir kimseyle kalbimizi birleştirmeyi hayal ederiz, şimdi bunun neresi Kur’ana aykırıdır?

               Şimdi rabıtanın yapılabileceğine dair bazı Kur’an ayetlerine değindikten sonra, soruları cevaplamaya başlayabiliriz. Ben sorulara en sondan cevap vermeye başlayacağım.

Soru: Rabıtayı terk edenler Aforoz edilir mi?

          Cevap: Hayır asla aforoz edilmez, zaten “aforoz” doğru bir ifade şekli değil, bunun yerine “Tard – Kovmak” demek daha doğru olur. Soruyu soran arkadaşımız, bunu şeyh efendinin değil, cemaatinin yapacağını da söylemiştir. Şahsen ben kendi adıma örnekleme yapayım, cemaat beni ne kadar kovarsa kovsun, hiç önemli değil, yeter ki benim hocam beni kovmasın, çünkü, hocam beni kovsa ama cemaat beni kovmasa bunun bana yararı nedir? Ben bir vesileyle benzeri bir soruyu ehline sormuştum, yani dervişlik görevlerini yapmayanların durumu nedir? Aldığım cevap, “verdiği sözde durmadığı için vebalde kalır” olmuştur. Bu yazıyı yazmama sebep olan soru ve cevap metinlerini okuyan bazı tanıdıklarım dan, “bu arkadaşın canı çok yanmış, çok haksızlığa uğradığı ve atıldığı besbelli” gibi sözler duydum, benim bildiğim kadarıyla böyle bir durum yok. Zaten birde bu nedenle bu yazıyı yazıyorum, umarım soruyu soran arkadaşımızda böyle bir şeye maruz kalmadığını, “Tard” edilmediğini ifade edecektir.

          Soru: Bir Müceddid bu konuya el atıp Rabıtayı düzenler yada kaldırırsa?

          Cevap: Bu konuda müceddid olan zevatın, şu ana kadar rabıta konusunda “icması” vardır ve en ufak bir tenkit ve tashihte bulunmamışlardır. İmam-ı Rabbaniyi örnek olarak vermiştik, başka kişilerin görüşlerini isteyen arkadaşlarımızda olursa onlarınkini de nakledebiliriz, metnin uzamaması amacıyla şu an buna gerek görmüyorum. Kaldırmaya gelince de, istemeyen şu anda da yapmayabilir. Birisinin gelip kaldırmasına hiç gerek yok. Ama bir şeyh efendi tutarda “ben artık ders programımızda rabıtaya yer vermiyorum” derse, bu kendisinin içtihadıdır, olabilir.

         Soru: Rabıta bir ibadettir, ibadet olduğu içinde Kur’an ve Sünnetten açık uygulaması bulunması gerekmez mi?

         Cevap: Rabıta asla bir ibadet değildir ki, Kitap ve Sünnetten bağlayıcı bir uygulaması olsun. Rabıtayı savunan hiç kimse şu ana kadar böyle bir söz söylememiş ve rabıtanın bir ibadet olduğunu iddia etmemiştir. Aksine Rabıta sufiyenin nazarında içtihadi bir konudur. Peki Rabıta neden bir ibadet değildir.

          1- Salik, artık kendi ayakları üzerinde durabilir hale geldiğinde, mürşit rabıtasının terki vacipdir. Bunda sufiler ittifak etmişlerdir. Oysaki Kitap ve Sünnette bulunan hiçbir ibadetin ölene kadar veya akli melekeler kaybedilene kadar terki mümkün değildir.

          2- Kitap ve Sünnette emredilen bir ibadetin terkinde, onun kazası gerekir. Oysaki yapılmayan rabıtanın kazası diye bir şeyden bahsedemezsiniz çünkü yoktur.

          3- Kitap ve Sünnete göre yalnızca Allaha ibadet edilir, burada haşa şeyhe tapınmayla alâkalı tek bir cümle var mı? Şeyhe tapınma yok ki, rabıtada ibadet olsun.

         İşte başlıca bu nedenlerden dolayı, gayet açık bir şekilde görülmektedir ki, “Rabıta” bir ibadet değildir.

          Soru: Rabıtanın neden peygamber ve sahabe tarafından bir uygulaması yoktur.

          Cevap: Bu soruyu birkaç noktadan ele almakta fayda var. Mesela şimdi, hadisçilerin, hadisleri tedvin etmekte uyguladıkları ve birbirinden farklılık gösteren metotlarının, peygamber ve sahabe arasında uygulamalı örneği varmı? Aynı soruyu, tefsir usulleri, kelam usulleri ve ekolleşen fıkıh usulleri içinde soruyoruz. Bu soruları sormak ne kadar doğruysa, rabıta ile ilgili öyle bir soru sormak o derece doğrudur. Nedenine gelince, nasıl ki muhaddisler hadisleri incelemek için bir takım metotlar geliştirmişse, tefsirciler ve kelamcılar kendilerine göre metotlar geliştirmişse, fıkıh mezhepleri kendilerine göre usuller geliştirmişse, Tasavvufunda kendisine has usullerinin olması gayet normaldir.

               Rabıtanın ben şahsen Hz Âdem den bu yana olduğunu, yapıldığını düşünüyor ve iddia ediyorum. Çünkü Rabıta sevenin sevdiğini hayal etmesidir. Hz Âdem ile Hz Havva, yeryüzün de birbirlerinden ayrı yaşadıklarında, birbirlerini hiç düşünüp hayal etmediler mi? Rabıta bu nedenle son derece fıtridir. Bunda bir yanlışlık olsaydı, İslam buna mutlaka bir şekil verirdi. Meselâ, hac ibadetinin İslâm dan önce de müşriklerce yapıldığını biliyoruz, hatta çıplak ve ıslık çalarak Kâbe yi tavaf ederlermiş. İslâm buna yeni bir çehre vermiş ve meşru bir zemine çekmiştir.

                Sonra şekillere fazla takılmamak gerektiği kanaatindeyim. Sebebine gelince de, Kur’an bizlere geçmiş ümmetlerin peygamberlerinin de namaz kıldıklarını haber veriyor, oysaki şekilsel olarak onlarda bizimki gibi bir namaza rastlanmadığı aşikardır. Şimdi namazın şekli durumu şüpheli olur mu?

                Sözü daha fazla uzatmadan sizlere Kütübü Sitteden bazı hadisi şerifleri yazıyorum:

ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]صَلَّيْتُ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # لَيْلَةًفأطَالَ حَتَّى هَمَمْتُ بِأمْرِ سُوءٍ. قِىلَ: وَمَا هَمَمْتَ بِهِ؟ قالَ: هَمَمْتُ أنْ أجْلِسَ وَأدَعَه.

3. (2662)- İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir gece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte namaz kıldım. Öylesine namazı uzattı ki, içimden çirkin bir şey yapmak geçti.
“Ne yapmak istemiştin?” diye sordular. Dedi ki:
“Oturup O (aleyhissalâtu vesselâm)’nu terketmeyi düşündüm.”

                Şimdi bu hadisi şerifte İbni Mesud efendimiz ne yapmış, bir gece Allahın Resulüyle ibadet etmiş. İbadetlerin uzun olmasından o kadar sıkılmış ki “ÇİRKİN” bir iş yapmayı oturup düşünmüş. Nedir o çirkin iş? Oturup, onu bırakıp gitmeyi düşünmek, şu duruma bakınız, Resulullahı düşünüyor, ne için? Bırakıp gitmek için.
                Resulullahı bırakıp gitmek için, oturup onu düşünmek “çirkin bir iş” olursa, Resulullaha kavuşmayı düşünmek, onu sevdiği için onu oturup düşünmek “güzel bir iş” olmaz mı?

                Sonra kişi kalbinde sevgi beslediği birisini nasıl olurda düşünmez? Veya nerede düşünmez? Bakalım efendimiz buna ne cevap vermiş

ـ5088 ـ9ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]ذَكَرْتُ النَّارَ فَبَكَيْتُ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَا يَبْكِيكِ؟ قُلْتُ: ذَكَرْتُ النَّارَ فَبَكَيْتُ. فَهَلْ تَذْكُرونَ أهْلِيكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ؟ قَالَ: أمَّا في ثَثَةِ مَوَاطِنَ فََ يَذْكُرُ أحَدٌ أحَداً: عِنْدَ الْمِيزَانِ، حَتّى يَعْلَمَ أيَخِفُّ مِيزَانُهُ أمْ يَثْقُلَوَعِنْدَ تَطَايُرِ الصُّحُفِ، حَتّى يَعْلَمَ أيْنَ يَقَعُ كِتَابُهُ، في يَمِينِهِ أم في شِمَالِهِ أمْ وَرَاءَ ظَهْرِهِ. وَعِنْدَ الصّرَاطِ إذَا وُضِعَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْ جَهَنَّمَ، حَتّى يَجُوز.

9. (5088)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ateşi hatırlayıp ağladım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Niye ağlıyorsun?” diye sordu.
“Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?” dedim.
“Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:  Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar, sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defterini nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar.” [Ebu Davud, Sünen 28, (4755).]

   Şimdi bu hadisi şerifi okuyan ehli insaf kardeşlerime diyorum ki, burada 2 rabıta çeşidi vardır.
1-   Ölüm rabıtası
2-   Sevilen birisine rabıta.
Hz Âişe annemiz cehennemi hatırlayarak ölüm rabıtası yapmış olmuyor mu? Sonra efendimize sorduğu sorudan da gayet net anlaşılıyor ki, ifade ettiği 3 yer haricinde Hz peygamber ehlini hatırlamaktadır. Hz Peygamberin can yoldaşı annemiz Hz Hatice yi oturup düşünmediğini söyleyebilecek biri var mıdır? Bu hadisi şeriften de anlaşılıyor ki, kişinin sevdiği birini düşünmesi fıtri bir hadisedir.

   Sonra sahabe efendilerimiz, Hz peygambere öyle bağlanmışlardı ki onu en zor şartlarda bile unutmuyorlardı, tıpkı aşağıdaki hadisi şerifte olduğu gibi:

ـ4245 ـ3ـ وعن عبدالرحمن بن كعب: ]أنَّ النَّبِيَّ #: نَهى الَّذِينَ قَتَلُوا اِبن أبِي الْحُقَيْقِ عَنْ قَتْلِ النِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ. فقَالَ رَجُلٌمِنْهُمْ: لَقَدْ بَرَّحَتْ امْرَأتُهُ عَلَيْنَا بِالصِّيَاحِ فَأرْفَعُ السَّيْفَ عَلَيْهَا فَأذْكُرَ النَّهى فَأكُفُّ، وَلَوَْ ذلِكَ َ سَتَرَحْنَا منْهَ.

3. (4245)- Abdurrahman İbnu Ka’b (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) İbnu Ebi’l-Hukayk’ı öldürenleri, (bu işe giderken) kadın ve çocukları öldürmekten nehyetmişti. Onlardan bir adam dedi ki: “Karısı bağırmalarıyla bize sıkıntı olmuştu. Kılıncı sıyırıp tepesine kaldırdım. (Vuracağım sırada) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı (n tenbihini) hatırladım ve kendimi tuttum. Bu tenbih olmasaydı ondan da rahata erecektik.” [Muvatta, Cihad 8, (2, 447).]

   Bu olayda ki atmosferi bir düşünün, sahabe efendimiz o an Resulullahı nasıl hatırlıyor, onu hatırlayınca nasılda kendini kontrol ediyor. Kişinin de kendini kontrol etmek için, sevdiği birini hatırlaması nasıl güzel bir şey olmaz?

   Yine sahabe efendilerimizin, efendimizi ne kadar düşündüklerine şu hadislerde güzel bir örnektir:

ـ11ـ وعن ربيعة بن كعب ا‘سلمى قال: ]كُنْتُ أبِيتُ مَعَ النّبىِّ # فَآتِيهِ بِوَضُوئِهِ وَبِحَاجَتِهِ، فقَالَ لِى: سَلْنِى. قُلْتُ: فإنِّى أسْألُكَ مُرَافَقَتَكَ في الجَنَّةِ، فقَالَ: أوَ غَيْرَ ذلِكَ؟ قُلْتُ: هُوَ ذاكَ. قالَ: فَأعِنِّى عَلى نَفْسِكَ بِكَثْرَةِ السُّجُود.

11. (2328)- Rebî’a İbnu Ka’b el-Eslemî anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber gecelemiştim, kendisine abdest suyunu ve başkaca ihtiyaçlarını getirdim. Bana:
“Dile benden (ne dilersen)!” buyurdu. Ben:
“Senden cennette seninle beraberlik diliyorum!” dedim. Bana:
“Veya bundan başka bir şey?” dedi. Ben:
“Hayır, sadece bunu istiyorum!” dedim.
“Öyleyse kendin için çok secde ederek bana yardımcı ol!” buyurdu.”
Müslim, Salât: 226, (489); Ebû Dâvud, Salât: 312, (1320).

ـ4491 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ أبُو بَكْرٍ لِعُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما، بَعْدَ وَفَاةِ رَسُولِ اللّهِ #: انْطَلِقَ بِنَا الى أُمِّ أيْمَنَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها نَزُورُهَا كَمَا كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَزُورُهَا. فَلَمَّا أتَيَا إلَيْهَا بَكَتْ. فقَاَ لَهَا: مَا يُبْكِيكِ؟ أمَا تَعْلَمِينَ أنَّ مَا عِنْدَ اللّهِ خَيْرٌ لِرَسُولِ اللّهِ، قَالَتْ: بَلى إنِّى ‘عْلَمُ أنَّ مَا عِنْدَ اللّهِ خَيْرٌ لِرَسُولِ اللّهِ، وَلكِنْ أبْكِى أنَّ الْوَحْىَ قَدْ اِنْقَطَعَ مِنَ السَّمَاءِ، فَهَيَّجَتْهُمَا عَلى الْبُكَاءِ، فَجَعََ يَبْكِيَانِ مَعَهَ.

1. (4491)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Ömer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın vefatından sonra, Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh)’a:
“Gel beraber Ümmü Eymen (radıyallahu anhâ)’ya gidip ziyaret edelim, tıpkı Aleyhissalâtu vesselâm’ın onu ziyaret ettiği gibi” dedi ve gittiler. Ümmü Eymen onları görünce ağladı.
“Niye ağlıyorsun? Resûlullah’ın Allah nezdinde bulacağı (mükâfaatlar)ın daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun?” dediler. Ümmü Eymen:
“Evet bilmez olur muyum? Allah indinde olan, Resûlullah için elbette daha hayırlıdır. Velâkin beni ağlatan, semadan gelen vahyin kesilmiş olmasıdır” dedi. Bu sözleri onları da hüzünlendirdi. Ümmü Eymen’le birlikte onlar da ağladılar.” [Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 103, (2453)

                Bu hadisi şeriflere baktığımızda sahabenin hz peygamberi düşünmediğini nasıl söyleyebiliriz? İllaki oturma lı olsun diyorsak ki, buna da el insaf demek lazım, ilk hadisi şerif oturmalı, oda ona delildir. Son olarak aşağıdaki hadisi şerifleri okuduğumuzda, “Rabıta” kişinin sevdiği biriyle beraber olmasının da bir yolu değil midir?

ـ3347 ـ13ـ وعن أبي ذر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ، الرَّجُلُ يُحِبُّ الْقَوْمَ وََ يَسْتَطِيعُ أنْ يَعْمَلَ عَمَلَهُمْ؟ قالَ: أنْتَ يَا أبَا ذَرٍّ مَعَ مَنْ أحْبَبْتُ[.

13. (3347)- Hz. Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü! dedim. Kişi, bir kavmi sever, fakat onların amelini işleyemezse, (sonu ne olacak)?”
“Ey Ebû Zerr, buyurdu, sen  sevdiğinle berabersin!”

ـ3348 ـ14ـ وفي لفظ الترمذي: ]المَرْءُ مَعَ مَنْ أحَبّ .

14. (3348)- Tirmizî’nin bir rivayetinde: “Kişi sevdiğiyle beraberdir” denmiştir.

   Yazının bütününü sabırla okumanızı istirham ediyorum. Sizleri, bunları yazarak sıktığım içinde peşinen bir özür diliyorum. Hepiniz Allaha emanet olunuz.

 
Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye Işığında İslam Tasavvufu ve Nakşibendi Tarikatının Esasları” adlı kitaptan alıntıdır.

www.dervisler.net

Bu diyet bedeniniz değil aklınız için

Temmuz 28, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

 

Yaşam koşuşturması içinde öyle günler, öyle olaylar yaşıyor veya şahit oluyoruz ki “Allah’ım aklımı koru” demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

Bir başka açıdan bakarsak, içinde olduğumuz yoğunluk, günü yakalama veya günün önüne geçme telaşı aynı anda birçok iş yapmamıza, onlarca konuyu, ismi aklımızda tutmamıza sebep oluyor.

Durum böyle olunca da “Aman oraya da yetişeyim, buraya da yetişeyim, şunu da yapayım, buna da yardım edeyim” derken bedenimiz kadar kafamız da yoruluyor. Haliyle de unutkanlıklar başlıyor.

Biriyle karşılaşıp adını hatırlamadığımız, yerimizden kalkıp ne yapacağımızı unutup geri döndüğümüz, telefonu çevirip karşı tarafın numarası çalarken kimi aradığımızı unuttuğumuz çok oluyor. Bunlar yine zararsız unutkanlıklar.

İşin bir de dalgınlığa varan kısmı oluyor ki bunlar bazen sağlığımıza, hayatımıza veya maddi durumumuza zarar verecek durumları oluşturabiliyor. Stresin üzerimizdeki etkisi ise hep ayrı.

Tüm bu sebeplerden dolayı fiziksel sağlığımıza dikkat ettiğimiz kadar akıl sağlığımıza da önem vermeli, sağlıklı kalabilmek için çaba sarfetmeliyiz.
Bu konu özellikle de son zamanlarda Amerika’nın gündeminde.

Amerikalılar mucize akıl diyetiyle ilgili konuşuyorlar ve konu hakkında çıkan yazıları okuyorlar. Bilimadamları yeni bir diyet geliştirmiş. Ancak bu diyet bilinen diğer diyet türleri gibi kilo verdirmeye yönelik değil. Geliştirilen diyetle insanların akıl sağlığını, psikolojilerini düzenlemek amaçlanıyor.

Diyet, Tesadüf Sonucu Keşfedildi

Geçtiğimiz sene Amerika’nın ünlü Newsweek Dergisi yayımladığı “Akıl Diyeti” ile beyin için gerekli olan gıdaları açıklamış. Amerikalı bilimadamları, akıl hastalıkları ve özellikle depresyona karşı koruma sağlayabilen son derece basit bir diyet hazırlamışlar.

Araştırmalar ve tesadüfler sonucu keşfedilen bu diyet, şimdi medya dünyasının favorisi olan “kilo verme, form koruma, yaza hazırlanma” diyetlerini bile sollayarak gündemin bir numaralı konusu olmuş.

Hem Aklınız Hem Fazla Kilolarınız İçin

Bilimadamları zaten “Her şey kafada başlar” sloganıyla “akıl sağlığımızı koruyalım” diyetinin kilo sorunlarına da çözüm olabileceğini savunuyorlar. Kendi tanımlamalarıyla “Psikiyatrik rejim” de dedikleri akıl diyeti beyne iyi gelen gıdalardan oluşan bir diyet. Beyni güçlendiren, strese karşı dirençli hale getiren, ileride ortaya çıkabilecek depresyon, manik-depresyon, doğum sonrası depresyon, intihar eğilimi gibi rahatsızlıkları bile önleyebilen bir diyet. Üstelik çok kolay.

Listedeki gıdalardan, birini bir gün, diğerini bir başka gün, gönlünüzce tüketmeniz yeterli.

Balık ve Ceviz Listenin Başında

Akıl diyetinde iki önemli gıda temel alınıyor. Biri balık, özellikle somon balığı, diğeri de ceviz. Diyetteki yan gıdalar yumurta, ıspanak, buğday ve balık yağı… Diyet her gün biraz ceviz atıştırmayı öğütlüyor. Ya da bir gün ceviz, ikinci gün bir yumurta, üçüncü gün somonbalığı, dördüncü gün ıspanak. Bu gıdaların hepsinin Omega-3 adı verilen bir madde içerdiğini açıklayan uzmanlar, bu gıdaların beyin fonksiyonlarını düzenlemeye yaradığını belirtiyorlar.

Beynin, yüzde 60 yağdan oluşan bir organ olduğunu ve doğru düzgün çalışması için Omega-3 yağ asitlerine ihtiyaç duyduğunu, oysa son yıllarda form korumak uğruna insanlar balığın bile yağsız olanını seçtiğini hatırlatan Psikiyatri uzmanı ve Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Andrew Stoll, “İnsanlar vücut güzelliği için, aslında hiç bilmeden beyin sağlığını riske attılar” diye uyarıyor. Dahası zayıflamak için yapılan diyetlerin beyni riske attığı gibi, kalp sağlığı için de sorun yarattığını yazıyor.

Araştırmacı doktorun açıklamalarında Omega-3 denilen maddenin, herkes için önemli ama anne adayları ve yeni doğmuş bebekler için daha da önemli olduğunu yazıyor. Ceninlerin genellikle beyin geliştirmek için anneden bol bol Omega-3 çektiklerini, eğer anne adayı zaten yetersiz Omega-3 alıyorsa, doğum sonrası depresyona girmesinin kaçınılmaz olduğuna dikkat çekiyorlar.

15 gram cevizde 1.02 gram Omega-3 bulunuyor. Bir kupa cinsi bardağa sığacak kadar ıspanak ise 0.5 gram içeriyor. Bir köy yumurtasında ise 0.17 gram var. Hepsini bir günde tüketmeye gerek yok. Bunların kanıtlanmış bir faydası daha var. Kalbinizi de, beyninize de formda tutuyor. Bu ikisi formdaysa, kilo sorununuz da ortadan kalkıyor.

 

 

 
Kaynak: sadakat.net

Gavs Hz Avrupaya tesrif ediyor.

Temmuz 11, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Gözün aydin olsun Almanya..

Gözün aydin olsun Fransa..

Gözün aydin olsun Belcika…

Gözün aydin olsun Avrupa..

Gözümüz aydin olsun.

An itibari ile ayni havayi teneffüs edebilmek..

Havanin kokusu bile bir baska…

Bir saat kadar mesafede yakin olabilmek, hele de Avrupadayken.

Hele ki gurbet icre gurbetteyken.

Tarifi cok zor duygulari ifade edebilmenin..

Seni bu kadar özlemisken..

Bu yil sana gelemedeim..

Diye üzülürken , boynumuzu bükük birakmadin..

Seni ziyarete imkan bulup gelemeyen üveyslerin gözü aydin oldu.

Mesela kiz kardesim bu hafta Avusturyadan beni ziyaret icin gelmisti.

Senede bir defa gelebilir ancak.

Esi ile ayni sevdayi tasimadiklari icin sana gelemiyordu.

Ne güzel tevafuk oldu..

Gözün aydin olsun kardesim

Nasip……

InsaAllah bize de nasip olur ziyaret.

Kara Davud -Sahibül Mirac-Mirac hadisesi

Temmuz 5, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
SAHİBÜL MİRAC   

Rasulullah efendimiz pak vücutlarıyla, cevherden merdivenle ( ruh ve cesetle birlikte)diri olarak kudüsden semaya yükselmiştir. Bu sadece Rasulullah efendimize mahsustur.    Rasulullah efendimizin  sav.  risaletle gelişinin onikinci senesinin recep ayının yirmi yedinci  pazartesi  gecesi, ümhanin evine geldi. Ümmühani Hz Ali efendimizin kız kardeşi idi  . Ümmühaninin evinde yatsıdan sonra uyur uyanık halde yattı. Allahu Teala, Cebrail as’a  cennete git, bir Burak al, Resulumu huzuruma getir, dedi. Cebrail a.s. cennete gitti, gördü ki orada kırk bin Burak gezmektedir. Her birinin alnında Muhammed  ismi şerifi yazılmış . Aralarında bir Burak vardı. Mahzundu. Başını aşağı eğmiş göz yaşları sel gibi akıyordu hemde hiç durmadan. Cebrail o  mahzun Burak,ın  yanına vardı. Hüznünün ve ağlamasının sebebini sordu. Burak şöyle anlattı:
–   Cennette gezerken aniden  kulağıma:
–   Ya Muhammed, diye bir ses geldi. İşittiğim anda o ismin sahibine aşık oldum, O’ nun
aşkı ve cemalini görmek arzusu ile kırk bin yıldan beri mahzun olup ağlarım.
–   Cebrail a.s. o Burak’ın haline  merhamet etti şöyle dedi
–   Senin maşukun olan Hz. Muhammed bu gece mirac’a davet olundu. Mescidi  Haramdan
Mescidi Aksaya Burak’ la gelecektir. Seni götüreyim muradına er.
–   Bundan sonra  o Burak’a nurdan eğer vurdu ; zebercedden gem vurdu. İki cihan sultanı
Rasulullah Efendimizin halvet saraylarına geldi. Rasulullah  sav buyurdu ki:
–  “Ümmühani’nin   evinde  idim. Orada uykuya dalmışım. Gözlerim uyuyordu;  ama
kalbim uyanıktı. Bu sırada  Cebrailin sesi kulağıma geldi.;uykudan kalktım oturdum. Gördüm ki Cebrail karşımda oturuyor.bana şöyle dedi :
-Yüce Hak sana selam etti; Seni ben taşıyacağım. -ü Teala istedi ki: sana türlü
keremlerle ikram eyleye. Senden evvel gelenler bu turlü kereme nail olmadılar ve olmayacaklardır.Kalktım,.abdest almak istediğim zaman, abdestim için Kevser nehrinden su gelmesi emri verildi, daha abdest azalarımı açmadan, Ridvan, Kevser suyu dolu yakuttan iki ibrik getirdi. Birde   yeşil zümrütten leğen getirdi..Bundan sonra yıkandım;Sırtıma nurdan bir  hulle   giydirdiler.Başıma da nurdan bir kavuk koydular. Bu kavuğun hikayesi şöyleydi:
Adem as. yaratılmadan sekiz bin sene evvel, Rıdvan  onu benim adıma sarmıştı, sarıldığı vakitten bu yana  kırk bin melek  o kavuğun içinde tazimle durup tesbih ve tehlille meşgul oluyorlardı. Her tesbihin sonunda bana salat ve selam okuyorlardı. O kavuğun  kırk bin gözü vardı. Her gözünde de dört satır yazı vardı.BİRİNCE SATIRDA MUHAMMED AllahIN
RASULÜDÜR.
İKİNCİ SATIRDA MUHAMMED AllahIN NEBİSİDİR.
ÜÇÜNCÜ SATIRDA MUHAMMED AllahIN HABİBİDİR
DÖRDÜNCÜ SATIRDA:MUHAMMED AllahIN HABİBİDİR.
Bundan sonra Cebrail arkama nurdan bir bürde (pelerin gibi) koydu.-belime de kızıl yakuttan bir kemer kuşattı. Elime de yeşil yakuttan zümrütten bir kamçı verdi. Bu kamçı dört yüz inciyle süslenmişti. Her incinin sabah yıldızı gibi parlaklığı vardı. Ayaklarıma da,yeşil zümrütten bir çift  pabuç giydirdi. Daha sonra elimden tutup beyti harama götürdü.”
    Bir başka rivayette , Resulüllahın S.A efendimiz bundan sonrasını şöyle anlatmıştır.
“Zemzem kuyusundan abdest aldım. Beyt-i Mükerremeyi yedi kere tavaf ettim. Makamı-İbrahim de iki rekat namaz kıldım. Hatime geldim, dinlenmek için bir miktar oturdum, Bu oturduğum yerde Cebrail göğsümü yardı. İçi hikmet ve marifet dolu testi getirdi. Mikail üç leğen zemzem suyu getirdi. Barsaklarımı  ve göğsümü yıkadılar. Bundan sonra kalbimi yarıp içindeki siyah pıhtı kanı attı ve şöyle dedi:
-Bu  kan heybetli bir şey görünce korkmaya sebeptir. Onu çıkardım. Siz  bu gece  semalarda, sidre, kürsü, ve arşta çok acayip işler ve  ulu melekler göreceksiniz. Bu kandan da sizi temize çıkardım ki, onlardan her birini gereği gibi  temaşa  edip dilediğiniz gibi  konuşmaktan korkmayasınız .
O testi içinde bulunan hikmeti ve mağfireti  doldurup  kalbimi yerine koydular. Sığadıkları zaman  göğsüm bitişti yarası kalmadı.
Bundan sonra  Cebrail elimden tuttu, Beni Mekke’nin dışında bir yere götürdü gördüm ki : Mikail İsrafil  ve Azrail de oradalar. Her birinin yanında yetmiş bin melek saf tutmuş duruyor. Beni gördükleri zaman tam manası ile tazim ve saygı duruşuna geçtiler Bende onlara selam verdim.Selamım üzerine, Yüce Hakkın sonsuz  nimeti ile müjdelediler.
        Bundan sonra Cebrail  bana şöyle dedi:
-Ey Resulü size cennetten Burak getirdim.  Melei ala teşrifinizi bekler.
Bakınca   Burak’ı  güneş gibi aydınlığı  vardı. Yıldırım gibi hızla  yürüyerek, ayağını  attığı   zaman, gözün gördüğü en son yere gidiyordu. Ayrıca  o burak’ın yanında iki kanadı vardı, dilediği zaman onlar vasıtası ile havada uçuyordu”
       -Alimler Burak’ ı şöyle anlattılar.
–  Cüssesi katırdan  küçük  merkepten  büyük, anlaşılır biçimde fasih Arapça konuşuyor. Yüce Hak onun her azasını bir başka cevherden yaratmıştır. Tırnakları mercandan, ayakları altındandı.Göğsü kırmızı yakut’dan, sırtı inciden, iki yanında kırmızı yakuttan kanatları var. Kuyruğu deve kuyruğuna benzer. Başka rivayette: tavus kuşu kuyruğuna benzer, son derece süslü idi.Yelesi at yelesine, ayakları da deve ayağına benzerdi. Üzerinde cennet eğeri vardı. Üzengileri kırmızı yakuttan ve cevherdendi.
      Resulüllah s.a.v. efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-”Bundan sonra Cebrail Bürak’ın üzengisini tutup bana:
-Bin dedi,  Binmek istediğim zaman serkeşlik etti. Bunun üzerine Cebrail ona hitaben şöyle dedi:
-Ey bürak utanmaz mısın?  Nasıl böyle şaşırtıcı küstahlık edersin?-Şanı yüce nimeti her şeye  şamil kendisinden  başka  İlah olmayan hakkı için,-Sana bundan daha faziletli  ve bundan daha aziz kimse binemez.
-Cebrail’in  bu sözü üzerine, Burak çok utandı ve titredi . iri iri ter damlaları dökmeye başladı, ve şöyle dedi:
– Ey Cebrail  hacetim vardır, arz etmek isterim. Bu hacetimin yerine gelmesine vesile oldun diye öyle ettim, yoksa kaçındığımdan  değildir. Siz beni  çok utandırdınız.”
Bundan sonra ,Rasulullah  sav  efendimiz Bu burak’a sorar Burak’ta anlatır
-Muradın nedir ?. Söyle yerine gelsin,
-Ya Rasulullah, ben sana ezelden aşık’ım. Nice yıldır aşkınla perişan  ve mahzun bir halde idim. ’ a  hamd olsun  şimdi cemalinizin  nurunu gördüm, güzel  kokunuzu da kokladım  şimdi aşkım bin kat daha arttı. Kıyamet  günü pak zatınız  kabri latifinizden kalktığı zaman mahşere  Burak ile geleceksiniz. Ricam niyazım ve hacetim budur ki: O günde benden başkasına binmeyesiniz bana binmek ile beni mesrur ve pür nur edesiniz”
 Resulullah S.A.V. efendimiz anlatmaya devam edip şöyle buyurdu.
Burak ın o dediğini kabul ettim, o gün yine ona binmeyi  vaat ettim. (Bu    durum da    bizi çok  seven ve düşünen  Efendimizi, biz aciz ümmetin  ne kadar sevmemiz ve özlememiz gerektiği  hakkında  çok güzel bir örnek olduğunu düşünecek olursak, biz  bu yüce sevginin neresindeyiz, ne kadar özlüyoruz, ne kadar  anıyoruz  ve ne kadar  efendimize kavuşmayı arzuluyoruz,  bir düşünelim.)
Burak’a binip oturdum .
Cebrail sağ üzengi  tarafımdan yetmiş bin melekle; Mikail  sol üzengi tarafımda  yetmiş bin melekle durdu. O meleklerin her birinin elinde nurdan şamdan vardı. İsrafil arkamda  yetmiş bin melekle duruyordu.
—“O  gece Burak’ın  ayağı yere değmedi   Mekke i Mükerreme’den,  Mescidi Aksaya kadar, cennet dibaları serilmişti  Burak hep o dibaların üzerinden geçip gitti. 
-Böylece, giderken karşıma bir ifrit  çıktı; ağzından ateşler saçarak bana doğru yöneldi.
–O  zaman Cebrail bana şöyle dedi: —Ya ResulAllah sana birkaç  cümle öğreteyim, onları oku, bu ifritin ateşi söner; kendisi yok olur.
–Olur öğret.deyince  şu duayı  öğretti.-
–“Kerim ın zatına sığınırım, bu sığınmamı Onun bütün kelimeleri ile yaparım, o  kelimelerden  öteye, ne iyi geçebilir nede kötü. Semadan  inenlerin  semaya yükselenlerin  ve semadan çıkanların şerrinden  sığınırım, gecenin ve gündüzün fitnelerinden  sığınırım,  hayır için gelen hariç , gece ve gündüz beliyyelerinden  sığınırım  YA RAHMAN!.
Bu  duayı okuyunca  o ifritin ateşi  söndü; kendisi kaybolup gitti.Bu sırada sağından bir
ses geldi: 
        -Ya Muhammed, azıcık dur; biraz eğlen…Sana soracaklarım  var.  Üç  defa  böyle nida etti; ama ona iltifat  etmedim . Geçtim.
    Solumdan da  üç defa  ses geldi ,;
     -Ya Muhammed,  azıcık dur. Sana  soracaklarım var,
  Bunu da  dinlemeden  geçtim.
Bir kadın  gördüm ; kendisini  gayetle  bezemişti.Güzel  elbiseler  giyip  süslenmişti. Yakınına gittiğim  zaman,gördüm  ki çok kocamış bir kadındır Buda  bana  üç kere ;
-Dur
Diye seslendi buna da itibar  etmeden geçip  gittim.
Önümde  bir ihtiyar gördüm. Asaya dayanmıştı. Tir tir  titriyordu.
Bana  üç  kere
–   Azıcık dur eğlen; halime  bakta acı. Cemalini göreyim; Sana soracağım var.
–       Ben  bunu da  hiç  dinlemedim  geçtim .
–       Bundan  sonra taze  bir  yiğit   gördüm   gayet güzeldi. Yüzünde nur  parlıyordu.Bana.:
–    Dur  Ya Muhammed  Sana  soracaklarım  var
–      Deyince Bürak  durdu.
–      O’ na  selam  verdim. Selamımı  aldıktan sonra, şöyle  dedi  Sana  müjde  hayrın
cümlesi  ancak  sende  ve  senin   ümmetindedir. Onun  bu  sözüne  karşılık   sena ettim
–    a  hamd olsun dedim
–     Cebrail  dahi  benimle  birlikte ’ a hamd olsun, dedi.
–      Bundan sonra gördüklerim için Cebrail e; Bunlar  kimlerdendir, diye  sordum. Şöyle
anlattı
–    Sağ  tarafınızdan gelen  seda   Yahudi  sedası idi.Eğer dursaydınız Senden  sonra ümmetiniz  Yahudilerin  kahrı  altında  hor  hakir  olurlardı.
–     Sol tarafınızdan gelen  seda  nasaranın  sedası idi. Eğer dursa idiniz  Senden sonra 
ümmetinize  nasara kavmi  üstün  gelirdi . Bunların  kahrı  altında  kalırdı .
–     O  kadında  dünya  idi  sahip  olacakları   öyle  süslü   görülür.  Güzel  elbiselerle  türlü 
ziynetleriyle  insanları aldattığına işaret vardır. Onun kocamış  olması da   Kıyametin  yakın olduğuna  işarettir.
–   Onun sözüne dursaydınız, tüm  ümmetiniz, dünyaya  karşı haris olur;dünyaya  taparlardı
–    O kocamış  kimse ise ,.. lain şeytandı, Sizin  çok  merhametli olduğunuzu  biliyordu, O 
göründüğü  halle sizi aldatmak  istedi. Sizi  durdurmak için  hile  etti Eğer sözüne kanıp  dursa idiniz, ümmetiniz  son  demlerine  kadar  onun  hilesinden  kurtulamazdı.Çoğunu bastırıp üstün gelirdi
–     O   taze yiğit ise.. İslam dini idi.durdunuz  sizden sonra  ümmetiniz, tüm düşmanların
mekrinden emin olarak ; İslam dininde sabit kalacaklardır.
–      Sizin  hatırınıza  şöyle  geldi:
   – Gece  sahraya  çıkan ümmetime cin  taifesi  zarar vermek isterse, halleri nice olur? Acaba benden sonra ümmetimin hali nice  olur? Gibi fikirler geldi. Gaybı  ve şehadeti  gizliyi  ve  saklıyı  bilen  yüce    (c.c) o  ifriti  gösterdi.  Ondan  kurtuluş  çaresini  öğretti. Ve  sizden  sonra dininize  hiç  bir  din üstün  gelmeyecektir. .Dininiz  cümle dinlere galip olacaktır.  Yahudi ve  Nasara   ümmetinizin  kahrı  altında kalacaktır. Ümmetin  şeraitine göre  hareket edecektir. Şeytanın  mekrinden ahir ömürlerinde emin olacaklardır.; Selamet  bulacaklardır. Ümmetin İslam dini üzerinde kıyamete kadar sabit kalacaklardır.
–     İşte  gördüklerinde bütün bu manalara  u Teala işaret etti. Sizi ayıktırıp endişe ve
efkardan halas eyledi.  Bütün  bunları Cebrail bana anlattı.
–    Bundan  sonra, hurma  ağaçları  çok olan  bir  yere vardık.Cebrail bana..:
–   -İn burada namaz kıl. dedi indim,,; orada namaz kıldım. Cebrail  bana sordu.:
–     Bu  namaz kıldığın yeri bilir misin?
–    Bilmem
–    Şöyle dedi: Burası  tayyibe’dir ( Tayibe, Medineyi Münevvere isimlerindendir)Yakında siz buraya hicret edeceksiniz
Bundan  sonra  beyaz bir yere  geldik  Cebrail  yine, -İn burada namaz kıl, dedi indim burada da namaz kıldım. Cebrail bana  sordu:
-Nerede namaz kıldığını biliyor musun?
-Bilmiyorum deyince  şöyle  anlattı.:
-Burası, Medyen de Musa  a.s  ın ağacının  altıdır, devamla  şöyle  anlattı:
 -Musayı  a.s firavun öldürmek istediği  zaman,  kaçtı; Medyene  geldi.Medyenin  dışındaki 
bir  sudan, çobanların koyunlarını suladığını  gördü. Yine gördü  ki : İki kız  o çobanlardan uzak bir yerde  duruyorlar; koyunlarını sulamak için o çobanların  gitmesini  bekliyorlar. Musa a.s  o kızların haline acıdı. Yanlarına vardı; hallerini sordu ; durumu öğrendi. Bundan sonra   kendi yorgunluğuna bakmadan;içinden;  -Bu işte  büyük  bir ecir vardır.
Diyerek  o kızların  koyunlarını  suladı, sonra bir  ağaç altına gelerek ibadet eyledi. İşte  bu ağaç  o ağaçtır. ki.: Onun altında namaz kıldın.
Burayı geçtikten  sonra, başka bir  yere geldik Cebrail  şöyle dedi:-İn burada namaz kıl
İnip namazı kıldıktan sonra Cebrail  sordu:
Bu namaz kıldığın yer neresidir? Biliyor musun?
Bilmiyorum,  Deyince  anlattı.
 – Burası  Turi  Sina’dır. Yüce  Hakkın    Musa’  yı a.s   kelam ve münacat nimetine  erdirip
şereflendirdiği  yerdir.
Sonra  bir  başka  yere vardık  burada  bir  köşk gördüm . yine  Cebrail bana,: Burada in . namaz kıl Burası  İsa a.s  ın  doğduğu köydür
Dedi indim namaz kıldım . Burada  bir  cemaat  gördüm ekin ekiyorlardı . Ektikleri  anda  bir tanesinden  yedi  yüz   tane hasıl oluyordu.
Bunlar kimlerdir? Diye  sorunca Cebrail  şöyle  anlattı
Bunlar    yolunda  mallarını  harcayan  ümmetlerindir.
Bir başka  cemaat  daha  gördüm .: Melekler onların  başını taşla eziyordu; yine yerine  geliyordu. Yine  eziyorlardı. Tekrar o  ezilen  başlar  bütün oluyordu. O kimseler bu  şekilde  azap olunuyorlardı.
Bunlar  kimlerdir? Diye  sorunca Cebrail  şöyle  anlattı..
Bunlar senin ümmetinden namazı terk  edenlerdir. Birde rukudan kalkarken, secdeden kalkarken; Başlarını  tam  doğrulmayıp   ruku ve  secdeleri  birbirine  karıştırarak namazı  düzensiz tertipsiz kılanlardır.
Bu arada  bir cemaat daha gördüm; aç ve çıplak  halde idiler. Çevrelerinde  ateşden  otlar  bitmişti, Melekler onları  hayvan güder gibi ., o ateşden otları  yemeye  sürüyorlardı.
Bunlar kimlerdir?Diye  sordum  Cebrail şöyle anlattı .
Bunlar ümmetinden mallarının  zekatını  , vermeyenlerdir . Fakirlere zaiflere  çaresizlere  yetimlere , dul kadınlara merhamet etmeyenlerdir.
Bir  cemaat daha  gördüm: Yanlarında nefisten  daha  nefis yemekler  duruyordu . Bir taraf larında  da  kokmuş  murdar olmuş  et duruyordu. Ama   o enfes yemeklerden yemiyor. Hatta  dönüp bakmıyor, o kokmuş murdar etten yiyorlardı
Bunlar  kimlerdir? Diye sorunca Cebrail şöyle anlattı.
Bunlar erkek ve dişi ümmetlerindir. Yanlarında helalinden kadını dururken , haram olan  zina ve benzeri  günahları  irtikap  edenlerdir.
Bundan sonra bazı  adamlar  gördüm ,, odun yığmışlardı . o odunları  kaldırmak İstiyorlar, ama  kaldıramıyorlardı. Tekrar üzerine odun getirip koyuyorlardı , kaldırmak istiyorlardı Ama kaldırmaya güçleri  yetmiyordu. Tekrar  üzerine  odun koyuyorlardı ve  böylelikle odunları artırmaya gayret edip çalışıyorlardı.-
-Bunlar kimlerdir? Diye  sordum  Cebrail şöyle anlattı
Bunlar  senin ümmetin  içinde  dünyaya düşkün olanlardır.  Mallarını yiyip bitirmeye  güçleri yetmezken  kanaat etmeyip çokça yığmaya çalışırlar  Dünyaya ve   dünya malına muhabbet edip artırmak için  gayretle çalışıyorlar .
   Bundan sonra koca  bir taş gördüm . küçük  bir ,, küçük bir deliği vardı O delik den bir
yılan çıktı büyüdü .döndü , yine o deliğe girmek istedi  o deliğe sığmadı  şaşkın şaşkın taşın çevresinde dönmeye  başladı.
   Bu nedir? Dediğim zaman Cebrail şöyle   anlattı:
  O taş ümmetinin  gövdelerine misaldir. O küçük  delik ise  ağızlarıdır . O yılan ise… yalan
fuhuş haram ve gıybet olarak söyledikleri  kelamlarıdır. Ağızlarından çıktıktan sonra  O kelamları yutmak mümkün olmaz  Hatta o kelamlarından dolayı dünya ve ahirette ceza görür  azar işitir hesaba çekilir.  Ümmetine söyle   ağızlarına kötü söz  haram ve dil afeti  sözlerden  tamamen korusunlar; Böyle etsinler ki selamet bulsunlar.
   Bundan sonra bir şahıs gördüm  kuyudan su çekiyordu. Zahmetlerle  kovayı  kuyunun
ağzına getirdiği zaman  içinde hiç su bulamıyordu  Zahmetten başka  eline bir şey geçmiyordu  Bunun durumunu da sordum. Cebrail şöyle anlattı.:
  Amellerini için halis etmeyip  riyakarlık edenlerdir.  Dünyada zahmet çekip  amel
işlerler ama riya ile, Ahirette bu amellerinden ötürü kendilerine hiçbir sevap verilmez. Hatta azaba uğrarlar.
 Bunlardan başka  bir kavim daha gördüm  sırtlarında çokça yükleri vardı , üzerlerindeki
yükü dahi  taşımaya güçleri olmadığı halde; Halka:
  -Üzerimize yük vurun. Diye teklif ediyorlardı
  -Bunlar kimlerdir? Diyerek sordum; Cebrail şöyle anlattı;
 -Bunlar insanların bıraktığı emanete hıyanet edenlerdir . Boyunlarında bu kadar yük varken 
durmadan zulüm yollu halktan  alınacak mal talep ederler.
  Bundan başka  bir kavim daha gördüm,  dudakları ve dilleri uzayıp sarkmıştı, Onların
uzayıp sarkan dillerini ve dudaklarını melekler ateşten  makaslarla kesiyorlardı. Kesildikçe onların dilleri ve dudakları yine uzuyor, sarkıyordu. Melekler de yine önceki gibi ateşten makaslarla  kesiyordu.
    -Bunlar kimlerdir?  Diye sordum Cebrail  şöyle anlattı;
   -Bunlar  ümmetin içinden çıkıp  insanları beylere ve padişahlara gammazlayan kimselerdir.
Yalanlarını tasdik ettirip onları yapacakları zulümden almak şöyle dursun, bu yolda mudahene edenlerdir.
  Bir cemaat daha gördüm, melekler, bunların etlerini kesiyor; kendilerine veriyor ve;
   -Yiyin diye emrediyorlardı onlara. Onlar iğrenip yemek istemedikçe melekler onları
dövüyor ve zorla -yiyin…  Deyip  yediriyorlardı.
  Bunlar kimlerdir ?  Diye sordum.
  Cebrail  şöyle anlattı.
 Bunlar ümmetin içinde insanların gıybetini edenlerdir
  Bundan sonra bir kavim gördüm yüzleri siyah, gözleri mavi idi, alt dudakları ayaklarına
inmişti, üst dudakları da alınlarına bitişmişti. Ağızlarından kan ve irin akıyordu. Bir ellerinde ateşten şişe var,  bir ellerinde de ateşten kadeh …Ağızlarından akan kan ve irin  şişe içine girip kaynıyor. Meleklerde onlara:-İçin  Diye zorluyordu .Kadehleri  doldurup içmek istedikleri zaman onun kaynar şiddetinden murdar kokusundan  dayanamayıp hımar(eşşek) gibi bağırıyorlardı. O melekler ise  onları dövüyor zorluyor ve içiriyorlardı .
 -Bunlar kimlerdir diye sordum  Cebrail  şöyle anlattı.
 -Bunlar şarap içenlerdir.
 Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; dilleri enselerinden çıkmış suretleri domuz
suretini almıştı. Altlarından ve üstlerinden  onları azap sarmıştı.
  -Bunlar  kimlerdir? diye sordum
 Cebrail  şöyle anlattı :
Bunlar ümmetinden yalan yere şahitlik edenlerdir.Hakkı iptal edip ’ ın kullarına zulmedenlerdir .
-Bunlardan başka bir güruh gördüm . karınları şişip aşağı sarkmıştı . Ellerine ve ayaklarına
köstek vurmuşlardı. Ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden kalkamıyor  yere yıkılıyorlardı.
–    Bunlar kimlerdir ? Diye sordum ; Cebrail şöyle anlattı :
–    Bunlar faiz  alanlar ve insanların mallarını zulüm yollu yiyenlerdir.Yani ümmetin arasında.

–   Bundan sonra bir kısım insanlara rastladım . Bunların yüzleri  kara olmuş ;vücutlarına
ateşten  elbiseler giydirmişlerdir . Ateşten topuzlarla melekler onlara vuruyorlardı, köpekler gibide  uluyorlardı.
–    Bunların kimler olduğunu sordum  Cebrail şöyle anlattı .:
–    Bunlar öyle kadınlar ki, zina eder  ve kocalarına eza ve cefa ederler.
–    Bunlardan başka bir takım kimseleri gördüm ki bunları ateşten bıçaklarla
boğazlıyorlardı. Tekrar diriliyorlar, tekrar boğazlıyorlardı. Daima böyle bir azap ediliyorlardı.
–   Bunlar kimlerdir? Diye  sordum ; Cebrail  şöyle anlattı:
–   Bunlar, ümmetinden haksız yere adam öldürenlerdir.
 Bunlardan başka bir zümre daha gördüm  ki; havada asılı duruyorlardı. Kulaklarından 
burunlarından ve ağızlarından  ateşler çıkıyordu. Her birine şiddetli sert iki melek verilmişti. Her meleğin elinde  yetmiş budaklı  ateşten sopa vardı. Bu sopa ile daima ve hiç durmadan  o taifeye azap ediyorlardı . Şu manalı tesbihi okuyorlardı :
   -Kadir muktedir Subhandır. Düşmanlarından intikam alan Subhandır. Yüce 
Sultan Subhandır.
Bunlar kimlerdir ? Diye sordum , Cebrail şöyle anlattı :
  -Bunlar dilleri ile iman  izhar edip  kalpleri küfür  ve nifak dolu olan  münafıklardır .
   Bundan sonra bir  bölük  kavme rastladım . Gördüm ki bu taife ateşten bir vadide
Hapis olmuşlar; ateş  bunları yakıyor ama  tekrar tazeleniyorlar; yani vücutları  yerine geliyor  yine ateş yakıyor  böylece azap olunuyorlar.
 Bunlar kimlerdir ? diye sordum    Cebrail şöyle anlattı :
 Bunlar analarına babalarına  itaat ve tazim etmeyip  asi ve karşı gelen  kimselerdir.
 Bundan  sonra  bir bölük kavme daha rastladım  Bunlar göğüsleri üzerine ateşten tabaklar
koymuşlar; meleklerde onlara  sopalarla vurup azap ediyorlar.
 Bunlar kimlerdir ? Diye sordum Cebrail şöyle anlattı :
 Bunlar ümmetinden saz çalıp  halka name söyleyip mütriplik edenlerdir.
 Bundan sonra korkunç    bir gürültü   işittim.
 -Bu gürültü nedir ?  Dite sordum ;Cebrail bana şöyle anlattı :
 -Cehennemin kenarından  bir taş  içine düştü. Üç bin yıldır, aşağı doğru gidiyordu;  şimdi
dibine vardı onun gürültüsü.
     Bu taş üzerine  şöyle beyan olundu .
  Adam başı kadar bir taşı dünya semasından salıversen, yirmi dört saatte yere iner. Halbuki
bu mesafe  beş yüz yıllık yoldur. Bundan düşün ki, adam başı kadar taş yirmi dört saatte. Beş yüz yıllık yol alınca; o büyük taş, üç  bin yılda ne kadar yıllık yol alır? Bunu düşünüp cehennemim  derinliği ne kadardır anla. Buna göre de cehennemden  Yüce Hakka sığın .
  Resulüllah S.A   Efendimizin anlattıklarına devam edelim :
 -Bundan sonra  bir başka vadiye vardım, buradan kötü kokular  ve sevimsiz sesler geliyordu .-Bu ne kokudur ?  Dedim ; Cebrail  şöyle  anlattı :
 Cehennemin kokusudur hele dinle  ne söylüyor.
 Dinledim, cehennem  şöyle diyordu;
-Ey benim Rabbım, bana söz verdiğin kullarını gönder. Benim zincirlerim dikenlerim,
bukağılarım, zakkumlarım, kızgın sularım, irinlerim ve daha başka azaplarım; ayrıca yılanlarım ve akreplerim gayet çoğaldı, derinliğim gayet derin oldu, artık  bana vaat ettiğin  kullarını gönder, türlü azaplarla onlara azap edeyim
O’ nun bu dileğine  karşılık Yüce Hak şöyle buyurdu:
 Ey cehennem, bu işleri sana bırakacağım, bana şirk koşan herkesi, Beni ve peygamberimi
inkar eden kafirleri habis olanların her erkek ve dişisini, zalim olup kıyamete iman etmeyenleri  sana atacağım. .
 Yüce Hakkın  bu vadine cehennem razı oldu  ve şöyle dedi;
-Razı oldum Ya Rabbi.
-Bundan sonra bir vadiye vardım. Burnuma güzel kokular geldi.
-Bu güzel kokular nedir ?  Diye sordum  Cebrail bana şöyle  anlattı
-Burada F iravunun karısını keseleyen  kadının ve kızlarının  kabri vardır. Buraya cennet 
yemişleri gelmiştir. Bu güzel koku o cennet yemişlerinin kokusudur .
-Bu keseci kadının hikayesi şöyledir:
-O keseci kadın, Musa a.s.’a gizlice iman getirmişti. İmanını daima gizler, hiç duyurmazdı.
Her zaman olduğu gibi bir gün firavunun kızının saçlarını altın tarakla tarıyordu. Tarak elinden düştü;  eğilip alırken yavaşça Bismillah ( ’ ın adıyla ) diyerek tarağı aldı . Ama ağzından çıkan bu ses açıktan çıktı ve ne dediği belli oldu. Firavunun kızı onun ne dediğini işitince ;
–   
–    Diye andığın  Babam mıdır?
–    Ama o keseci kadın artık imanını gizlemeden şöyle anlattı 
 -O andığım şanı Yüce ’ dır. Benim senin ve  babanın   Rabbı  ve Halıkıdır. Öyle yüce
Hakdır ki  nimeti her yana yaygındır; Ondan başka ilah yoktur.
 O nun böyle demesine karşılık, Fıravunun kızı şöyle dedi :
  – Senin babamdan başka Rabbın var mıdır ?
  Keseci kadın  şöyle anlattı:
  -Senin baban mahluktur.Benim Rabbım senin babanı ve cümle mahlukatı yaratan tek
yaratıcıdır. Daima varlıktır,  Evveli ve Ahiri yoktur .
 Kız şöyle dedi:
–   Şimdi babama haber vereyim mi  ki  sana ceza versin? Korkmuyor musun?
–   Keseci kadın  kızın bu sözüne  karşı şöyle dedi:
–   Haber ver, ne yapmaya gücü yetiyorsa yapsın.
  Bundan sonra kız gelip  babasına haber verdi .Firavun o keseci kadını  getirtip şöyle sordu:
–   Senin benden  başka  rabbın var mıdır?
  Keseci kadın şu cevabı verdi :
 -Evet vardır. Seni yaratan ve sana bunca nimetleri veren Alemlerin Rabbidir!
Firavun keseci kadına sinirlendi ve şöyle dedi: Tez bana secde et ve bana:Rabbım’sın.de…Yoksa şimdi şiddetli azap ile azaba sokar ve helak ederim.
Keseci kadın firavun’un o sözüne karşılık şöyle dedi:
-Ne türlü azab etmek istersen et. Senin azabın dünya azabıdır. Ölür, kurtulurum. Rabbımın
nimetine ve lutfu keremine mahzar olurum. Ben hak dininden dönmem. Bin canım olsa dahi, hepsini dinim yolunda feda ederim .   
   Bundan sonra fıravun o kadının kocasını ve çocuklarını getirtti; tekrar tekrar zorladı ve
şöyle dedi :
 Dininizden dönün yoksa  hepinizi öldürürüm .
 Daha başka  tehditlerde savurdu; korkutmaya çalıştı. Ama o keseci kadın ve kocası hiç
korkmadılar; şöyle dediler :
 Biz dinimizde  sabit kalacağız.  Sen  ne çeşit azap etmek  istersen et .
 Bundan sonra firavun  bir büyük kazanın içine su doldurttu,. Altınada ateş yaktırdı. Su
şiddetli kaynamaya başladı. Emir verdi. Keseci kadının ve kocasının çocuklarını ellerini ve ayaklarını  bağlattı, Sonra onlara  hitaben şöyle dedi:
 Şimdi bana tapın . yoksa cümlenizi kazanın içine atar, öldürürüm.
 Şu cevabı verdiler
 Bildiğinden geri kalma hemen kazanın içine at. 
 Firavun emir verdi önce kocasını o kaynar kazanın içine attılar; haşlanıp öldü. Bundan 
çocuklarını peş peşe kazana attırıp öldürdü. Kadının yeni doğan  bir çocuğu vardı; en sona onu bıraktı, çocuğunu getirtti  ve kadına şöyle dedi :
-Bana tapacak mısın? Yoksa  bunu da atayım mı?
-Keseci kadın  bunun üzerine  bir ah çekti, içinden şöyle geçirdi:
-Kalbimde imanımı gizleyeyim. Firavunu dil ucu ile aldatayım. Yeter ki bu masum kurtulsun, İşte bu anda Vahid Ferd, Samed Yüce Hak o çocuğa konuşma ihsan
eyledi; söylemeye başladı.
 Bu şekilde sabi iken  konuşan on bir çocuk vardır ; onların biride budur :
 Şöyle konuştu
-Anacığım, bırak beni de ateşe atsınlar. Bizim için cennet hazırlandı. Çünkü, sen hak
üzeresin; Firavunda batıl üzeredir,.
 Bir nefes sabret; bu fani alemden halas olur; ebedi nimete ve sonsuz  zevke vasıl oluruz .:
 Firavun o çocuğun söylediğini işitince;
–   Tez kazana atın, Dedi; o masumu da kazana attırdı.
–   Bunun üzerine o keseci kadın Firavun’a hitaben şöyle dedi:
–   Bunca zamandır kızının saçlarını tararım. Sende hakkım vardır; bunun için senden bir dilekte bulunacağım, kabul eyle.
Firavun sordu: -Ne istersin?
Keseci kadın şöyle anlattı:
-Acele olarak beni de kazana atın daha sonra bir çukur açın. Beni ve çocuklarım hepimizi o çukura doldurun; üzerimizi toprakla örtün.Bizi,birbirimizden ayırma.
   Keseci kadının bu dileğini Firavun kabul edip onu da kazana attırdı.
   Sonra; bir çukur kazdırdı, hepsini  o çukura doldurdu.
   Daha toprakları  üzerine tamamen örtülmeden, Gani kerim Rahman Cennetten tabaklar içersinde türlü yemişler ve  hediyeler  gönderdi, rahmet çeşidi ile onları  lutfuna  mahzar eyledi. İşte bu  güzel  kokular o yemişlerin kokularıdır. Bundan sonra bir vadiye vardım; Orada latif  rüzgar esiyor ve  güzel kokular geliyordu; gayet tatlı sesler duyuluyordu, sordum:
 -Bu  sesler  neyin sesidir ve  ne  söylüyorlar? Bu latif rüzgar ve güzel kokular neyin kokusudur?
 Cebrail  şöyle anlattı:
  -Cennetin  rüzgarı ve kokusudur. Hele dinleyin; neler söylüyor, anlarsınız.
Dinledim ; cennet şöyle diyordu;
Ey Benim  Rabbim  bana vaat ettiğin  kullarını gönder, köşklerim kalın ve ince  dibalarım  ipeklilerim  ve döşememelerim, incilerim, cevherlerim, altınlarım, gümüşlerim, misklerim anberlerim, yaygılarım, ibriklerim, kaselerim  ve çeşit  çeşit yemişlerim, bal, süt, şarap, su ırmaklarım, huri, gılman, vildanlarım  ve hesaba gelmeyen nimetlerim  gayet çoğaldı: Vaat  alan kullarını gönder ki  türlü nimetlendirip  ikramınla ikram edeyim. Türlü türlü  lütuflarınla muazzez ve  muhterem edeyim.
 Cennetin  bu  dileğine  karşılık  Yüce Hakkın  şu  güzel hitabı geldi:
 -Ey  cennet  istediklerini sana  göndereceğim. Bana iman getirip  tevhit  eden  Resullerime inanıp tasdik eden yararlı amel işleyip bana şirk koşmayan, erkek ve kadınları sana göndereceğim. Her kim benden ve azabımdan  korkarsa, gerçekten  ben onu azabımdan emin ederim. Her kim muradını maksudunu hacetini bana tazarru  ve niyazla açarsa …onun hacetini kabul ederim; muradını ve maksudunu kabul ederim. Herkim bana borç verirse ..(borçtan murad: rızası için fakirlere, çaresizlere  ve muhtaçlara  verilen sadakalar ve Hak yolunda  hayır için harcanan maldır)  ona kat kat  mukafat veririm. Her kim işlerini bana bırakır; cümle  işlerini bana ısmarlayıp  tevekkül ederse; onun bütün işlerine yeterim. ancak  benim  benden  başka İlah yoktur. Ben cümle  vadimden  dönmek olmaz.  Gerçek şu ki: bütün  müminler felah bulmuşlardır. Yaratıcı olarak en güzel  ’ ın şanı  pek yücedir. bu güzel  hitap üzerine cennet  şöyle  dedi:
 -Razı oldum  Yarabbi.
  Ve  Rasulullah  SAV  efendimiz  mescidi aksaya varıncaya kadar nice nice acaip işler gördü . Ancak meşhur  olanlar  bu  kadardır; dolayısı ile bu kadarla yetiniyoruz.

 Efendimiz  şöyle  devam buyurdu
-Bundan  sonra Beyti Makdise gittik.  Gördüm ki semadan melekler nazil olmuşlar. Onlar beni karşıladılar ve izzet sahibi Rabbım’ dan bana türlü türlü ikram ve nice nice nimetlerin müjdesini  verdiler, beni şöyle diyerek selamladılar. 
selam sana ey evvel, selam sana ey ahir, selam sana ey haşir..
       Bu deyişle bana saygı duydular.
        Cebrail’e dedim ki:
      -Bu melekler’in bana yaptığı saygı selam ne biçim bir saygıdır?
Evvel, Ahir, haşir alemlerin Rabbı olan ’tır.
Cebrail şöyle anlattı:
-Ya Rasulullah kıymet günü herkesten evvel sizin ve ümmetinizin kabri yarılacaktır.Bu manada size:
-Ey haşir
dediler. O gun en evvel siz şefaat edeceksiniz.   
 En evvel makbul olacak şefaatte sizin  şefaatinizdir : Bu manada size: -Ey  evvel
 dediler  Dünya aleminde siz cümle peygamberlerin ahirisiniz; ümmetinizde cümle ümmetlerin ahiridir : Bu manada size  -Ey Ahir  dediler
 sonra …
  Melekleri  geçip mescidi aksanın kapısına geldim. Buraktan indim; Cebrail  burakı  oradaki  bir halkaya  bağladı; nebiler ve resuller bineklerini o  halkaya  bağlarlardı;
  Nebiler ve  resuller  beni karşılayıp tazim ve terkimde bulundular.
Nebilerin ve resullerin  Resulullah  SA EFENDİMİZİ karşılaması hakkında iki  rivayet  vardır 
 Biri  şöyledir
–   Yüce Hak  peygamberleri habibi Resulullah efendimizi  karşılamak için diriltti onlar  cesetleri  ile hazır  oldular.
–   Ancak  meşhur  ve zahir  olan rivayet odur ki  Onlar  latif ruhları  ile hazır oldular.
–   Resulullah SA efen dimizin  anlattıklarına  devam edelim.
–   Onları gayet  muazzam  mübeccel  ve münevver gördüm, cebraile  onların kim olduklarını  sordum  bana  şöyle anlattı .
–   Kardeşlerin, babaların olan nebiler ve resullerdir, onlara selam ver, onlara selam  verdim  birlikte  Mescidi Aksaya ya girdik,  kamet okundu  kendi kendime acaba  imam kim olacak diye gözlerken  Cebrail elimden   tuttu  sonra  şöyle  dedi:
Siz öne  geçin imam olun. Çünki  en faziletli  en  keremli sizsiniz.
Bende öne  geçtim, cümle  nebilere ve  resullere  imam oldum  iki  rekat  namaz  kıldım.   
Ulema  burada kılınan namaz hakkında çeşitli görüş  belirtti:
Acaba  ne şekil  bir namazdı? Diye…  nafile  namaz  olsa   nafile namazı cemaatle kılmak  meşru  değildir”
 Yatsı namazı olsa  o zaman  yatsı namazı  farz olmamıştı. Kaldı ki yatsı namazı  dört  rekattır   bu  hususta  muhakkik kavli  şudur:
Resulullah s.a. efendimizin  mescidi  aksada kıldığı  namaz her semada imam olup kıldığı  meytül  mamurda  kıldığı  namaz,  sidrei  müntehada  bütün  meleklerin  imam olup  kıldığı namaz,  kendi  özellikleri  arasındadır. Alemlerin  Rabbı  Yüce Yüce ’ ın  fermanı  ile  kılmıştır
Bundan sonrasını Rasulullah efendimizden  dinleyelim:
– Namazı  bitirdikten  sonra  sırrıma  hitap  derunuma ilham olundu:
-Şimdi  dua  vaktidir;  ümmetine  dua  et.
Diye  bunun  üzerine   yüce  dergaha  el açıp tazarru  ve  niyaza  başladım . Zaif ümmetimin  necat  ve  selametleri  af  ve  mağfiret olunmaları için  dua ettim. Cehennem  ateşinden  halas olmalarını  talep ettim. Orada  bulunan bütün nebiler  resüller ve hazır olan mukarrep meleklerde duama-Amin Dediler. Tam  bu anda kalbime şöyle bir nida  geldi:
-Ey  Habibim oturduğun yer, Mescidi   Aksa; gecen  miraç  gecesi, dua eden senin  gibi  şanlı  peygamber ve  ’ın  sevgilisi; duana; Amin   Diyenlerde bütün nebiler, resüller  mukarreb  melekler dua ettiğin  zat ise merhametliler merhametlisi  keremliler  keremlisi cümleyi  hidayet nuruna erdiren celal ve ikram sahibi ’ tır. Dualar makbul  olacağına ümmetine günahları bağışlanacağına ve azaptan necat bulacaklarına şüphe yoktur izzetime  ve  celalime  yemin  ederim ki  onlara  rahmetimi ihsan eyledim. Cemalimi   müşahede ile  müşerref olmağı onlara  hilat eyledim.
’ ım  son nefesimizi imanla kapa. Seni görmeyi bize nasip eyle. Ya  Rahim  Ya Rahman peygamberin   Muhammed S.A  hürmetine Amin Ya  Hannan   Ya Mennan …
Resulullah  efendimiz  s.a.v.  devamla  anlatıyor
 -Bundan  sonra  Cebrail  dışarı  çıktı (döndüğü  zaman) elinde üç kase vardı. Bunları  birinde   süt, birinde şarap,  diğerinde  de su vardı, onları bana  sundu:
 Bunlardan  birini seçip için  deyince, ben  sütü alıp  içtim  ama  dibinde  biraz kaldı.  Cebrail  e  kaseyi   verdiğim  zaman  bana  şöyle dedi 
-Bana şöyle dedi :– İslam  fıtratını  seçtin. Sonra hatiften bana  bir seda geldi.

-Ya Muhammed kasedeki sütü tamamen içseydin ümmetinden kimse cehenneme  girmeyecekti.
-Bunun üzerine  Cebrail’ e şöyle dedim: O kaseyi  bana ver, içinde kalan sütü  içip  bitireyim.
Cebrail  şöyle dedi. Ezelde takdir olunup Ummül kitaba yazılan bulur ve buldu Ya ResulAllah
Tekrar Resulullah  as efendimizin  anlattıklarına  dönelim; Şöyle  buyurdu:
-Bundan sonra Cebrail elimden tuttu  beni  dışarı  çıkardı.
Çıkar çıkmaz bir  merdiven  gördüm. Bir ucu  sahrada  bir ucuda semaya ulaşmış  bitişmişti. Bir tarafının direği kırmızı yakuttan  bir  tarafının direği de  yeşil zümrüttendi. Ortasındaki  basamakların biri  altından, biri gümüşten, biri  inciden ve  her  basamağı bir başka   cevherdendi. Türlü  türlü   süsler  ve  bezeklerle  bezenmiş beş yüz basamaktı. Gayet de   güzeldi, ondan  güzel  bir  şey  görmedim. .
Sonrasını  Resulullah as efendimiz  şöyle  anlattı
Cebrail beni  kanadı  üzerine aldı, sağımdan ve solumdan melekler beni sardı o  merdivenden  semaya doğru  çıktık.
  Bu  hususta  gelen   bir  rivayet  şöyledir :
-Resulullah as efendimiz miraç için orada bulunan bir taşa bastı. O taş Resulullah  as.   efendimizin mubarek ayağı altında pamuk gibi yumuşadı; Halen  Resulullah sav  efendimizin   ayak izi o taşın üzerinde mevcuttur. Resulullah sav  efendimiz mubarek ayağını o taşın  üzerinden kaldırmak istediği zaman ın  izni  ile  o  taş  Resulullah as  efendimizi yukarı  kaldırdı. Bu sırada merdivenin basamağı da eğildi taşla beraber oldu. Resulullah as  ayağını  taştan alıp merdivene bastı ve:
-Dur  ey  taş,
Buyurdu, bastığı basamak Resulullah as efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra öbür  basamak   eğilip  geldi.   Resulullah  efendimizi  alıp   yerine yükseldi. Sonra onun üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah sav. efendimizi alıp yerine yükseldi. Taa,semaya varıncaya kadar, Resulüllah sav efendimizi bu şekilde yükseldi.
Cennat-ı aliyatın köşk ve saraylarının derece halleri bu basamaklardaki durum gibidir.
   O taş, Resulüllah S.A. efendimizin:
-DUR .
Emri-i şerifine itaat  ederek öylece boşlukta kaldı. Şu anda dahi, o taş öylece boşlukta durur. Onu görüp ibret almak gerekir.         
O, bir taş iken, Resulüllah sav efendimizin emrine itaat ve inkıyat emri almış ve itaat etmiştir. İnsanlar ise Ona  muhalefetten men ve nehy olundukları halde itaat etmeyip muhalefet edeler.
    Bu manayı  düşünmelidir. İbret alınmalı; Resulüllah S.A efendimizin yüce emrine, hidayet sünnetine tabi olmalı; ona tam itaat ile dünyanın ve ahiretin rüsvaylığından ve azabından kurtulup iki cihanın saadetine ermek için çalışıp gayret göstermelidirler 
   – Ü  TEALA  cümlemize başarısını  arkadaş  eylesin
                                       BİRİNCİ  SEMA 
Resulullah  SA  Efendimiz  şöyle  buyurdu:
 Birinci  semaya  eriştim.  Cebrail  birinci  semanın  kapısını  vurup :
– Aç
 Diye  seslendi  O  kapının  adına  -Babı  hıfz  koruma  kapısı Derler  Kızıl  yakuttan  bir kapıdır, o kapının kilidi incidendir, içeriden o kapının  bakıcısı  olan  İsmail öyle bir  ses  çıkardı ki  öylesini  hiç  işitmedim:
Bağırıpta
-Aç  diyen  kimdir ?
 Cebrail  ona   cevap olarak
-Cebrailim  Deyince  bu  sefer
_ Ya  yanındaki  kimdir? Diye  sordu   Cebrail
-Muhammeddir  SAV. deyince tekrar  sordu
 Ona  peygamberlik  verildi mi?
 Onun  sorusuna da Cebrail :

-Evet ona peygamberlik  verildi, Deyince  İsmail  tekrar  sordu
-Buraya gelmesi için  talep ve davet olundu mu?
onun  bu  sorusuna da  Cebrail şöyle  cevap  verdi.
-Evet  davet olundu
Bundan  sonra İsmail  şöyle  dedi :
-Merhaba  hoş geldin ne  güzel bir gelici geldi.
 Ve kapıyı  açtı.
 Bir rivayette  şöyle anlatıldı
Resulullah SAV  efendimiz  Mescidi Aksa’ da ki  taştan Bürak’ a  binip  semaya  yükseldi.
Yerden  semaya kadar olan mesafe beş yüz yıllık yoldur. Her  semanın kalınlığı beş yüz yıllık yoldur. Her iki semanın aralığı da beş yüz yıllık yoldur.
Resulullah SA  efendimiz in anlattıklarına  devam  edelim :
Bundan sonra Adem as.’ı dünyada olduğu sürette gördüm, nurdan libaslar giymiş
nurdan  taht üzerine  oturmuştu.
Yüce Hak ölenlerin ruhlarını ona arz ettiriyordu. O da mümin kulların ruhunu gördüğü  zaman  sevinip  şöyle  diyor.
-Temiz  bedenden temiz  ruh.
 Sonra onun için  af  mağfiret  diler dua  ve rahmet  dileği ile  tazarru eder yalvarır.
Bundan sonra melekler o ruhu alıp  yüceler  yücesine  götürürler. Nitekim Kuran-ı kerim-de  şöyle  buyuruldu:
“Gerçek  şu ki  iyilerin  amel kitapları birliğindedir.”
Kafirlerin ve  münafıkların ruhları ona arz olduğu zaman, üzülür ve şöyle der:
–   Habis bedenden habis ruh.
Beddua eder.Bundan sonra melekler o ruhu alıp siccine götürürler..
 Nitekim Kur’ anı kerim de,
Gerçek  onların sandığı gibi  değil  kötülerin  kitabı  siccindedir 83/7
Cebrail’ e sordum : bu  kimdir, diye  bana  şöyle anlattı.
-Babanız Adem’ dir, ileri  var  ona selam  ver. 
Ben  de ileri  varıp selam  verdim selamımı  tazimle aldı.
-Merhaba salih oğul  Salih  nebi  senin  gibi  bir oğlu bana   hibe  eden ’ a  hamd olsun. 
böylece  bana   hoş  geldin etti.  onun bu  övgüsüne  karşılık   şöyle dedim: 
-Bana senin  gibi  bir  baba hibe eden  Yüce A hamd  olsun
Gördüm ki  Adem  As   sağ  canibinde  bir  kapı  var oradan  güzel  koku gelmektedir  oraya  bakar  mesrur olur  güler,  sol yanında   bir  kapı  daha  var  buraya da  bakıp  mesrur olur  ağlar  Cebrail e  sordum:
-bu  nasıl  kapılardır.
-şöyle  anlattı:
-Sağındaki  kapı cennete açılır, saidlerin  ruhları  oradan  cennete  gider,  sağ  tarafına  bakınca onları  görüp  şad  olur. Solunda   olan  kapı cehenneme açılır şakilerin  ruhları  oradan cehenneme gider, sol tarafına  bakınca onları  görüp  mahzun olur, sonra bir  melek  gördüm horoz  süretin de  idi. Gayet büyük  başı  yüce arşla  beraber olmuştu,  ayakları   yedi kat yerden  aşağı  idi. İki  kanadı vardı, onları  açtığı  zaman  maşrıkla  mağribi  doldururdu  o meleğin makamı: sidrei  münteha  olup  tafsili  ileride orada gelecektir: O meleğin  vücudu  beyaz inciden, ibikleri  kızıl  yakuttan  yaratılmıştı “
Beneksiz  beyaz horoz  beslemekte büyük faydalar  ve güzel hassalar vardır : Bunun sırrı  hikmeti de o meleğe  benzemesindendir: besleyenin  yalnız  kendi evinin  değil  komşularının dahi  afetlerden  ve  musibetlerden   korunmalarına  sebep olur.
Bu  manada RESULULLAH EFENDİMİZİN   S. A  şöyle  buyurduğu  rivayet olundu:
 -“Beyaz horoz benim dürüst dostumdur. Cebrailin  dahi  arkadaşı ve  dostudur. Düşmanım  şeytanında da düşmanıdır. Beslendiği  evin  sahibini  ve  çoluk  çocuğunu  civarında  bulunan  dokuz  evin  hane  halkını  korur.”
Ancak  bu  beyaz horozda  şart şudur  hiç  beneği olmayıp  halis  beyaz olacaktır . Eğer ibiği  iki  çatal  gül  ibikli olursa … Bu  horozun   faydası  daha  çoktur  Nitekim  bu manada RESULULLAH  Efendimiz s.a.   şöyle   buyurdu.
“Çatal ibikli beyaz horoz benim habibim ve sevdiğimdir.  Habibim  Cebrailin   dahi habibidir Bulunduğu  evin  sağından  dört,  solun dan da dört, önünden  dört,  ardından  dört,  ceman  on altı  evi  ve içinde olan ehillerini  afetlerden  ve  musıbetler den korur”
Bu  hadisi  şerifi   Enes R.a. den naklen Ebuş şeyh çıkarıp  rivayet  etmiştir. 
Bir  başka  Hadisi  şerifi de  Beyhaki  rivayet  eder. Bunun ravisi  ibni  Ömer r.a.  olup  RESULULLAH  S:A  Efendimizin    şöyle  buyurduğunu  anlatır:
-“  Horoz  namaz  vakitlerini  ın kullarına  bildirir, her kim evinde beyaz horoz  tutup  beslerse; o kimseyi  üç şeyden  korur :
  a)Şeytanın şerrinden
  b) büyücünün  şerrinden
  c) Kahinlerin  şerrinden”
Ancak,  beyaz  horoz  besleyenler , onu kesmekten  kaçınmalıdırlar.
Fethul – Kadir de   bu  işi deneyenlerden şöyle anlatıldı :
 -Beyaz  horoz  kesenin   hali  kederden yana boş olmaz.
İmamı  salebi   imam-ı dümeyri’ nin  hayatul  hayvan  adlı kitabından   naklen  şöyle  anlattı  –Güzin-i  Enbiya Tac-ı Asfiya  İmam-ı Etkıya Habib-i Hüda  Resulullah S.A Efendimiz  inci  saçan  şu  manayı  ayan  beyan  anlattı :
  U TEALA  üç  sesi sever  bunlardan  razıdır.
a)   Kuran-ı Kerimi okuyanın  sesini  sever  ve onlardan  razı olur
b)   Horoz  sesini  sever ve razı olur
c)    Seher  vaktinde  istiğfar edenin sesini  sever
Resulullah S:A Efendimizin  anlattıklarına  devam  edelim.
-“-O horoz şeklindeki  melek.  gece olunca dünya semasına  iner: O meleğin tesbihi  şudur.
Pek  mukaddes  sultan  bütün noksanlıklardan  münezzehdir.  Ondan  başka ilah  yoktur  Hayatı  ve  kıyamı sonsuzdur.
Cebrail e  sordum. -Bu  nedir ?
Bana  şöyle  anlattı :
-Bunun için  arşın  horozu Derler. Gece  karanlığı  olduğu zaman , dünya semasına iner  gecenin , üç  bölüğünden   biri   geçtikten   sonra  kanatlarını  çırpar ve şöyle der
-Hani  ibadet edenler namaza  kalkacaklar  kalksınlar
Onun bu sesini insan ve cinden başka  bütün yaratılmışlar duyarlar. Yer horozları  onun  sesini işitince,  kanatlarını  çırpar;  şöyle seslenirler
  Ey  gafiller ,  -ı zikre  başlayınız
Gece  yarısı olunca ,  o  melek  yine kanatlarını   çırpar şöyle  seslenir.
–  Teheccüde  kalkacaklar  kalksın;  teheccüt   kılsınlar.
Bu nidayı   yaptığı  zaman   tekrar  yer  horozları  ötüp  insanlara o meleğin haberini  bildirirler.
Gecenin  iki  bölüğü  geçip  bir bölüğü kaldığı  zaman  o melek  tekrar  seslenip  şöyle  der :
-Hani  günahından  mağfiret isteyenler ve  alemlerin Rabbın’ den ihtiyaçları  ve muratları olanlar? Kalksınlar,  istiğfar  etsinler  ve  muratlarını  arz  etsinler…
Onun bu  nidası üzerine  yer horozları   ötüp   insanları   ondan  haberdar  ederler
Tanyeri   ağardıktan  sonra   tekrar  o  melek  kanatlarını   çırpar  ve  şöyle  der
–Şimdiden  sonra  gafiller  kalksın  hemde  üzerlerinde  kat  kat   günahları  olduğu  halde.
  Bunu    söyledik den sonra  mekanına  yükselir, bunu  duyan  yer  horozları da  öter onun
söylediğinden   haberdar  ederler .
  CEBRAİL devam etti :
 – Ya Resulullah  bu  durum  hep  böyledir   ta  kıyamete  kadar…”
Bir  haber  de  şöyle  anlatıldı :
– Kıyametin  zuhuru    vakti  geldiği  zaman  o melek gecenin üçte birinde  nida  etmek   ister  ama yüce  HAK tan  şu izzet  hitabı gelir:
–   Ey  melek  kullarımı  uyandırma.
-Böylece  ötmekten  nehy edilir, bu  durumda  o melek ve tüm sema melekleri kıyamet kopmasının vakti  geldiğini  anlarlar.  Hep  birden  ağlamaya  başlarlar
.  O  gecenin uzunluğu   üç gün  üç gece  kadardır
-O gece  horozlar  ötmez  ve  köpekler  havlamazlar. İnsanlar tam  bir  gaflet içinde üç gün  üç  gece yatar  kalırlar. Ancak  daima   teheccüd namazına kalkanlar kalkar teheccüd namazlarını kılarlar
-Sabah olmadı; acaba erken  mi kalktık? Deyip biraz yatarlar.Tekrar kalktıklarında, sabah olmadığını görürler. O zaman gecenin uzunluğundan  anlarlar  ki. Kıyamet   geldi
Bunlar teheccüt kılmayanları kaldırmak  için  çok  çalışıp  çabalarlar;  ama onları  uyandırmak  hiç  bir  yoldan  mümkün olmaz hiç  kaldıramazlar.  Bunun  üzerine   kendileri camilere gider orada  toplanırlar, günahlarına  tövbe eder  bağışlanmalarını dilerler,  hep  göz yaşı dökerler… Ta  o  üç gün  üç gece  geçinceye  kadar. Hep  tazarruda  niyazda  ve  ağlamakta olurlar.
Bu  süre dolup sabah olduğu  zaman , güneş  mağripten  doğar  tevbe  kapıları da kapanır…
  RESULULLAH S.A  Efendimizin  anlattıklarına  devam edelim :
-“Bundan  sonra  bir deryaya vardım, sütten beyaz  menisi  gibi  yoğundu, içinde  bulunan  acaip  görülmemiş   şeyleri  anlatmak  mümkün  değildidir. Onların haddi  hesabı yoktu .
 Cebrail e sordum. -Bu  ne  deryasıdır? Diye
Bana  şöyle  anlattı:
-Bu  deryaya: -Hayat Denizi Derler.
Kıyamet  kopup  yaratılmışların  cümlesi  helak olduktan  sonra, yüce , mahlukunu  kabirden  kaldırıp  onlara mükafat  veya ceza murat  ettiği  zaman ferman buyurur bu deryadan yer yüzüne  yağmur  yağar: Buradan  yeryüzüne   kırk  arşın  kadar  su  iner çürüyüp  topak olan tenler kemikler  sinirler ve  kıllar meydana  gelir,  bu  su o  toprağa  dokunduğu zaman  neden toprak olduysa… derhal  eski haline  döner. dağılanlar böylece bir yere toplanacaklardır. Bütün  bu olacaklar  bu  derya  vasıtası ile olacaktır
 Bundan  sonra  Cebrail  ezan  ve kamet okudu  Bulunduğum  sema ehline imam olup iki  rekat  namaz kıldım .
                              İKİNCİ   SEMA
Bundan sonra ikinci kat  çıktım . Onu,  Subhan olan Yüce Hak kırmızı mercandan  yaratmış. Bu semanın  adına: -Kaydum. Derler.
Bu  sema  Kapıcısının adına: -Mihail Derler.
Bu  semayı gayet nurlu  ve  şaşaalı gördüm. O kadar ki, bakınca gözler  kamaşır.  Bu  semanın  kapısı inciden  kilidi nurdandır.
Cebrail  bu  semanın kapısını vurdu  açılmasını istedi . Oranın  kapıcısı olan Mihail  sordu :
–   Kapınin  açılmasını  isteyen  kimdir?
       -Cebrail’im
–   Deyince  Tekrar  sordu :
–   Yanındaki  kimdir ?
–   -MUHAMMEDDİR
–   Diye  Cebrail  cevap  verdi, oranın  kapıcısı  tekrar  sordu:
–   Ona  peygamberlik  verildi mi ?
–   Evet  verildi.
–   Cevabını aldıktan  sonra tekrar  sordu
–   Onun  buraya  gelmesi için  bir davet ve talep  vaki oldu mu?
Cebrail  bunun için  şöyle dedi: Evet  davet ve  talep  vaki  oldu.
Bundan  sonra  o semanın   kapıcı  meleği  şöyle dedi :
-Hoş  geldin  ne güzel  gelici  geldi
Ve  kapıyı  açtı
İçeri  girdim;oranın  hazini ( kapıcısı – bekcisi-  bakıcısı)Mihail-i  gördüm. Hizmetinde  iki yüz  bin  melek  vardı, o meleklerinde her  birinin  ikişer  yüz bin  hadimi  vardı.
Selam  verdim; tazimle  selamımı aldı. Yüce Haktan  türlü ikramların  müjdesini  bana  verdi. Bunların  okuduğu  tesbih  duası şu  idi :
-Yüce  Subhandır; Onu  tesbih  edenler  tesbih  ettikçe  ’a  hamd  olsun. Ona Hamd edenler hamd ettikçe… ’ tan  başka İlah  yoktur, Bu  tehlili okuyanlar okudukça Yüce    büyüklerin en  büyüğüdür bu tekbiri okuyan okudukça…
Bunları geçtikten   sonra  bir takım   bir takım  meleklere eriştim. Saflar tutup  tam  huşu      huzu ile  rukua  varmışlardı.  Öylece  Rukuda  duruyorlardı,  bunların tesbihleri  şu  idi:
-Geniş  tasarruf  sahibi  Yüce : noksan  sıfatlardan  münezzehtir ki; O gözleri  görür . Gözlerin idrak  edemiyeceği Yüce  noksan sıfatlardan  münezzehtir. Alabildiğine  büyük, olabildiği  kadar  bilen  noksan  sıfatlardan   münezzehtir(2)
Cebrail’ e sordum:
-Bunlar ne zamandan beri  ruku ederler?
  Şöyle anlattı
– Yaratıldıktan bu  yana  bunlar hep rukudadır, Ta  kıyamete  kadar başlarını kaldırmadan  böylece ruku halinde tesbih okurlar. Yüce  Haktan niyaz eyle, bu  ibadeti de  senin  ümmetine  nasip  eylesin
Bende  tazarru  ve niyaz eyledim ; namazda  ümmetime ruku  ihsan olundu.
Bunları  geçtikten  sonra  iki  genç  gördüm
  -Bunlar kimlerdir
Diye sordum ; Cebrail bana   şöyle anlattı :
 -Bunlar Yahya  ve  İsa  a.s peygamberdir: Bunlar birbirlerinin teyze  çocuklarıdır.
Onlara  selam  verdim, onlarda  selamımı  tazimle  aldılar ve  -Merhaba hoş  geldin  Ey  Salih  peygamber;  Salih   kardeş:  Diyerek   musafaha  eylediler. sonra  beni; Yüce  ve Mukaddes olan    U TEALA’ dan   ihsan  edilen  çok çeşitli ikramlarla  müjdelediler. 
Resulullah a.s  anlattıklarına  devam edelim 
-” O meleği geçtikten sonra büyük  acaip  ulu  bir  melek  gördüm. Nurdan  bir kürsi  üzerine oturmuştu, gamlı ve sukut  duruyordu. :
Oturduğu  kürsünün  dört  köşesi vardı, her köşesinde yedi yüz  bin altından  ve  gümüşten  payeleri  vardı, çevresinde o denli melekler vardı, sayılarını celal ve ikram sahibi yüce  tan başkası  bilmez.
Sağında  yetmiş  bin  saf  saf gayet  nurani  melekler  vardı. Cümlesi  yeşiller  giymişlerdi  Güzel  kokuyorlardı. Konuşmaları gayet tatlı idi. Güzelliklerinden  yüzlerine   bakılmıyordu.
Solunda  yetmiş bin  melek saf saf duruyordu. Şekilleri de  gayet zulmani idi, suretleri  simsiyahtı. Yaramaz sözlü idiler. Elbiseleri  kokuları  çirkindi,  tesbih  ettikleri  zaman  ağızlarından ateş saçılıyordu. Önlerinde ateşten  süngüler ve sopalar vardı. Öyle  gözleri vardı  ki  bakmaya  takat   kalmaz.
Taht  üzerinde oturan meleğin başından  ayağına  değin  gözleri  vardı ki:
Zühre  ve  melih yıldızları gibi  parlıyordu. Kanatları da  vardı. Elinde bir sahife önünde de  bir  levh  vardı.Daima  o levhe  bakıyordu; bir  an  bile  gözünü  ondan ayırmıyordu 
 Önünde   bir ağaç  vardı; yapraklarının  sayısını ancak  ’ u  teala  bilir. Her yaprakta  bir kimsenin   adı  yazılmıştı.
 Yine  önünde  leğene  benzer  bir şey  vardı. Bazen  sağ eli ondan bir şey alıyor; sağ yanında  duran nurlu ve tatlı  meleklere  teslim ediyordu, bazan da sol eli ile  ondan bir şey  alarak  sol yanında duran  kap  kara  meleklere  veriyordu.  Bu  meleğe  baktığım  zaman  kalbime  bir  korku  düştü. Vücudum titrer  oldu. Bana  bir  zaaf ve çöküklük  geldi.
–   Bu kimdir? Diye  sordum;
–   Cebrail  bana  şöyle anlattı : Bu  ölüm meleğidir. İsmi Azraildir, bunu  görmeğe   hiç
kimse  cesaret  edemez. Lezzetleri  kesen  toplulukları dağıtandır.
–    Sonra  gidip şöyle  dedi:
–   Ey  Azrail, bu  gelen  ahir  zaman  peygamberidir. Rahman ’ ın Habibidir.
Onunla  konuş.
–   O nun bu  sözüne  karşılık  Azrail  başını  kaldırdı; Tebessüm  eyledi
–   Cebrail  ona  yaklaştı  selam verdi. Bende  onun  yanına  gittim selam  verdim, selamımı
aldı; Bana  çokça  tazim  eyledi,  sonra  şöyle  dedi.
–   Sana merhaba  Yüce  Hak  senden daha  keremli   bir  zat  yaratmadı, ümmetini dahi   
Yüce  Hak  ümmetlerin  en  keremlisi  yarattı. Ben, senin  ümmetlerine  babalarından  ve analarından  daha  merhametli  ve daha  şefkatliyim.
–    Onun  bu  sözlerine  karşılık  şöyle  dedim :
–    Gönlümü  hoş  eyledin; kalbimi  gamdan  kurtardın. Ama  kalbimde  bir  şey  kaldı: Seni
gamlı ve  mahzun  gördüm;  sebebi  nedir?
–    Şöyle anlattı:
–   -Ya  ResulAllah  yüce  Hak   beni  bu  hizmete  tayin  buyurduğu  zamandan  beri 
korkarım: sebebi  uhdesinden gelemem: cevap  vermeye  gücüm yetmez: Bunun için   korkulu  ve  gamlıyım
–    Sordum
–    Bu  leğene  benzeyen  şey nedir ?
–    Bu  dünyanın  tamamıdır, Meşrıktan  mağrıbe, kaftan  kafa  varıncaya  kadar hepsi   
yanımda  bir  leğen  kadardır: Nasıl istersem  öyle  tasarruf  ederim.
–    Tekrar  sordum: Bu  baktığınız  levh  nedir?
–    Şöyle dedi:
–    Levh ü  mahfuzdur. Bir  sene  içerisinde  eceli  gelenlerin defterleridir..Melekler onu
yazıp  bana verirler  işte  o  defterdir
–    Ya  bu  sahife  nedir ? Diye  sorunca  şöyle anlattı
–    Ruhları  alınacakların , vakit  saatlerini  bildiren  defterdir.
–    Ya  Bu ağaç  nedir ?Dedim şöyle anlattı:
–   -Dünyada hayatta olanların  ömürlerinin ağacıdır: Bir adam  doğduğu zaman  bunda  bir 
yaprak  çıkar. Her yaprağının  üzerinde sahibinin  ismi  yazılmıştır: Eceli  yaklaştığı  zaman,  o  yaprak  sararır, bu  levhde  bulunan ismin  üzerine  düşer. O  yaprağı meleklere  veririm; götürür onun  yemeğine  katar  yedirirler,  yiyince IN   izni  ile  hastalık arız olur, hastalanır,  vadesi  tamam olunca  defterde olan ismi  silinir. Bende elimi uzatıp  ruhunu kabz  ederim;  ister  mağripte iste maşrıkta olsun: Eğer  saadet  ehli  ise sağımda duran meleklere  veririm, bunlar  rahmet  melekleridir,  o ruhu  bunlara  teslim  ederim. Şayet o ruhunu   kabz  ettiğim şekavet ehli ise solumda bulunan meleklere teslim ederim. Bunlar  azap  melekleridir- şekavetten  a sığınırız-
          -Bunlar  ne kadar  melektir. diye sordum.şöyle anlattı
Bunların sayısını bilmem, ama ne vakit bir kimsenin ruhunu kabz etsem altı yüz tane rahmet altı yüz tanede azap meleği hazır olur, o ruh hangi taifeye verilir ona bakarlar. Bir kere gelenlere bir daha sıra gelmez, taa kıyamete kadar böyle olacaktır.
Bundan sonra tekrar sordum ey ölüm meleği herkesin ruhunu sen mi alırsın?
-Şöyle anlattı:. Yaratıldıktan bu yana yerimden kımıldamadım. Bana yetmiş bin melek hizmet eder.Her birinin eli altında da yetmiş bin  melek var, bir kimsenin ruhunu almak  istediğim  zaman  onlara  emrederim  onlar  gidip  onun ruhunun boğazına  getirirler  bundan sonra  elimi  uzatıp  onun  ruhunu  alırım.     
Tekrar  sordum –İstediğim  odur ki,   ümmetim  zaiftir  onları  mülayım  bir  şekilde şefkatle 
tutasın. 
Şöyle  dedi:
Yüce ’ ın  Celali ve  Cemali  hakkına  ki  o sizi  hatemül  enbiya  kıldı; Bana  bizzat o Yüce  yaratıcı  gece  ve  gündüz  yetmiş  kere  hitap  edip  şöyle  buyurur:
–  Muhammed  ümmetinin ruhlarını  kolaylıkla,  suhuletle al,  onların   işlerini lütufla  gör. Şüphesiz  ben  ümmetinize  analarından ve  babalarından  daha  şefkatle  tutkunum:
Bundan  sonra  Cebrail  ezan  ve  kamet  okudu; imam olup  iki  rekat  namaz  kıldım, Yani , ikinci  sema  ehli  ile.
                    ÜÇÜNCÜ   SEMA
Bundan  sonra  üçüncü  kat  semaya  yükseldim.Yüce Hak bu semayı bakırdan yaratmıştı. İsmine  ZEYTUN  derler, Buranın  kapıcısına da-Arinail  derler. Arinail  gayet  azametli    ulu  bir  melektir. Onun  hizmetinde de  üç yüz bin  melek  vardı. Bu  meleklerin  tesbihi de  şöyleydi
Bol hibeler   eden  ihsan  sahibi  zat  noksan  sıfatlardan  münezzehtir,  gönüller  açan   bilgin  zat noksan  sıfatlardan   münezzehtir,  kendisine dua  edenlerin duasına icabet  eden Yüce Zat  noksan  sıfatlardan  münezzehtir.
Bu  meleğe   selam  verdim, tam tazimle selamımı aldı, bana çeşitli üstün nimetlerin   müjdesini verdi.
Bunu  geçtikten  sonra çokça  melekler  gördüm. Saf  olmuşlardı, cümlesi secde etmişlerdi, şu tesbihi  okuyorlardı:
Bilgin  yaratıcı  Zat   noksan  sıfatlardan  münezzehtir, kendisinden  başka  kaçıp  sığınılacak   makam olmayan  zat noksan  sıfatlardan  münezzehtir, yüceler yücesi tüm  noksan  sıfatlardan  münezzehtir.
Devamlı  olarak   şu  tesbihi okuyup  duruyorlardı.
Cebrail şöyle dedi: Bunların ibadetleri daima budur. Niyaz eyle bu ibadet ümmetine ihsan olunsun.
Ben   dua ettim; ümmetime  namazda secde emr olundu.
Secdenin  iki  olmasının sebebi  şudur:
Onlara  selam verdiğim zaman, başlarını  secdeden  kaldırıp  selamımı aldılar, tekrar  secdeye  vardılar: Bunun için ümmetime  iki  secde  farz oldu.
Bunları  geçtikten  sonra Yusuf  a.s ı gördüm,  gayet  güzeldi, güzelliğin yarısı ona ihsan olunmuştu.
Bunu  geçtikten  sonra  Davut  a.s’ı ve oğlu Süleyman  a.s’ ı gördüm, selam verdim, selamımı tazimle aldılar, bana  müjdeler  verip  şöyle  dediler:
Bu gece  ümmetine  şefaat ve Rabbından  selamette   olmalarını  niyaz eyle*
Resulullah  efendimizin  anlattıklarına  devam  edelim:
Bundan sonra bir kapı  gördüm; kafurdandı, bunun alt  eşiği yerin en derin noktası olan   serada, yukarı  eşiği  ise arşın altında  idi. Bu  kapının iki  kanadı  vardı, Yer ve gök  kadar   bir kilit  asmışlardı. Hayret  ettim Dedim.
Cebrail  bana  şöyle  anlattı: -Bu  kapının adı  BABÜL  EMAN dır.
Tekrar  sordum: -Neden  buna-Buna  BABUL  EMAN Denildi.
Bu sorumada  şu  cevabı  verdi.
-Yüce  HAK  cehennemi yarattı. İçine de çeşitli  azaplar  koydu. Cehennemden bir nefes  zuhur eyledi,  bunun üzerine cümle yer ve gök ehli  yüce  HAKKA sığınıp eman diledi.  Bundan  sonra  izzet  sahibi  YÜCE  HAK  bu  kapıyı  cehennemle  cümle  kainat  arasında  yarattı. Taki  yedi kat  yerlerin ve  yedi kat göklerin ehli eman da bulunalar. Bu  mana  icabıdır ki  bu  kapının adına :-BABUL  EMAN denildi.
Arkasında  neler  bulunduğunu  görmek için   o kapının  açılmasını istedim. Cebrail  şöyle dedi: -Bunun ardında  cehennem  vardır neylersiniz?
Muhakkak  görmek isterim. Deyince  şu  ilahi  ferman   sadir oldu: -Ey Habibim : parmağınla  işaret et, kapı açılır.
Bunun  üzerine  işaret  ettim; kapı açıldı. Nazar  eyledim  gördüm  ki  Demirden  büyük  bir  mimber  var . O mimberin  altı yüz  bin  ayağı  vardı   .Onun  üzerinde   çok  heybetli   ateşten  yaratılmış bir  melek  oturuyordu , ateşten  ipler    büküyor , Ateşten   zincirler  ve   bukağılar  yapıyordu   gayet  şiddetli  ve  korkunç  yüzlü  idi   pençesi  kuvvetli  ve  öfkesi  belli idi . Başını  önüne  eğmiş  şu  tesbihi  okuyordu:
-Güçlü  sultan olduğu  halde   zulmetmeyen O  Yüce  zat  noksan sıfatlardan  münezzehdir. Düşmanlarından  intikam alan yüce  Zat  noksan  sıfatlardan  münezzehtir: Dilediğine  bol  ihsanda bulunan Yüce Zat noksan  sıfatlardan  münezzehdir. Kendisine bir benzer olmayan  Yüce Zat  noksan sıfatlardan  münezzehtir. (1)
Ağzından  dağlar  gibi ateşler  çıkıyordu  burnundan  alevler  fışkırıyordu. Onun her  bir  gözü   dünyanın  tamamı kadardır. O meleği bu heybette  görünce, bana  korku  geldi. ’ u Teala  nın lütfü  . keremi  inayeti  olmasaydı   helak olurdum.  Cebrail’ e sual  edip: Bu kimdir? onu  görünce  vücuduma  titreme geldi  dedim,
Cebrail  bana şöyle  anlattı:- Siz  korkmayın; çünki  sizin  için korku  yoktur,  bu  cehennemin hazini (kapıcı,bekci,bakıcı)Maliktir, ’ u Teala Onu gazabından  yaratmıştı,  yarattığından  beri  hiç  gülmemiştir,  her an  gazabı artmaktadır, onun yanına  varın selam verin.
Bunun üzerine gidip selam verdim, o kadar  meşguldu ki  başını  bile  kaldırmadı. Cebrail  öne  geçip  şöyle dedi:-Ey Malik sana selam veren ’ ın Resulu Muhammeddir.  Cebrail  beni  ona  böyle  tanıttı. Namımı işitince  bana  kıyam edip bana  tazim için  türlü  saygı  diller  döktü   ve  ikramlar  eyledi. Sonra  şöyle dedi:
YA MUHAMMED  SANA   MÜJDELER OLSUN Yüce Hak  sana  çokça  kerametler ihsan eyledi; Senden hoşnuttur, Senin vücüduna cehennem ateşini haram kıldı. Senin  hürmet ve bereketinle sana tabi olanlara dahi cehennem ateşini haram kıldı: Yüce  Hak  bana  emreyledi:
Senin ümmetinin asilerine merhamet eyleyeyim: Sana iman getirmeyenlerden intikam alayım.
Bundan sonra  Cebrail’ e dedim ki:- Buna  söyle   bana  cehennemi  göstersin. 
Cebrail  ona benim talebimi  bildirdiği zaman; cehennemden iğne deliği  kadar  bir yer açtı, Oradan iplik inceliğinde siyah bir duman çıktı. O duman bir saat çıksaydı; Bütün yeri ve   semaları o duman karanlığı sarardı.Güneşin ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin  ziyası  ve nuru görünmezdi; Mahvolurdu ancak Malik o deliği o anda eli ile sıvadı; O  duman yok oldu: Bana da  şöyle  dedi;- Buradan  içeri  bakın. Bakınca  gördüm ki  cehennem, bir birinin altında   yedi  tabakadır:
En yukarı cehennem dir ki; Oraya  müminlerin asileri girer. Bunun azabı; diğerlerinden  hafiftir.
İkincisi lezadır,  buraya  nasara  girecektir.
Üçüncüsü hutamedir: buraya da   yahudiler girer,
Dördüncüsü   sair’ dir,   buraya da sabiler  girer,  :
Beşincisi   sakardır: buraya da  Mecusiler  girer,
Altıncısı  cahimdir, Buraya da  müşrikler  girer,
Yedincisi haviyedir. Buraya da  münafıklar  gireceklerdir.
Birde ’ lık  davası  güdenler girerler: Mesela  Fıravun,  nemrud,  gibiler…
Ben aşağı tabakada olanların  azaplarının şiddetinden bakmağa  takat  getiremedim. Ancak üst  tabakada  olanlara  baktım. Buraya  Ümmetimin  asileri  girerler. Buraya   bakınca gördüm ki  orada ateşten  yetmiş  derya  var. Her deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her  şehirde    ateşten  yetmiş bin  ev  var. Her evin  içinde ateşten  yetmiş bin sandık  var; O sandıkların için de de   erkekler  ve  kadınlar  var:  Oraya  hapsolmuşlar; Yanlarında yılanlar ve akrepler  var; Şöyle  sordum:
-Ey Malik  bu  sandıkların içinde  hapsolanlar kimlerdir?
Şöyle  anlattı:
-Bunların  bazısı  insanlara  zulüm  edip  haksız  yere  malını  alanlardır, bazısı da  büyüklük  satıp zalim cebbarlık  edenlerdir. Halbuki büyüklük celal ve ikram sahibi Yüce ’a  mahsustur.
Sonra  bir  kavim  gördüm, dudakları deve ve köpek  dudakları gibi idi, karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu. Tekrar içlerinde  bağırsak  yaratılıyordu. Zebaniler  yine  vurup  döküyordu. Onlara  böylece azap  ediyorlardı.
Bunlar  kimlerdir?
Malik  şöyle  anlattı:
-Bunlar  ümmetinizden  yetim  malını  haksız  yere yiyenlerdir.
Bir  kavim  daha  gördüm  karınları  dağlar  gibi  şişmişti  içine  yılanlar  ve  akrepler  dolmuştu, orada hareket edip  ıstırap  veriyorlardı: Bunlar ayağa  kalkmak istedikleri zaman karınlarının  büyüklüğünden  ve  yılanların  hareketlerinden kalkmaya  güçleri  yetmiyordu  yıkılıyorlardı.
Sordum -Bunlar  kimlerdir?
Malik  şöyle  anlattı:-Bunlar ümmetinden  faiz  yiyenlerdir.
Bundan  sonra  bir alay  hatunlar  gördüm. Bunları  saçlarından  asmışlardı; Bunlar  için;
Kimlerdir? Diye sordum?
Malik  şöyle anlattı:
-Bunlar şu kadınlardır ki yüzlerini  ve saçlarını örtmeyip erkeklere gösterirler. Kocalarından  başkasına zinetlerini açarlar,  kocalarına eza ve cefa  ederler.
Bundan sonra bir takım erkek ve kadın gördüm, bunları dillerinden ateş çemberlere asmışlardı Tırnakları  bakırdandı. Kendi  yüzlerini yırtıp  parça parça ediyorlardı.
-Bunlar  kimlerdir ? Dedim,
Malik  şöyle anlattı:
Bunlar  yalan  yere  şehadet  edenlerdir; Koğuculuk  yapıp  söz  gezdirenlerdir.
Bundan sonra bir alay kadınlar gördüm,  bunların  kimisini memesinden asmışlar,  kimisini de ayaklarından  baş  aşağı asmışlardı.Bunlar feryat  ve sayha atıp  duruyorlardı.
-Bunlar  kimlerdir? Dedim, şöyle anlattı:
-Bunlar  zina  edenlerdir,  ayrıca  çocuklarını  düşürüp  katil  işi işleyenlerdir.
Bundan sonra bir  alay adamlar  gördüm, bunlar  kendi yanlarının etlerini koparıp  ağızlarına   koyuyorlardı, yemeyip ağızların da gizliyorlardı; Ama  Zebaniler onları -Yiyin Diye  zorlayıp  istemeyerek yediriyorlardı: Tekrar  koparıp  ağızlarına  alıyorlardı. Zebaniler tekrar  yemeleri  için  onları  zorluyordu ; Bu  şekilde onlara  azap  ediyorlardı.
-Bunlar  kimlerdir ? Diye  sordum  şöyle  anlattı:
——-Bunlar ümmetinizden şu kimselerdir ki insanları yüzlerine karşı ayıplar zemmederler: Ayrıca  arkalarından  kötüleyip   gıybetlerini ederler. Elleri  dudakları  kaşları  ve  gözleri ile  işaret ederek insanları  alaya  alırlar
Bundan  sonra  bir kavim gördüm ki  bunların cesetleri  hınzıra yüzleri de köpek  yüzüne  benziyordu, dübürlerinden ateş çıkıyordu, yılanlar akrepler onları  sokuyor ellerini  yiyorlardı
-Bunlar kimlerdir? Dedim Malik  şöyle  anlattı:
Bunlar ümmetinizden  namaz kılmayan  gusul etmeyen  cenabet gezenlerdir.
Bundan  sonra bir  kavim  daha  gördüm, bunlar tam  susadıklarından ötürü susuzluktan yanıp   feryatla su istiyorlardı, onların bu isteklerine karşılık ateşten kadehlerle  kaynar sular verilip,
 —İç,
Diyerek  zorlanıyorlardı: Onlar  bu  kadehi ağızlarına  yakın götürdükleri  zaman o suyun  şiddetli kaynamasından yüzlerinin etleri pişip kadehin içine dökülüyordu, içince de  bağırsakları  parça  parça  olup dübürlerinden dışarı  dökülüyordu
Bunlar  kimlerdir ? Diye  sordum Malik  şöyle  anlattı:
-Ümmetinizden  şarap  ve  sarhoşluk  verici  şeyleri  içenlerdir.
Bundan  sonra  bir  alay  kadın  gördüm, baş aşağı  ayaklarından  asmışlar; Dilleri  uzayıp ağızlarından sarkmıştı, zebaniler onların ateşten  makaslarla durmadan kesiyordu; zebaniler onların dillerini  kestikce tekrar uzuyordu  ve  bunlar  eşekler  gibi  bağrışıyorlardı,  köpekler gibide  uluyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Diye  sordum  Malik  şöyle   anlattı:
Bunlar ölüsü  öldüğü  zaman  feryadı figan eden kadınlardır.
Bundan  sonra  bir takım  erkekleri   ve  kadınları  gördüm.
Bunları  bakırdan  fırınlar  içine  oturtmuşlardı,  altlarından ateşler  ve  alevler  çıkıp başları  ile  bütün  vücutlarını  bürüyordu,   gayet  kötü  koku  geliyordu.
-Bunlar kimlerdir?  Diye  sordum  Malik  şöyle  anlattı:
-Bunlar  zina eden erkek  ve  kadınlardır.
-Peki  bu  kötü  koku  nedir?  Dedim  bunu da  şöyle anlattı:
Onların ferçlerinden çıkan  şeyin  kokularıdır.
Bundan  sonra  bir  kısım  kadınları  gördüm  ki asmışlar: Bunların elleri  boyunlarına  sıkıca  bağlanmıştı,
-Bunlar  kimlerdir? Dedim  Malik  şöyle anlattı:
Kocarına  hiyanet edip mallarını  telef edenlerdir.
Bundan  sonra  bir takım erkekleri  ve  kadınları gördüm  bunlara ateşte azap  ediliyordu. Bunların üzerine zebaniler musallat olmuştu. Bunlar feryat ettikçe zebaniler ateşten  sopalarla  vuruyorlardı. Karınlarına ateşten  süngüleri saplıyorlardı,   vücutlarını da  ateşten  kamçılarla  dövüyorlardı,  bunların azaplarını  pek  çetin  gördüm.
-Bunlar  kimlerdir ? Malik  şöyle  anlattı:
-Bunlar  analarına  ve  babalarına isyan  ederek karşı  gelenlerdir.
Yine  bir kavim gördüm, bunların boyunlarına ateşten dağlar gibi büyük halkalar  geçirmişlerdi.
-Bunlar  kimlerdir?Diye  sordum Malik  şöyle anlattı:
-Bunlar  üzerinde  bulunan  emanetleri  sahiplerine  vermeyenlerdir.
Bundan  sonra  bir  kavim  gördüm,   zebaniler bunları  ateşten   bıçaklarla  boğazlıyordu  ama  bunlar  aynı  saatte  diriliyordu, bunlar  dirilince  zebaniler tekrar  onları  boğazlıyordu.
Bunlar  kimlerdir?
-Bunlar  haksız  yere  adam  öldürenlerdir.
Bir  kavim  daha  gördüm;  gayet  çirkin  ve  kötü  kokulu  cife   yiyorlardı.
Bunlar  kimlerdir ?  Diye  sordum  Malik  şöyle anlattı:
-Bunlar  gıybet  edip  insanların  etini  yiyenlerdir.
Bunlardan  cehennemde iki sınıf  kimse gördüm,  bunların  bir  sınıfı  erkeklerden bir sınıfı kadınlardandı. Bunların azabı gayet  şiddetli idi.
Bunlar  kimlerdir ? Malik  şöyle anlattı:
Bu  erkekler  beylerin  önünde sopa ve kamçılarla  gidip  zavallı  fakirlere vurup  zulüm  edenlerdir. O kadınlar ise  sürette  libas  giyip  hakikatte  cümle  azası  belli ,  açıl  hükmünde  ve erkeklere aşikar olanlardır, ayrıca dışarı çıktıkları zaman erkekleri kendilerine  çekenlerdir, bu  sebepten başları  deve  hörgücü  gibi büyük  olup selametle  doğruca  cennete  giremezler.
Bundan sonra  cehennemde  bir alay  erkek ve dişi  kimseler gördüm, bunların azabı  bir birine  benzemiyordu, her birine bir başka türlü  azap olunuyordu, bu tabakada azap olunanlar  arasında bunlardan  şiddetli  azap olunan  yoktu. Şöyle bir azapla azap ediliyorlardı, bunları  ateşten  sopalar üzerine asmışlar etleri  pişip  dökülüyor; sadece  kemik  kalıyorlardı: Hak Teala  onların   etlerini  bitiriyor   yine  önceki  gibi  etleri   pişip  dökülüyordu.
Bazıları da   ateşten  zincirlerle  bukağılarla   bağlanmışlardı. Böylece  azap  olunuyorlardı .
-Bunlar  kimlerdir?  Diye sordum  Malik  şöyle  anlattı:
-Bunlar  vücut  sağlığı  yerinde iken namazı  terk edenlerdir.
Ve şöyle dedim:
-Ey Malik  kapıyı  kapa  bakacak  takatim  kalmadı.
Malik  şöyle  anlattı
-Ya  Resulullah, mubarek gözünüzle muşahede ettiğiniz azapları gördüğünüz gibi; ümmetinize  bildirin, ümmetinizi  çok  çekindirin.
Masiyetlerden,  ’ın emrine aykırı  hareketten onları  alıp  men edin.  ’ a  tam  itaate  teşvik  edip  ibadet  yoluna  getirin. ’ ın  azabı  şiddetlidir. Cehennem  yedi  tabakadır, Bu  gördüğünüz   ilk tabakasıdır,  aşağıları  daha  şiddetlidir.
Bunu  dinledikten  sonra  Resulullah  S:A efendimiz  ümmetine  şefkatinden dolayı  ağlamaya  şefaat  ve niyaza  başlar.
Ümmetinin zaafı ve o gibi azaba takat getiremiyeceklerini anlatıp, o kadar ağladı ki Cebrail mukarrep melekler ve orada bulunan diğer melekler dahi ağlamaya başladılar. Resulullah  efendimizin tazarru ve niyazına,
Amin !
Dediler.
Bunun  üzerine  izzet  sahibi Yüce  Haktan  şu  hitap  geldi:
Habibim; senin  değerin benim katımda büyükdür. Duan  makbuldür şefaatın makbuldür,  Gönlünü hoş tut, Seni  muradına  eriştirdim. Kıyamette Sana bir makam vereceğim, şu  kadar  asileri  sana  bağışlayacağım  ta ki,
-Yeter,
Diyesin. Senin  ümmetlerini  sair ümmetlerin  üzerine  seçtim: Senide  onlara  şefaatci  kıldım … dilediğin  kadar  şefaat  eyle; Kabul ederim.
Sonra;
Bu Malikten başka   cehennem  hazinleri  (kapıcıları  bekcileri  bakıcıları)  on  sekiz  tane idi.
R; Malikle  on dokuz olurlar, bunların  gözleri yıldırım gibidir. Ağızlarından yalın ateş çıkar. Bunlarda  asla  esirgemek  ve acımak  yoktur; Her an öfkeleri artmaktadır, vücutları  gayet  büyüktür, onların  büyüklüğünü   şundan  anla. :
Onlardan  biri  tek  eli  ile  yetmiş bin  kafiri alıp  cehenneme  atar. Kafirin  vucudu  ise  gayet  büyüktür,  ağzındaki  dişlerin  her  biri  uhud  dağı  kadardır,  her bir dişi Uhud dağı kadar olunca başının ve vücudunun  ne kadar büyük  olacağını  hesap  eyle. Bir  omzundan  diğer omzuna  kadar olan  mesafe  dokuz  günlük  yoldur. Derisinin kalınlığı  üç  günlük  yoldur; İşte koca cüsseli yetmiş bin kafir avucu içine sığınca;o melek ne kadar büyüktür, düşünüle ..
Bu meleklerin eli altında o kadar zebani vardır ki, Onların sayısını ancak ’u Teala  bilir.
Şöyle  bir  rivayet  geldi :
-Yüce Hak, Resulullah  efendimize sav bu on dokuz  meleğin vasıflarını beyan yolunda şu  ayeti  kerimeyi  yolladı: :
 -“ Onun üzerine  on dokuz  melek  tayin  edilmiştir”(74- 30)
Resulullah sav. efendimiz  ümmeti namına mahzun  oldu; Halas olmalarını diledi: Bunun üzerine  Yüce Hak  şöyle  buyurdu:
– Senin ümmetine on dokuz  harfli  bir  cümle ihsan  eyledim,  ümmetin onu  devamlı olarak  bırakmadan okursa kendirlini o on dokuz cehennem  hazinlerinden ve onların yardımcıları olan zebanilerin azabından emin kılarım.O cümle şudur:-Bismillahirrahmanirrahim. ( Rahman   Rahim  ’ın  adı  ile )
Hak Teala  cümlemizi Habibi  Huda  Şefi –i   ruz –ü  ceza  Hazreti   ebel  kasım Muhammed  Mustafa S:A  hürmetine   cehennemden  azat  eylesin,  Amin !
’u Teala Ona salat  ve selam eylesin.
Resulullah sav efendimizin anlattıklarına devam edelim:
Bundan sonra Malik o deliği kapadı: Daha sonra Cebrail  ezan okuyup  kamet  getirdi,
Bende imam oldum, bu üçüncü  sema ehli ile iki rekat namaz kıldım.
 
DÖRDÜNCÜ  SEMA
Bundan sonra DÖRDÜNCÜ SEMAYA yükseldik..
Yüce Hak bu semayı tam  gümüşten  yaratmıştır( Bir  rivayette  Beyaz  inciden  yaratmıştır)
Bu  semanı  adı  Zahirdir,  kapısı  nur  olup   nurdan kilidi  vardır.
Bu kapının üzerinde;LAİLAHEİLLAllah  MUHAMMEDUN  RASULULLAH (’tan  başka  ilah  yoktur  Muhammed ’ın  Resuludur) Kelimeyi  tevhidi  yazılmıştır.
Bundan sonra İdris A:S ve Nuh A:S  peygamberleri gördüm: Bunlara selam  verdim selamımı alıp tazim eylediler. Bana:
-Hoş geldin ey Salih kardeş Salih peygamber Dediler ve çeşitli ikramların müjdesini  verdiler.
Bundan sonra İsa  A:S’ ın  validesi  Meryemi,  Musa  A:S’ ın  validesi buhayid’i: Fıravunun  hanımı Asiyeyi gördüm. (  onlardan   razı olsun ) Meryemin yetmiş bin  köşkü vardı; Hepside ak incidendi.  Musanın  validesinin dahi yeşil zümrütten yetmiş bin  köşkü vardı.  Asiyeninde kızıl yakuttan kızıl  mercandan yetmiş bin  köşkü  vardı.
BEŞİNCİ  SEMA
Bundan  sonra  beşinci  semaya  yükseldik.
Yüce  Hak  bunu  kırmızı  atkından  yaratmış  ismine-Safiye  Derler  daha önce anlatıldığı  biçimde diğer  semalarda  olduğu  gibi; kapının açılması  istendi. Belli sual cevap vaki oldu. Sonra kapı açıldı.
İçeri  girince  gördüm ki oranın hazini Kel kail nurdan bir  Kürsü üzerine oturmuş  ona selam   verdim,  tazim edip selamımı  aldı.
Bunları geçtikten sonra İsmail A:s, ishak  A:S,Yakup A:S, Lut A:S, ve Harun A:S peygamberleri   gördüm.  Bunlara selam verdim,  selamımı  aldılar  ve  bana,
-Hoş  geldin,  ey  Salih  oğul  Ey  Salih  kardeş. Ey  Salih  peygamber dediler. Kemaliyle  tazim  edip güzel  ikramların  müjdesini verdiler.
ALTINCI  SEMA
Bundan sonra altıncı semaya çıktım.
Bu  semayı Yüce Hak  sarı yakuttan  yaratmış.  Adına -Halisa Derler. Buranın hazinine de Semhail  Derler. Daha önce anlatılan usulde kapının açılması  istendi;
Belli sual cevap vaki oldu, kapı açıldı; içeri girdik oranın hazini semhail’i gördüm. Hizmetinde altı yüz bin melek vardı, her  meleğin  emrinde ise ayrıca altı  yüz bin yardımcı  var, hepside şu tespıhi okuyorlar.
 ¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬   Kerim zat noksan sıfatlardan münezzehtir, açılan nur zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Öyle münezzeh bir zattır ki, selamlarda onların ilahı odur; yerde olanların ilahı odur.   (2)
Semhail’e selam verdim; selamımı aldı. Tam manası ile bana tazim etti. Bunları geçtikten  sonra kardeşim Musa’yı gördüm, selam verdim. Selamımı aldı; kalktı beni iki gözlerimin  arasından öptü,  sonra şöyle dedi. : 
Seni  bana  gönderen    a  hamdolsun .
-Ve   benim  için  yüce  Haktan   nice  kerametlerin   müjdesini  verdi  şöyle  dedi:
Bu  gece sen Mevlanın  cemali ile münevver ve münacat – ı Huda  ile  mükerrem  olacaksın.  Zaif ümmetini  unutma: sana  ne  ihsan  olunursa ondan  ümmetine nasip iste, eğer bir  şey   farz olursa, mümkün  olduğu  kadar hafif olmasını talep  eyle.
Sonra Mikaile eriştim. Büyük bir kürsiye oturmuştu, önünde büyük bir terazi vardı.O  terazinin her gözü yerler ve gökler sığacak kadar büyüktü: önünde nice nice tomarlar vardı.

 

 


Yanına  varıp  selam  verdim,  selamımı  aldı, kalkarak  tazim  eyledi. Bana  şöyle  dua  etti:
-AllahU TEALA  senin  kerametini  ve  sururunu  artırsın
Onun  bu  duasına  karşılık  bende:-amin  dedim.  Sonra  bana  şöyle  bir  müjde  verdi:
Senin ümmetine olan hayır ve keramet hiç bir ümmete müyesser olmamıştır. Onların  mizanı   cümlesinden  ağırdır. O kimseye  saadetler  olsun ki:
Sana  tabi  olup  sever,  vay  o kimsenin  haline ki  sana  isyan eder.  Mikailin  yanında o kadar çok melek  vardı ki onların adedini ancak  AllahU  TEALA bilir o  meleklerin hepsi  bana şöyle  dediler:
-Cümlemiz senin fermanınla itaatkarız, daima sana salavat  okuruz: Ademin  yaratılmasından  yirmi beş bin yıl evvelinden bu ana gelinceye kadar her ne mikdar  yağmur ve kar yağdıysa.. onların her katrasına bir melek hizmet ederek indirir. Ne kadar bitki meyve hububat biterse   her  birine bir  melek  hizmet eder. Hizmetini de  tam yapar o hizmette bir  kere bulunan  meleğe kıyamete kadar bir daha sıra gelmez; onların çokluğu ne kadardır; bundan  kıyas  eyle.
-Her müminin ve kafirin Rabbı YÜCE ZAT  noktan  sıfatlardan   münehzehdir.NOKSAN  SIFATLARDAN MÜNEHZEH’dir. Noksan sıfatlardan münehzzehdir.O Zat ki hamile  kadınlar onun Heybetinden içlerindekini  düşürürler(1)
Mikailin  tesbihi de   şu idi:  Pek Yüce Rabbim tüm noksan sıfatlardan münezzehtir”(2)
 YEDİNCİ  SEMA 
Bundan  sonra  yedinci semaya   çıktık.  Hak  teala  bunu  nurdan yaratmıştı. 
Bunun  adına:Gariba Derler.
Cebrail daha önceki sema  kapıların da olduğu gibi kapının açılmasını istedi; içeriden sual  geldi. Cebrail o suallerin cevabını verdi, sonra kapı açıldı içeri girdik. Efraili  gördüm.  Bunun  yedi yüz  bin  hademesi  vardı,  her hademesinin de yedi  yüz bin  avanesi  vardı. 
Bundan sonra bir kimseyi gördüm  ki Nura gark  olmuş gayet  heybetli  ve  vakarlı  bir  şekilde   bir  kürsü  üzerinde  oturmuştu; Önünde  çokca  çocuklar  vardı sordum:
Ey  Cebrail  bu  kimdir?.  Ki, bu  bir nuru çok vakarı çok  heybeti  var  önünde  duran  sıbyan  çocuklar  kimlerdir?
Cebrail  şöyle  anlattı:_ O  sizin   ceddiniz  İbrahim, dir.
Bundan  sonra  Cebrail  bana  şöyle  anlattı:
Öne geç İbrahime selam ver. Bende gittim selam verdim, bana tazim edip selamımı aldı.
Sonra  şöyle dedi
-Ey oğul sen bu gece alemlerin Rabbının cemalini  muşahede  ile müşerref olacaksın;  türlü  türlü lütufların  mazharı olacaksın. Ümmetin  ise cümle  ümmetlerin ahiri ve çok zayıfıdır: Onlara şefkat edip Rabbından  dile.
   BEYTÜL  MAMUR 
Bundan  sonra  Beytul Mamura yükseldim.
Burası  yedinci  semada  bir  beyti  mükerremdir:  Kabei  mükerremenin  üzerine  gelir; o kadarda  büyüktür,  onu  semadan  bıraksalar  tam  kabe- i  mükerremenin  üzerine  iner.
Yüce  Hak onu  kızıl  yakuttan  yaratmış. Onun  yeşil  zümrütten  iki  kapısı vardır.  Kızıl  altından  on  bin  kandil  asılmış. Ak  gümüşten  bir  minaresi  vardır.  Onun yüksekliği beş  yüz yıllık yoldu. O beytin kapısına bir minber konmuştu, yaratıldıktan bu yana hatta kıyamete  kadar her  gün yetmiş  bin  melek ona  gelir. Onun  önünde  nurdan bir deniz  vardır.Orada  yıkandıktan  sonra  arkalarına  nurdan  birer  rida  alıp  onunla  ihrama  girerler.
-LEBBEYK,
Diyerek ihram giyenler gibi bu beyti tavaf ederler oraya bir defa gelene kıyamete kadar bir  daha sıra  gelmez.
Buraya  giden de  ancak  yedinci    sema  melekleridir 
Sonra  Cebrail  elimden tuttu içeri  girdik,  şöyle dedi:-Ya Resulullah burada da imamet edin.
Cebrail ezan okudu  yedi  kat sema ehli tümden iktida edip, iki rekat namaz kıldım.
Bu topluluğu görünce hatırıma şöyle geldi: Ümmetime de bu  toplu ibadetten nasip verilse,   bunun  üzerine o gizli saklıyı bilen  Yüce Zat  içimden geçeni bilip şöyle ferman eyledi:
 -Ya Muhammed! Senin ümmetine de böyle bir topluluk olacaktır, onun günü cumadır, cemaatıdır”
Bu  vaaz kitaplarında  şöyle  yazıldı:
Cuma  günü olduğu zaman , melei  ala BEYTİ  MAMURA  toplanır
Cebrail  ezan okur; İsrafil ise hutbe irad eder.  Mikail ise imam olur, yedi kat sema melekleri  ona  uyarlar.  Cuma  namazı  tamamen kılındıktan  sonra :
 Cebrail  şöyle  söyler
Ey melekler şahit olun bu ezanın sevabını Muhammed ümmetinin müezzinlerine bağışladım.
İsrafil  ise  şöyle der:
Ey melekler şahit olun bende hutbenin sevabını Muhammed ümmetinin hatiplerine  bağışladım.
Mikail  ise  şöyle  der:
-Bu imamlığın  sevabını Muhammed ümmetinin  imamlarına   bağışladım 
Melekler  dahi sevaplarını  Muhammed ümmetinin Cuma namazı kılanlarına  bağışlarlar.
–    Bunun üzerine  Yüce Hak  katından  şu ilahi  ferman  gelir:
-Ey  melekler  bana  cömertlik mi  arz  edersiniz,   halbuki  cömertliği  yaratan  benim. Şahit olun.  Cuma  gününe  tazim  eden  Muhammed ümmetinden  ister  kadın   ister  erkek  olsun   hepsinin  günahını   bağışladım.
Onları  cehennemden  azad  eyledim.Böylece kerem ihsanında ve rahmet itasında bulunur.
ım  bize de bunu  nasip  eyle; o  sevaba ermeyi  bize  kolay eyle,   emin  peygamber  As  hürmetine:..  ey  merhametliler  merhametlisi,  amin.
 SİDRE İ MÜNTEHA
Resulullah sav efendimiz  şöyle buyurdu:
-Bundan   sonra  SİDRE İ  MÜNTEHA ya çıkarıldım”
Sidre i Munteha  için  ulema çeşitli görüş  beyan  ettiler:  bilhassa  bu  ismin  verilmesi  üzerine
 İbn i  Abbas R:A  şöyle  anlattı:
Halkın ilmi  orada  son  bulup, Ondan  öte  ne  olduğunu   kimse  bilmediği  için-Sidre  i münteha ismi  verildi. Bazıları da   şöyle  anlattı.
-Yukarıdan inen oraya gelir aşağı geçemez: Aşağıdan yukarı çıkanda oraya ulaşır, ondan yukarı  çıkamaz, Bundan  ötürü  oraya  -Sidre i Muhteha  Denildi.
Bazıları da  şöyle  anlattı.
-Ruhlar  alemi  orada nihayet  bulur;  bunun için :-Sidre i Munteha  İsmi  verildi.
 İbn i Abbas  RA  şöyle  anlattı;
– O altından yaratılan bir ağaçtır. Dallarının bazısı zümrütten bazısı da yakuttandır.                     Dibinden  tepesine  kadar olan mesafe yüz elli yıllık yoldur. Onun yaprakları fil kulağına  benzer,  gayet  büyüktür. Onun  bir  yaprağı  bütün  dünyayı  örter  yemişleri  testi  şeklindedir       O ağacı nur  kuşatmıştır. 
Resulullah  S:A  efendimizin   anlattıklarına  devam  edelim : şöyle  buyurdu:
– O  ağacın üzerinde o kadar melaike gördüm ki  sayısını ancak Allahu Teala  bilir.
O  ağacın bütün yapraklarını sarmışlar  o  Melekler,  çekirge gibi parlıyor yıldızlar  gibi Şule  veriyorlardı:
Bu  manada   şu  ayeti kerime  gelmiştir
-Sidre i   bürüyen  büyüyordu o  zaman (53-16)
Müfessirler  bu ayeti  kerimenin tefsirinde  şöyle  dediler.-Melekler  çokluklarından  o  ağacı  ihata  etmişlerdir.
Şöyle  Rivayet  edildi:
-O ağacın yapraklarında o kadar melaike yıldızların ve yerdeki kumların sayısı kadardır.   Altın kelebek suretinde melekler vardır. Vardır ki  gökteki  yıldızları  ve  yerdeki   kumların   sayısı  kadardır.
Cebrailin makamı bu ağacın budakları arasında yeşil zümrütten bir budaktır: onun yüksekliği  yüz bin yıllık yoldur. Orada bir yaprak vardır,  yassılığı yedi kat gök ve yedi kat yerdir,   orada  nurdan  bir  sergi  döşenmiştir,  üzerinde kırmızı yakuttan  bir   mihrab   vardır.
O mihrab Cebrailin  makamıdır. O mihrabın önüne Habibi Ekrem Resulullah SA  efendimizin   namına  konulmuş bir  kürsü vardır, o konalı  beri üzerine hiç kimse oturmamıştır.
            

CENNETIN  DÖRT  IRMAĞI
Resulullah  S.A  efendimiz  anlatmaya  devam  ediyor: Şöyle  buyurdu.-O  ağacın altında    dört  ırmak  akıyordu; ikisi  zahir  ikisi de  batındı.
Cebrail  şöyle  dedi:
-O  batın olan ırmaklar cennete gider. Zahirdeki  ırmaklar  ise   dünyaya gider ki; biri  Fırat  diğeri de  nil  nehridir.
Bir ırmak daha gördüm, etrafında yakuttan inciden, zebercetten haymeler kurmuşlardı: Ayrıca  ırmak kenarında yeşil kuşlar gördüm; boyunları deve boynuna benziyordu; Cebrail şöyle dedi
-Bu  gördüğün Kevser  ırmağıdır, Hak Teala sana  nasip  etti”
Bu  manada  Kuran  da  şöyle  anlatıldı
 ” Biz  sana  Kevser  ırmağını   ihsan  ettik “(108-1)
Resulullah  eS:A Efendimizin  anlattıklarına  devam  edelim:
-”Bu ırmak yakuttan zümrütten çakıl  taşları  üzerine akıyordu. Suyu sütten beyazdı. Ondan bir  bardak  alıp  içtim. Baldan tatlı idi: Kokusu miskten daha latifti. O Ağacın  altında  ayrıca  bir  çeşme  akıyordu.
Cebrail şöyle  anlattı:
-Bunun  adına :-Selsebil Derler.
Bundan iki  ırmak  peydah olur. Onlardan birine: Kevser   diğerine de  Rahmet  adını   verirler,  ikisi de   cennet  kapısının  önünde  akar.
Cennete  girenler kevserden  içtikleri  zaman;  kalbe dair afet   kötü  huy   düşük    adetlerinin   cümlesinden  pak olurlar.
Ayrıca rahmet kaynağından da gusül ederler(yani yıkanırlar)Erkekler yıkandığı zaman   ademin cüssesinde boyları altmış zira, enleri de yedi arşın olur; Otuz üçer yaşında yeşil bıyıklı olurlar.
Hanımlar yıkandığı zaman  on  sekiz  yaşında   bakire  kız olurlar: Kızlıkları hiç  bozulmaz.
Böylece  cennete  girerler. Bir  daha  kocakarı olmak yaşlı ihtiyar olmak yoktur.
          CEBRAİL İN  KENDİ  SURETİ
Ve..  Burada  Cebraili kendi  suretinde  gördüm.
Onun altı yüz kanadı vardır,  türlü  türlü cevahirden ve incidendir. O  altı  yüz  kanadından   ikisini açtığı  zaman mağriple  maşrıkı  doldurur. O kanatlar  turlu  cevahirle   bezenmiştir.  Bir omzundan  bir omzuna  kadar   mesafeyi  tez uçan  kuş,  beş  yüz  yılda  alır”
Bazıları da  bu  mesafe  için  şöyle dedi: Yedi  yüz yıllık yoldur.   
Bundan sonra Resulullah S:A  şöyle  buyurdu:
-Sordum?-Sen  buradan  ileri  gitmez misin? Dost  dostunu yolda  bırakır mı?
-Şöyle dedi: 
-Ya Resulullah sav.  her meleğin  bir makamı  vardır; O  makamı  aşıp ileri  geçemez,  eğer  bir  parmak ileri  geçsem  Allahu Tealanın  celalinden  yanarım: Benim makamım sidre-i  müntehadır. Kesin olarak  bu ana kadar orayı  geçmedim,  ancak size ikram için izinliyim.  : Buraya kadar  getirdim  bundan ileri  gidemem.
Sordum?
Yüce Haktan  bir  hacetin  var mı dır ki; Yüce  yaratıcıdan  dileyeyim.
Şöyle  dedi:
Yüce Haktan hacetim şudur ki; Rabbın dan dile ümmetine sıratı geçme fermanı verildiği  zaman bana izin ihsan eylesin, kanadımı sıratın üstüne yayayım. Onları sıratı selametle  geçireyim
Bundan  sonra; perde  ardından bir  melek  elini çıkardı,  göz  açıp kapayacak kadar az  zaman  içinde perdeyi geçirip önüne  koydu”
Resulullah Efendimiz S.A Bundan  sonrasını  şöyle anlattı:
-O melek  bana  şöyle  dedi:
-Ya Resulullah  sav. İleri  geçin  benden  önde  gidin, Ve  az bir  zaman  içinde  inciden   bir  hicaba  götürdü: o  hicabı  tahrik  edince içeriden :
– Kimdir   O?  Diyen   bir  meleğin  sesi  geldi.
Benimle  beraber  olan  melek  şöyle  dedi:
-Ben  altın  hicaba  tayin olunan  meleğim: Benimle  beraber olanda İzzet sahibi  Rabbın  elçisi Muhammeddir  sav.
İçerideki  melek:
-Allahü ekber
Diyerek  elini  çıkardı, Beni  aldı  göz  açıp  kapayacak  kadar   az  zaman içinde o  hicabı  geçirip  önüne  koydu, çokca    saygı  ve tazimde bulundu.
                  REFREF
Bu yoldan  yetmiş  hicabı  geçtim; O hicapların  her  biri   bir  başka  cevherdendi. Her hicaptan  öbür  hicaba  kadar  olan  mesafe  beş  yüz yıllık  yoldu.
Bunları  geçtikten  sonra  yalnız  kaldım, o  zaman  refref  geldi. Bir yeşil döşek şeklinde  zahir oldu, bana  selam  verdi; Sonra  şöyle  dedi:
“Benim  üzerimde  oturun sizi  ben  götüreyim”
Resulullah sav.  miraç  gecesi  beş  şeye  bindi, onların  biri  Burak idi: Kudüs-ü mübareke-ye  kadar  bindi.
İkincisi  Miraç idi,   dünya  semasına  onunla  uruc  eyledi.
Üçüncüsü  Cebrailin  kanadı  idi; Hicaba  kadar  onunla  gitti.
Dördüncüsü meleklerdi; hicaptan  hicaba  onunla geçti, gitti
Beşincisi refrefti; ın  dilediği  kadar onunla  gitti.
 KÜRSİ
Resulullah sav Efendimizin  anlattıklarına  devam  edelim;  şöyle   buyurdu:
-Refrefin üzerine  bindiğim  zaman   beni  alıp  kürsiye  kadar  götürdü.
Yüce Hak Kürsiyi inciden yaratmış gayet büyüktür, onun  büyüklüğünü  hiç  kimse  vasf edemez “
 Kürsü  üzerine  Yüce Hak  Kuranda  şöyle  buyurdu:
 —“ O nun  Kürsisi  yeri  ve  semaları  aldı (2-255)
Müfessirlerin sultanı  İbn i ABBAS   ra  tefsirinde  şöyle  anlattı:
Eğer  yedi  kat  yerler  ve  gökler yayılıp  birbirine  ulansa   kürsinin  yanında  bunlar   büyük  sahrada  düşürülen   küçük  bir halka  gibi  kalırdı.   
Kürsi ile arş arasında  yetmiş  bin  hicap  vardır, o hicaplar olmasaydı, Arşın  nurundan  kürside  olan   melekler  yanardı. Resulullah sav.Efendimizin  anlattıklarına  devam edelim; Şöyle  buyurdu:
-O hicapları geçtim, geçtiğim o hicaplar arasında tahtlar gördüm, çeşit çeşit süslü cevherli   yaygılarla döşenmişti, etrafı sarılmış; üzerinede perdeler çekilmişti, sanırsın ki sahibinin  gelmesi için hazırlanıp üzeri örtülmüş; sahibi gelince de örtüsünü kaldırıp üzerine oturacak: O perdelere bakanlara sordum:
Bu tahtlarda  kimler  oturacak?
Şöyle dedi, onlarda  ruhlar  oturacak.
Sordum? -Hangi  peygamberlerin   ruhları  gelecek?
Şöyle  dedi:
-Bunlar peygamberlerin rütbesine göre değildir; onların rütbeleri çok üstündür; Bu  tahtlar senin ümmetinden iki zümrenin ruhları içindir. Onlar geleceklerdir.
Tekrar  sordum:
-Onlar kimlerdir?
Şöyle  anlattı: Bir tanesi  şudur:
-Sana  inzal olunan Kuranı Azimüşşanın lafızlarını ezberine alır, manasını da bilir; neyi iktiza  ediyorsa onunla amel eder: Diğeri ise şu zümredir, insanlar uykuda  iken onlar kalkıp gece  namazı  kılarlar.
                ARŞ
Yedi kat gökler ve yerler  Arş’ın  yanında sema altına asılmış  bir  kandil  kadardır.
Arşın çevresinde yetmiş bin saf melaike tekbir ve tehlil okuyarak tavaf ediyorlardı, bunların  arkasında yetmiş bin saf melaike ayak üzerine durup tekbir ve tehlil okuyorlardı, bunlarında  arkasında yüz bin saf melaike sağ ellerini sol elleri üzerine koyup her  biri bir başka tesbih okuyordu, birinin tesbihi diğerine benzemiyordu, bu  meleklerle arşın arasında yetmiş bin  hicap  vardı.
CEMAL -İ İLAHİYİ  MÜŞAHEDE
Resulullah sav. Efendimiz anlatmaya devam ediyor, şöyle  buyuruyordu:
-Buradan Arşa vardığım zaman ayakkabılarımı  çıkarmak  istedim; Arş bana şöyle dedi,
-Ya HabibAllah, mübarek ayakkabılarınla bana bas ki, ayakkabılarının toprağına yüz süreyim.  –Habibi Ekremin ayakkabılarının üzerimde tozu vardır, diyerek iftihar edeyim, yine çıkarmak  istedim.
O zaman şu hitabı izzet geldi.
-Habibim   çıkarma ki:
Arşım  senin ayağının tozu ile müşerref mükerrem olsun,
Şöyle  niyaz  ettim….
-Ya Rabbi, Musa Tur dağına münacaata geldiği zaman ona:
-Ayakkabılarını  çıkar, Diye hitap edip ayakkabılarını çıkarması için ferman eyledin,
Tekrar  bana  şu  hitap  geldi:
-Sen  benim  katımda ondan  daha muazzez   ve mükerremsin.  O , benim  kelilimdir; sen   benim  Habibimsin. Hele  önüne   bak; ne  görüyorsun.
– “Sonra  yaklaştı  derken  sarktı; iki  yay kadar,  hatta  daha  yakın  oldu” (53- 8-9)
Ayeti  kerimesi ile  belirtilen  sırra  mazhar  olduğu  zaman  şu hitabı  izzet  geldi:
-Yaklaş ey halkın  hayırlısı yaklaş Ya Muhammed, yaklaş ki  dost dostu ile baş başa  kalsın.
Böylece  mekandan  münezzeh, keyf  ve  keyfiyetten ari; niteliksiz baş gözü ile Resulullah  sav Efendimiz, Subhan olan Yüce Hakkın cemalini  gördü.
Ehli  sünnet  katında  tercih  edilen  kavil budur
  TAHİYYAT  DUASI 
Resulullah  sav  Efendimizin  anlattıklarına  devam  edelim   şöyle  buyurdu:
-Cemal nimetiyle  müşerref  olduğumdan   dilime  şöyle  demek  geldi: 
–ET TEHIYYATU  LİLLAHİ  VES-ALAVATU  VET-TAYYİBAT.
Ben böyle dedikten sonra celal ve ikram sahibi Yüce Allahu Teala  şöyle  buyurdu:
-ES-SELAMU ALEYKE EYYUHAN – NEBİYYÜ VE RAHMETULLAHİ VE  BEREKATÜHU.
Bu  şekilde  bana  has bir  selam , buna  karşılık  şöyle  dedim.
-ES- SELAMÜ ALEYNA . VE  ALA  İBADİLLAHİSSALİHIN
Salih kullar Muhammed ümmetinin adıdır bu manaya göre:Selam ümmetimin üzerine olsun  demektir. 
İzzet  sahibi   Rabbım  sordu:
-Günahlara   kefaret olan  ameller  nedir?
Şöyle  dedim:
-“Soğuk günlerde soğuk su ile abdest alıp azalarını  tam yıkamak, cemaatle namaz kılmaya   ayakları ile  yürüyüp  gitmek, bir namazı kıldıktan sonra öbür namazı beklemek(Yani vakit  yaklaştı mı  diyerek  hazırlanmak)Bu üç amel günahlara kefarettir, her kim bu üç ameli işlerse  o kimse hayırla ömür sürüp gider  daima hayır içinde  olur. Anasından doğduğu günkü gibi   günahlarından temizlenir”
-İzzet  sahibi   Rabbım  tekrar   sordu :- Cennette dereceleri   ali kılan   amel  nedir?
Şöyle  dedim:
-Misafire  ve  halka yemek yedirmek, rast geldiği mü,mine selam   vermek,  gece  insanlar   uyurken  kalkıp   namaz kılmak,   bu  üç  amel   cennette  dereceleri  ali kılar.
Bundan  sonra   Yüce  Hak 
Şöyle  buyurdu:
-Bu gece ata(ihsan bahşiş)gecesidir:Ya Muhammed ne muradın varsa iste,verilsin.
Şöyle  dedim:
-Rabbımız hata  nisyan   olarak  bizden   vaki  şeylerle  bizi  muaheze  etmez(2-286)
Yüce Hak  şöyle  buyurdu:
-Senden ve ümmetinden hata ve nisyan olarak vaki günahları bağışladım, affettim, kendilerine  zorla  yaptırılan  günahları da affettim.                 
Sonra  şöyle  buyurdu :
-Tekrar  iste  verilecektir.

Şöyle dedim:
-Rabbımız  bizden evvel gelen ümmetlere  yüklediğin  ağır yükleri bize de yükleme(2- 286)
Bizim  şeriatımızı  sair ümmetlerin  şeriatları  gibi   zor  ve  güçlü  eyleme” 
Resulullah  SA Efendimiz  şunu  anlatmak  istiyor:
O Ameller, mallarının dörtte birini   zekat  vermek, elbiselerine  murdar  bir şey  bulaşınca  o  bulaşık yeri kesmek, irtikap ettikleri günahın cezasını tezden vermek ve benzeri cezalar… Mesela:Onlar bir günah işledikleri zaman;tayyibattan bir şey onlara helal olduğu halde, irtikap ettikleri günah dolayısı ile; ceza olarak o   şey  haram olurdu.
Sonra onlar bir masiyet irtikap ettikleri zaman maymun  ve hınzır şekline döner değişirlerdi.
Geceleri bir günah işledikleri zaman ya alınlarına yahut kapılarının üzerine o günahları yazılırdı,
Şöyle ki -Gece bu adam bir  günah işledi, bunun  cezası  kendisini  öldürmektir. Yahut   onun  cezası  şunlardır: kendisini ateşte yakmak, falan  azasını kesmek.   
Bu şekilde  onların  yaptıkları  hatalar  açıklanır; dolayısı ile  rüsvay olurlardı.
Yine onlar kiliselerinden   başka  bir  yerde namaz kılamazlardı,  caiz  değildi.
Oruç  tutacakları   gece yatsıdan   sonra   yemek  ve  ehlinin yanına  varmak  haramdı.
Resulullah  efendimizin  S:A anlattıklarına  devam  edelim: 
“İşte bunlar gibi  cümle  güçlükleri  bize de yükleme, Diyerek  niyaz eyledim,  bunun üzerine  yüce Hak  şöyle  buyurdu:
-Sana  ve ümmetine  kolaylık  ihsan  eyledim,  bu güçlükleri   yüklemem; başka  iste, verilsin
Şöyle dedim:
Rabbımız , gücümüzün   yetmeyeceği  şeyleri  bize  yükleme (2- 286)
Yüce  Hak   azamet   ve celali ile  şöyle   buyurdu :
 Ya Muhammed seni Kendime  Habib  ettim; İbrahimi Halil  ettiğim  gibi … ın  habibi halilden  daha  faziletlidir.
Seni hem cemalimle müşerref ettim,hemde vasıtasız söyleştim.Musaya söyleştiğim gibi.Sana Fatiha süresini ve Bakara süresinin ahirini verdim.Bu ikisi benim arşımın  hazinelerindendi.Senden evvel gelen peygambere vermedim;Sana ve senin ümmetine  verdim.
Seni  yer  ehlinin   cümlesine,  cinnine,  insanına, beyazına, siyahına  hemen  hepsine   Resul  peygamber gönderdim.Senden  evvel  hiç bir peygamberi bu şekilde cümleye peygamber göndermedim.
Yerin cümlesini   ümmetine  temizleyici kıldım,  su  bulduğunuz ve  takatınız  yettiği  kadar  abdest alınız; gusül ediniz, su  bulamazsanız yahut takatınız yetmezse guslün ve abdestin  yerine   teyemmüm ederek   temizlenin.
Bütün  yeri   mescit  kıldım, nerede bulunursanız  namazınızı kılın ibadetinizi yapın.
Düşmandan  aldığınız   ganimet  mallarını sana  ve ümmetine  helal  eyledim; kullanın.. Bu  evvel  gelen  hiç  bir  peygambere  ve  ümmetine  helal etmedim.
Seninle düşmanın arasında bir aylık yol varken  o  düşmanların kalbine korku koymak  sureti  ile sana  yardım  eyledim.
Sana  dilediğine    şefaat  izni  verdim
Cümle  kitapların   seyidi  ve  ulusu olan   Kur –an –ı azimüşşanı sana inzal eyledim. 
Senin  sineni  yardım; senden  günahı  giderdim. 
Senin  zikrini  yükselttim, ben her  nerde anılsam  sende  benimle  beraber anılırsın.
Seni  yetim  bulup   korudum  ve  terbiye etmedim mi?
Sen yolu kaybettiğinde; sana  yolu  buldurmadım mı?
Seni  muhtaç bulduğumda zengin  etmedim  mi?
u Teala   bana  öyle buyurdukça ben  şöyle  diyordum;
Evet Ya Rabbi, bu büyük  nimetlerin hepsi  ile bana  inam ihsan lütuf ve  kerem eyledin.
Sonra Yüce Hak  şöyle  buyurdu:
-Ümmetin arasında bir  cemaat  kıldım, onların kalpleri  Kuranın mahalli ve karargahıdır.       (Yani  onun ezber  edilmesini  kolay  ederim, onlarda Kuranı  ezber edip  cümlesini  ezbere  okurlar)
Senden  evvel  gelen   peygamberlerin  ümmetleri  peygamberine   gelen kitabı  ezber edemezlerdi,Bu  nimeti  ancak  senin  ümmetine   ihsan  eyledim.Senin ümmetini   cümle  ümmetlerden hayırlı kıldım.Senin  ümmetini   orta  ümmet  adil  ümmet kıldım.
Seni  cümleden  evvel  yarattım,  peygamber  gönderilmekte  cümlenin sonuncusu kıldım.
Seni  cümle mahluka  fatih; cümle  enbiyaya hatim kıldım.
Sana Kevser havzını  verdim; sehimler ihsan  eyledim,bu  sehimler  sekiz tanedir: şunlardır: İslam,  hicret,  cihad ,  namaz  kılmak, zekat  vermek, ramazan orucu tutmak, emri  maruf nehyi  münker.
Şöyle  dedim:   
Ya  Rabbi!   Sen  benden evvel   gelen  ümmetlere  türlü  azaplar eyledin…….. Bazısını  üzerine  taşlar  yağdırdın; Helak  eyledin.  Bazılarını da  suda  boğdun.   Bazılarını  Cebrailin  sayhası  ile  helak  eyledin.   Bazılarını  yere   geçirdin. Bazılarının  üzerine  ateşler  yağdırıp  helak eyledin.  Bazılarını  şiddetli  kasırga  ile  helak  eyledin.   Bazılarının vücutlarını  hınzır ve  Maymun  şekline  çevirdin   öyle  helak  eyledin . Ya Rabbi.
Benim Ümmetime  benden  sonra  neler edeceksin?
Onların üzerine azap indirdim  ama senin ümmetine  daima  rahmet  indiririm. Onları  hınzır  ve  maymun şekline  çevirdim   ama  senin  ümmetinin  hasenatını  seyyiata  tebdil  ederim.   . Onların fasıklarına  tövbe  ihsan  eder  iyi  hale  çeviririm. Kötü  huylardan  kurtarır iyi huylara  sahip  ederim.  Onları  anlayışsızlıktan  halas eder; Hallerini ilim  ve  kemale  çeviririm. Ümmetinden  her kim bana  tazarru niyaz edip beni  anarak:
– Ey Rabbim!
Derse  şanı yüce Ben:
– Lebbeyk  kulum  söyle  ne istiyorsan yaratayım,
Derim. Ümmetin için sana şefaat izni veririm.Seni ümmetine şefaat edici kılarım. Cümle  şefaatini  kabul  ederim.
Daha  sonra  şöyle  buyurdu:
Ya Muhammed! Senin ümmetinin  mallarını  çoğaltmadım; Ta ki  hesapları  uzun olmaya :..
Ümmetinin vücutlarını  büyük  yaratmadım  ta ki  dünyada  yiyeceğe içeceğe ihtiyaçları az  ola. Ömürlerini uzun etmedim  ta ki  uzun   ömre aldanıp  kalpleri  kararmaya.
Birde daima ölümü düşünüp ölümden sonrası için hazırlık göreler, onlara ani ölüm vermedim   ölüm için hastalıkları sebep eyledim, ta ki gaflete dalıp gittikleri sırada ani ölüme  uğramayalar, hastalık geldiği zaman günahlarına tövbe edeler, borçlarını ödeyeler   Kusurlarını ve eksiklerini tamam edeler. Vasiyetlerini de yapalar. Onları tüm ümmetlerden  sonra dünyaya getirdim:Ta ki kabirlerinde tutulup kalmaları az ola,Ancak ümmetler tamam oluncaya kadar duralar, ümmetler tamam olunca da salınalar  cennet nimeti ile kereme nail  olalar.
                  CENNETLER
Bundan  sonra Cebrail  bana  şöyle  dedi:
-Buyurun  size  cenneti  göstereyim.  Sonra beni  alıp  cennete  götürdü.  Cennetin  kapısına   şunların  yazıldığını  gördüm:
-Sadakanın  birine  on  sevap  verilir,
-Borç  Verenin   birine  on  sekiz  sevap  verilir.
Cebraile  şöyle   sordum:
-Sadakanın birine on sevap, borcun birine on sekiz sevap verilmesinin sırrı ve hikmeti nedir?
Şöyle  anlattı
-Ya ResulAllah! sadaka  bazen   muhtaç olana  düşer,  bazende  muhtaç olmayana. Ama  borç  böyle  olmaz; o Mutlaka  layık olana  verilir.
Cennetin  kapısının   üst  çıkıntılı  kısmında  şu  üç  satır  yazılı  idi.
-LAİLAHE İLLAllah MUHAMMEDÜN RESULULLAH
-Önce  gönderdiğimizi  burada  bulduk,  yediğimiz  yanımıza  kar kaldı,  geriye  bıraktığımızı  kaybettik.
-Günahkar kulları  bağışlayıcı  Yüce  Rabb:
Bundan sonra Cebrail cennetin kapısını tahrik etti,cennetin haznedarı olan Rıdvan, Kimdir?Diye sordu:
Cebrailim  Deyince  tekrar  sordu.
 -Ya seninle  beraber olan  kimdir?
-Muhammeddir,  Deyince
Rıdvan tekrar  sordu:
-Onun  peygamberlik  zamanı  geldi mi?
Onun bu sorusuna da Cebrail:
-Evet geldi deyince,
-Allaha hamd olsun Deyip  kapıyı  açtı.
Gördüm ki kapının  bentleri gümüşten   eşiği  inciden   çerçeveleri de  cevahirden..
İçeri  girince  Rıdvanı gördüm.  İşlemeli  bir  taht üzerine  oturmuştu. Meleklerde  çevresinde  el  bağlayıp durmuşlardı. Bana  tazim  terkim  ettiler.
Selam  verdim  karşılığını  verdi ve  bana  sevinçli  göründü  müjdeledi:
Cennet ehlinin pek çoğu senin ümmetindendir.
Dedim ki:
-Bana ümmetimden  haber  ver.
Şöyle  dedi:
-Yüce Hak cenneti üç kısma ayırdı, ikisini senin ümmetine birini de sair ümmetlere verdi.
Rıdvanın  önünde  nurdan çokca  anahtarlar  vardı; Gördüm,   sordum:
-Bu anahtarlar  nedir?
Şöyle  anlattı:
Ümmetinden   bir   kimse LAİLAHE İLLAllah  derse  YÜCE  HAK onun için  bir  köşk  yaratır,  o köşkün  anahtarını da  bana teslim  eder. O kimse kıyamet  günü  kabirden  kalktığı  zaman, köşkünün anahtarını kendisine  veririm; Gider menziline  girer.   
Bundan  sonra    bana  naim  cennetini  gösterdi.
Hasılı  o kadar   çok  çeşitli  nimetler  gördüm,  ömrümü  onun   beyanı  için  harcasam   onu  anlatıp   bitirmek mümkün  olmazdı.
Cennetin duvarlarını şöyle gördüm.Bir kerpici altın bir kerpici gümüş bir kerpici kızıl yakut   bir kerpici yeşil  zebercet, bir kerpici inci,  harç yerine  misk ve kafur kullanmışlardı.
Duvarın kalınlığı  beş  yüz yıllık yoldu.Duvarı o kadar berrakki  dışardan   içerisi, içeriden  de  dışarısı  görünür ayna  gibi idi.Yedi   kat  sema  yer   arş kürsi  onun duvarlarından  müşahede  edilirdi.
Cennetin  toprağı  misk,  anber,   kafurdu, otları  zafran  ve  erguvan idi.
Cennetin  ufak  çakıl  taşı yerine zümrüt   yakut  inci   dökülmüştü.
Cennette  köşkleri  gördüm.  Bazısı yakuttandı, kubbeleri de  incidendi,  bazısı da  cevahirden olup kubbeleri de  zümrüttendi,   bazısı da  altındandı.
Her köşkte yetmiş  bin saray  vardı. Her  sarayda yetmiş  bin  hücre,  her  hücrede  ise  yetmiş  bin hane vardı. Her hanenin de bazısında gümüşten taht vardı, her taht  üzerinde zebercetten   bir  çadır,   her  çadırda ise  yetmiş  bin   dibaceden  yatak  vardı.
Yetmiş  bin  yatak  pek  süslü  döşenmişti,  hiçbir yatak  diğerine  benzemiyordu; türlü  anber  misk ile  doldurulmuştu.
Orada bulunan hurilerin giydikleri hullelerden etleri,derileri,kemikleri ve ilikleri  görünüyordu.Her hurinin başında bir taç vardı,cevahirle süslenmişti, her bir hurinin kırk bin zülüflü bukle misk saçı vardı,  her bir  zülüfü  yetmiş  bin zinetle  bezenmişti. O  zinetlerin her birinden çeşitli tatlı sesler çıkıyordu ki onları dinlemekten büyük lezzetler hasıl oluyordu
 Her  hurinin önünde  yetmiş  bin   hizmetkar  durmuştu
Her  tahtın etrafında  altından  ve  gümüşten, inciden,   zümrütten,  kafurdan   kürsiler dizilmişti.  Bir kürsi  diğer kürsiye   benzemiyordu.
Cennette ırmaklar  gördüm; Sütten,  sudan,  şaraptan,  baldan. ….
Her  köşke  bu  dört  ırmaktan  kol ayrılıyor,  o köşklerin içine   akıyordu.  Kafurdan   beyaz   baldan  tatlı  kokusu  miskten  güzel.   
Orada  çeşmeler   gördüm, Rehiykten , Selsebilden, tensimden.
O ırmakların  ve  çeşmelerin  kenarları  altın   inci  gümüş  ve  yakuttan dızilmişti.
O ırmakların içinde  ki  taşlar kaynaklarda olan cevahir ve inciler çeşitli renklerle  renkleniyordu.
O ırmakların  köpüğü misk ve anberdi. Çevresinde  biten otlar  sünbül  ve zafiran idi.
Orada  ağaçlar gördüm şöyle  ulu idi. Bir kimse Yörük atla yetmiş bin sene koşsa onun  gölgesinden  çıkamaz.
O  ağaçların  kökü altından,  dalları  yakuttan,   inciden,  zebercettendi: O ağacın  yaprakları  sündüsten,  ,harirden,  dibacdandı. Onun  her  yaprağı  kaftan  kafa  kadar  dünyayı  tutmuştu. O ağacın  her  meyvesi; büyük  testi  kadar  iri  idi. Her  meyvede yetmiş  türlü lezzet  vardı. Her meyve kendini cennet ehline arz eder. Cennet ehlinin gönlü o meyveyi istediği zaman,yerinden kopar; altın bir tabak içerisinde onun ağzı hizasına gelir. Hem de zahmetsizce duraklamadan. O ağaç bin yıllık uzakta olsa dahi,derhal isteyenin yanına gelirdi; dudağına yaklaşırdı. Yani o ağacın meyvesi gelirdi. Cennet ehli ise..onun istediği gibi yer..O yedikten sonra, hemen yenisi o meyvenin yerine çıkar.
O ağacın üzerinde kuşlar gördüm: deve misali idiler, cennette ne renk varsa üstünde o renkten vardı, tahtların önünden geçip yüz çeşit ayrı sesler ve nameler çıkarıyorlardı.
Cennet ehli o kuşlardan birine sorar.
-Sesin mi daha güzel yoksa suretin mi daha güzeldir?
-Etim ikisin den de güzeldir.
Kuşun bu değişi üzerine, o kimsenin iştahı olursa, derhal o kuş büryan olur; isteyenin önüne gelir. Nasıl isterse öyle yer. Yedikten sonra o kuş tekrar ve hemen dirilir. O ağacın üzerinde nağmelerle ötmeye başlar; hep birlikte cennet ehlini överler.
Bu sekiz cenneti arz ettiler;bunların dördü bağ ile bostan idi. O cennetler şunlardır:
1. Firdevs Cenneti.
2. Me’va   Cenneti.
3. Adn Cenneti.
4. Naim Cenneti
Şunlar saraylar ve bağlar bahçelerden ibaretti.
5.Darüsselam
6-darülcelal
7-darül karar
8-Darül Huld
bu son sayılan cennetlerin her birinde; gökteki yıldızlar ve yerde, yabanda olan kumlar arsında çımler ve bostanlar vardır.
Arş cennetin tavanıdır.
Bana yalnız Adn cennetindeki köşkleri gösterdiler; göklerde olan yıldızlar sayısı kadardır. Onların pek çoğu ashabın ve ümmetim isminde idi. Her köşk yerle sema arası kadardı. Cebrail o köşkleri bana gösterdi ve bana şöyle dedi:
——- Şu filanın köşküdür, şu falanın köşküdür.
Böylece,onları bir bir tayin etti.
Onların içinde bir köşk gördüm cümlesinden yüksek ve büyüktü.
Bu köşk kimindir? Diye sordum, şöyle dedi.
Ebubekir sıddık’ındır.
Daha  sonra Ömer’in, daha sonra Osman’ın, daha sonra Ali’nin köşklerini gösterdi)
Bu arada, Rasulullah  S.A.V. efendimiz   Hz. Ebubekire. şöyle buyurdu:
-Ey Ebu Bekir senin kasrını köşkünü gördüm. Kızıl altındandı. Onda olan lütufları hazırlanan ihsanları müşahede ettim. Bunun üzerine hz.Ebubekir şöyle dedi: O kasrın sahibi sana fedadır ya Resullah, bundan sonra hz.Ömere şöyle buyurdu: Senin köşkünü de gördüm, yakuttan idi. orada çokca huriler vardı. İçeri girdim senin kıskançlığını düşündüm. Bundan sonra hz.Osman a şöyle buyurdu: Seni her semada gördüm. Cennetteki köşkünü de gördüm. Mutalaa ettim. Daha sonra hz.Aliye şöyle buyurdu: Ya Ali senin suretini dördüncü semada gördüm. Cibrile sordum şöyle anlattı:
-Ya Resulullah! melekler Aliyi görmeye müştak oldular. Onun için yüce Hak onun suretinde bir melek yarattı, dördüncü kat semaya bıraktı. Ta ki, melekler onu ziyaret edeler.
Sonra senin köşküne girdim. Bir ağaçtan yemiş aldım. Kokladım oradan bir huri çıktı. perdesini çekti ona: sen kimsin diye sordum, şöyle dedi:
-Senin amcanın oğlu Ali için yaratıldım ya Resulullah.
Seyyidul  kevneyn   Resulus  Sakaleyn  İmamul  Harameyn  Resulullah (SAV)  bundan  sonrasını  şöyle anlattı:
Önümden  bir  ayak  sesi  işittim. Cebraile  bu kimin  ayak  sesidir? Diye  sordum  şöyle  dedi Ya Resulullah  Müezzinin  Bilalin  ayak  sesidir.
Rivayet edildiğine  göre  Resulullah  SA  Bilal  ra  şöyle  sordu:
Miraca  çıtlığım gece  cennette  ayağının sesini işittim. Sen ne amel etinki o rütbeye  nail oldun?
Resulullah  Sa efendimizin  bu  sorusu üzerine  Bilal  ra  şöyle  anlattı.
Fazladan  bir  amelim yoktur,  ancak  her  abdest bozduğumda yeniden abdest alırım,  her abdest aldığımda  iki  rekat  namaz kılarım.
Bunun  üzerine Resulullah SAV  Efendimiz  şöyle  buyurdu:
—“İşte seni  önümde  yürüten  bu  ameldir”
Resulullah sav Efendimiz  devamla  şöyle  buyurdu:
“Bu arada önümde yine yürüyen  bir ayak sesi işittim  durumu Cebraile sordum  şöyle dedi:
Bu ansardan sabırlı fakir bir hatunun ayak sesidir ki  O: Milhan kızın gamsanın ayak sesidir.
Yine  orada  gördüm ki, Zeyd bin  Amr Bin Nufeylin  iki  büyük  menzilesi  vardır.
Bunun sebebi  şuydu,  biri İsanın  şeriatı ile amel ettiğinden  ötürü  verilmişti,  diğeri  ise  Ben  Resul olup  İsanın  şeriatı kaldırıldığı için  şeriatımla  amel ettiğinden  verildi. iş  bu  sebeplerden ona iki derece  ihsan olundu. Bu arada inciden yapılma kubbeler gördüm  bunların  toprağı  misktendi. Cebraile  sordum.
Bunlar kimlerindir? Diye  şöyle anlattı:
-Ümmetinden imamların  ve  müezzinlerindir.
Bu arada şunu da gördüm: Cafer bin  ebi  Talip meleklerle  uçup  duruyordu. Yine  cennette amcam  Hamzayı  gördüm,  cennette  bir  sedire  dayanmış  vaziyette   oturuyordu.  Haticeyi  cennet nehirlerinden  bir  nehir  üzerinde  inciden  bir köşk içinde  gördüm
                  TUBA  AĞACI
Cennet içinde  bir ağaca  uğradım, güzellikte  ve cemalde  onun  bir  benzerini  görmedim. Altına varıp yukarı doğru baktığım zaman gördüm ki gayet büyük, dalları her yana  yayıldığından   ağaçtan  başka  bir  şey  görünmüyor. O ağaçta öyle  güzel  bir  koku  buldum ki  cennet içinde  ondan  daha  güzel  bir koku koklamadım,  o ağacın her tarafına  baktım  onun yaprakları beyaz, kırmızı, yeşil, sarı  çeşitli renklerde cennetin her birine has hulleler  ve libaslardır.
O ağacın  yemişleri  koca  sırıklar  gibi idi, onun  her yemişinde   yerin  ve  semanın  ne kadar  nimeti  ve yemişi  varsa  hepsinin  rengi  lezzeti  letafeti  kokusu onda  mevcuttu.
O ağaca onun güzelliğine  onun letafetine  ve süsüne  hayran kaldım.
Bu ne ağacıdır ? Dedim, Cebrail  şöyle  anlattı:
Bunun adına  Tuğba  ağacı  derler.
           KEVSER  SUYU
Cennetin  ortasında   bir ırmak  gördüm,  arşın  sutunların da  bir yerden  akıyordu, Su, Süt, Bal ve Şarap  çıkıyordu: Bunların  hiç biri  diğerine  karışmıyordu.
Bu  ırmağın kenarı zebercedden  idi. İçindeki  saçılı  taşlar cevahirdi,  onun  balçığı  anber  otları zafirandı. Çevresinde gümüşten  su  bardakları  vardı,  bunların  sayısı gökteki  yıldızlardan  daha  çoktu. Orada  kuşlar  vardı ki  boyunları  deve  boynu  gibi idi. Her kim onların  etinden  yese  sonrada ırmaktan içse  Yüce Hakkın rızasına mazhar olur.
Cebraile  sordum:
Bu ne ırmaktır? Diye  şöyle anlattı:
Bu Kevser’dir. Ümmetinize  bundan  haber  verin, cennetin  her  bağında  bahçesinde  mutlaka bu  kevserden  akan  bir  ırmak  vardır.
Bu  kevserin  kenarında  çadırlar  gördüm, cümlesi inciden  ve  yakuttandı: bunları  Cebraile  sordum bana şöyle  anlattı:
Bunlar  senin  hatunların  konaklarıdır.
O  çadırların içinde ki  hurileri   gördüm,  yüzleri  ay  ve güneş  gibi  aydınlık  veriyordu,  hep  birden   sesli  bir  şekilde  nağmeler  terennüm  ediyorlardı,  şöyle  diyorlardı:
 
 

Biz  nağmeler söyleriz,  hiç  bıkmadan   biz  şarkılar  söyleriz,  hiç  yorulmadan,  Biz  giysilerle  donanmışız,  hiç   soyulmayız, : biz  gençleriz hiç  ihtiyar olmayız.Biz hep razıyız hiç darılmayız, biz hep kalırız hiç ölmeyiz, biz  onların  onlarda bizim  onlara ne  mutlu.
Bunların  sesleri  cennetin  köşklerine  ve ağaçlarına  erişiyor,  onlardan sesler  ve nağmeler  peydah  oluyordu, o seslerin  bir  parçası  dünyaya erişmiş olsaydı,. dünyada ne mihnet kalırdı nede ölüm.
Cebrail bana  şöyle dedi:
Bunların güzelliğini  görmeyi  ister misin?
Şöyle  dedim:
İsterim.
Bunun üzerine  bir  çadırın  kapısını  açtı : baktım  öyle  suretler  gördüm ki  ömrümü onu anlatmakla  geçirsem  yine  bitiremem, onların  yüzleri  sütten  beyaz,   dudakları yakuttan kırmızı,  güneşten  nurlu idi.  Derileri kırmızı  gülden  ve ipekten  daha  yumuşaktı, aydan da  daha  parlak idi,  kokuları miskten  daha latifti,  saçları  gayet  siyahtı,  kiminin  saçı örülmüş  kiminin  saçı  salınmış,  kiminin  saçıda  dürülmüştü,   salınmış  saçlısı  bir  yerde otursa   saçları  çadır  gibi  iniyor ayaklarına  ulaşıyordu. Her  birinin  önünde  bin tane  hizmetkarı  vardı.
Cebrail  şöyle  dedi: Bunlar  senin ümmetin içindir.
Cennette  gördüğüm  hayret  verici   şeylerden  biride   orada akan  dört ırmaktı.
Resulullah SAV efendimizin  anlattıklarına  devam edelim.
Şöyle  buyurdu,  Cebrail e dedim ki:
-Bu ırmaklar  nereden  gelir? ve  nereye  gider?
Şöyle  anlattı:
O kadarını  bilirim ki; Kevser havuzun  akarlar  ama nereden  geldiğini  bilmem. Yüce Hak katında  senin  kerametin  çoktur,   istersen  sana bildirir.
Bu  düşüncede iken  bir  melek  gördüm,  büyüklüğünü  Allahtan  başkası  bilmez . Çokca  kanatları  vardı  bana  şöyle dedi:
Bir kanadıma  mübarek  ayaklarını  koy   gözlerini  yum: Bende  onun  dediği  gibi  yaptım  o mubarek  melek  uçtu  sonra  bana:
 -Mubarek   gözlerini  aç,
Dedi, bende onun  dediği  gibi  yaptım, gözlerimi açınca  bir  ağaç  gördüm; O Ağacın  altında ise  bir  kubbe   gördüm,  o kadar  büyüktü ki  dünyanın  tümünü o kubbenin üzerine koysalar  o  büyük  bir  dağın üzerine   bir  kuş  konmuş  gibi olurdu: O kubbenin  altında kilidi vardı  kapısı  zeberceddendi: Gördüm ki o  dört ırmak  bu kubbeden  çıkıyor,  bunu  gördükten  sonra; dönmek istedim  o melek  bana   şöyle  dedi:
Neden  bu kubbenin içine  girip  aslına  vakıf olmak  istemiyorsun?
kapısı kilitli Dedim  şöyle  dedi:
Onun  anahtarı  sendedir.
Ya bunun anahtarı  nedir?
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM (Rahman Rahim ın adı ile)
 Söyle  o kapı  açılır.
Bende ileri  vardım,-BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM(RAHMAN  RAHİM IN ADI İLE ) Dedim kapı hemen açıldı, gördüm ki  o  kubbenin  dört  duvarından  bu  dört  ırmak  akıyor  sonra  bana:
Dikkatli  bak Dedi,  Baktım ki  onun  duvarının  bir tarafında BİSM  (İSMİ) ile  Bir tarafında ( AllahIN)  Bir tarafında /(ERRAHMAN) bir tarafında ERRAHİM  ( RAHİM ) yazılmış. 
SU ırmağı  BİSMin   mim  gözünden akıyordu.
Süt ırmağı  ın  ha gözünden akıyordu.
Şarap ırmağı ER RAHMANIN  mim gözünden akıyordu 
Bal ırmağı  ERRAHİMİN  mim gözünden  akıyordu
Böylece  gördüm ki  o  dört  ırmak  bu  dört kelimeden çıkıyor.           
Buradan  gitmek istediğim  zaman  bana  bir  hitap  geldi.
Bir kimse  beni  bu kelimelerle  anarsa Halis bir kalple  BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM ( Rahman Rahim ın adı ile ) Derse  bu  dört ırmaktan ona  içiririm.
 Alemlerin Rabbı Allaha Hamd olsun.
Sonra Cennette Köşkler Gördüm inciden ve yakuttandı. Her birinin arası mağrible maşrık arası kadardı. Cebraile sordum:
Bu köşkler kimindir?
Şöyle anlattı:
Bir amayı elinden tutup yedi adım götürenlerindir.
Bunu ümmetime müjdeleyeyim mi?
Dedim, şöyle dedi:
Müjdeleyin, ama bundan daha büyük bir müjde vardır, onu da müjdeleyin..Bir mümin sabah kalkıp:
Lailahe illAllah. Dedikten sonra abdest alarak namaz kılarsa Yüce Hak onun için cennette tamamı 20 dünya büyüklüğünde mağripten maşrıka kadar mekan ihsan eder.
Bundan sonra, İdris as.ı gördüm; selam verdim, selamımı tam tazimle aldı; bana,
-Merhaba, dedi. Şöyle dedim:
_Güzel bir makama eriştin, böyle deyince bana dedi ki:
-Nolurdu, keşke dünyada olup Senin ümmetinden sayılaydım.
Şöyle dedim:
-Can acısından selamet bulup bu yüce makama eriştin; dünyayı neylersin?
Bu kerede şöyle dedi:
-Dünya yaratıldıktan bu ana kadar cümle yaratılmışların can acısını çekeydim, ama senin didarınla müşerref olaydım. Böylece de ümmetin olaydım.
Şöyle sordum:
Ey kardeşim İdris, böyle istemenin sebebi nedir?
Şöyle anlattı:
-Hangi köşkü görsem hangi huriye teveccüh etsem şöyle diyorlar:
-Biz Muhammed ümmetine aitiz.
Bu arada bir dağ  gördüm onun adına:
-Cebeli Rahmet (Rahmet Dağı) derler. Baş yüksekliği arşa erişmişti; misk ve anberdendi. O dağa iki kapı tertip etmişler; ikisi de ak gümüşten, bir kapı ile diğerinin arası şu kadardı ki: Bir kimse bir ata binip süratle 500 yıl seğirtse, bir kapıdan öbürüne ulaşamaz. İçinde o kadar köşkler ve saraylar vardır ki onların sayısını yapmak mümkün değil. Keza onların güzelliğini de anlatmak da mümkün değildir. Sordum:
-Bu köşkler hangi peygamberindir.
-Yüce Hak şöyle buyurdu:
Bu peygamberler makamı değildir. Ümmeti Muhammed’den bir kimse iki rekat namaz kılarsa ona burada bir makam veririm. İşte anlatılan sebepten ötürü, senin ümmetinden olmayı talep ettim.
Hasılı orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği beşer kalbine gelmeyen nimetler gördüm.
Bundan sonra Cebrail ile cennetten çıktık. Yedinci semaya indim. Burada İbrahim peygamberle görüştüm. Merhabalaştık miracımı kutladı. Bana başka bir şey sormadı. Bundan sonra altıcı semaya indim. Burada Musa ile görüştüm O da miracımı kutladı. Merhabalaştık sonra bana sordu.
-ya Resulullah ümmetine ne emrolundu? Şöyle anlattım:
– Bir gün ve bir gecede elli vakit namaz, bir yılda altı ay oruç, cenabetten yedi kere gusül, murdarlık bulaşan yeri yedi kere yıkamak.
Bunları dinledikten sonra Musa şöyle dedi:
-Ümmetin bunlara güç yetiremez. VAllahi Senden evvel ben insanları tecrübe ettim.Ümmetim olan beni israile türlü türlü vasiyetler, ahdler ve ikna yolundan çeşitli çarelere başvurdum. Yine de yerine getiremediler. Ümmetin için  bunların hafifletilmesini Rabbinden rica eyle.
Bunun üzerine döndüm Sidreyi Mütehaya vardım secde eyledim. Niyaz ederek şöyle dedim:             
Ya Rabbi ümmetim zayıftır. Elli vakit namaza altı ay oruca yedi kere gusule onlar ve ben takat getiremeyip kusur ederiz. Lutüf ve kerem olarak bunları hafiflet.
Bu niyazım üzerine on vakit namaz, bir ay oruç, bir gusül kaldırıldı döndüm. Musaya geldim durumu anlattım, şöyle dedi:
-Ümmetin kırk vakit namazı, beş ay orucu altı kere guslu yerine getiremeyip kusur ederler.Ümmetine acı hafifletilmesini iste.
Bunun üzerine Sidreye varıp hafifletilmesini rica ettim. Yine on vakit namaz bir ay oruç bir kere gusul kaldırıldı.
Yine Musaya geldim durumu haber verdim şöyle dedi.
-Ümmetin zayıftır otuz vakit namazı dört ay orucu beş kere guslu yerine getiremezler. Kusur ederler bunun hafifletilmesini iste.
Tekrar gittim, secde eyledim. Bu emrin daha hafifletilmesini istedim. Hafifletildi. Gelip durumu Musaya haber verip müşavere ettim. Tekrar gittim hafifletilmesini istedim.Bunu yapmaya devam ettim taa sonunda:
-Ümmetin bir gün ve bir gecede beş vakit namaz kılsın; yılda bir ay ramazan orucu tutsunlar; cenabetten bir kere gusul etsin. Murdarlıktan elbiselerini bir kere yıkasınlar. . emrini alıncaya kadar. Bu emri de dönüp geldim; Musaya anlattım:
5 vakit namaz bir ay oruç bir kere gusül necasetleri bir kere yıkamakla emr olundum, dedim. Musa şöyle dedi.
-yine hafifletilmesini iste.
Dedim ki: çok talep ettim,her talep ettiğimde de hafifletildi, kerem  olarak tekrar  hafifletilmesini   istemekten  utanırım artık  bunu  kabul ettim.
Musa  a.s ‘ı  geçtikten sonra  Rabbımdan Bir nida  geldi.
-Kullarımın ibadetini hafiflettim beş vakit namazı imzaladım.
-YaMuhammed  beş  vakit  namazı  kılsınlar, onlara elli vakit namaz kılmış gibi  sevap ihsan  ederim.
Ümmetinden  her kim  bir  iyilik  işlemek niyet edip  sonra  yapamazsa,  onun  niyetine  göre  bir sevap  ihsan ederim,  hatta  yedi yüze  varıncaya  kadar  kat kat  sevap  ihsan ederim.Şayet  bir günah işlemeye  kasd ederde  yapamazsa o işi  etmediği için  sevap  veririm,  şayet  kast ettiğini  yaparsa  onun için  bir   günah  yazarım.
Sonra, 
Cebrailin kanadına  binip  beyti  maktise  geldim, burakı bağladığım halkayı gördüm. Mescide girip Allahu Tealaya şükür niyeti ile iki rekat namaz kıldım. Yüce Hakkın bu fazlına  keremine  lütuf  ve  ihsanına  hamdü şükür ettim.
Bundan  sonra Buraka  binip  göz açıp kapayacak  kadar az zaman içinde Mekkeye  geldim  ın  kudreti ile  yatağımın  henüz ısısı gitmemiş  buldum.
  MİRACI MÜDDETİ
Ammar  R A şöyle  anlattı:
 Resulullah  SAV.  Efendimizin miracı  üç saatte  oldu bitti.
 Abdullah  bin  Münebbih  ise  şöyle  anlattı:
-Resulullah SA efendimizin  miraca gidişi  dönüşü  dört  saatte  olup  bitti.
Hülasa: Bu konuda tam bilgi katındadır.Ve..bu miracı tasdik edip tam itikatla anlamak farzdır. İnanmayıp Resulullah SAV efendimizin kudüse  kadar gittiğini inkar eden kafir olur.  Çünkü bu  hususta kati  kesin delil  vardır. Kuran ı azimüşşanla sabittir.
u teala  şöyle  buyurdu
“ Kulunu  bir  gece mescidi haramdan mescidi Aksaya kadar götüren O yüce Zat tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.17-1
Mescidi –i aksa dan ( kudüsten) Semalara  çıkmasını  inkar  eden  müptedi (bidatçı) ve delalet ehlidir. Çünkü  Resulullah SA  efendimizin  semalara yükselmesi  çeşitli yollarla çıkarılan  hadisi şeriflerle  tesbit  edilmiştir.Cümlesine inandık ve  ve  tasdik eyledik.
İşte  Resulullah SAV  efendimize  MİRAÇ  şerefi ihsan  edildiğinden  ismi şerifine
-SAHİBÜL MİRAÇ,
Denildi.
U TEALA  ONA  SALAT VE SELAM EYLESİN. AMİN 

www.bilvanis.net    

Mirac hadisesi

Temmuz 5, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

 

Miraç Kandili, nedir, peygamberimiz niçin miraca çıkmıştır, en iyi şekilde nasıl değerlendirilir?
İçindekiler

1. Miraç Kandili
2. Miraç Nasıl Oldu?
3. Peygamberimiz neden mirac’a çıktı?
4. Peygamberimiz Allah ile nasıl görüşebilir?
5. Bir insan göklere nasıl çıkabilir?
6. Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?
7. Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?
8. Miraçın benzeri bir olay var mıdır?
9. Miraçla gelen hediyeler
10. Miraç Gecesi Namazı
11. Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz
12. Kaynaklar

MİRAÇ KANDİLİ
Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:

�Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.� (İsra Suresi, 1)
Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:
�O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O�nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O�nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.� (Necm Suresi, 7-18.)
Miraç nasıl oldu?
Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ’ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.
Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.

Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine �Hoş geldin� dediler, tebrik ettiler.
Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.
Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.
Süleyman Çelebi’nin dediği gibi

�Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti� İnşaallah…
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., �Allah ümmetine neyi farz kıldı?� diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam �50 vakit namaz� buyurdu.

Hz. Musa’nın, �Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez� demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.

Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.

Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.

Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, �Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?� diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar, �Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?� diye Peygamberimize soru yönelttiler.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
�Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, �Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?� diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.�

Bunun üzerine müşrikler:
�Vallahi dos doğru tarif ettin� dediler, ama yine de iman etmediler.

O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, �Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur� diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir �Sıddîk, tereddütsüz inanan� ünvanını aldı.
Peygamberimiz neden mirac�a çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…
Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?
Soru: �Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?�

Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O� na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Bir insan nasıl göklere çıkabilir?
Soru: �Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10-15 bin metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay’a ve Venüs’e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?�

Yerküremiz, yani Dünya bir yılda yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı?
Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?
Soru: “Öyleyse ise neden Miraça çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?”

Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.

Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.

Zaten Cenab-ı Hak Cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir.
Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’1-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.

Peygamberimiz Miraça sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.
Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?
Soru: “Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?”

Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn’dır.

Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?

Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.

Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.

İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.
Miraçın benzeri bir olay var mıdır?
Soru: “Peygamberimizin Miraça çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?”

Miraçın çok örnekleri vardır:
Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir.
Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.
İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, Cennet ehli mü’minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.

Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem Efendimizin bir anda Miraça çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.
Miraçla gelen hediyeler
Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü’min ruhlara manen şöyle diyordu: �Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.� Böylece mü’minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.
Mü’minler merak ediyorlar. �Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık� derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.
Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.

Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü’minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. �Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz� buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.
Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, �Sen paşa oldun� dense ne kadar sevinir.
Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)

Miraç Gecesi Namazı
Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. İki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. Kılınma zamanı yatsı namazı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar ki herhangi bir vakit olabilir. Bu oniki rekat namaz bittiği zaman selamdan sonra yüz defa :

�Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim� duası okunur.

Ardından da yüz kere istiğfar yapılır.
Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz
Miraç gecesinin gündüzünde öğlen namazını kıldıktan sonra sonra dört rekat namaz kılınır.
Bu namazın;birinci rekatında Fatiha� dan sonra bir kere Felak suresi, ikinci rekattan sonra bir kere Nas suresi, üçüncü rekatta üç kere Kadr suresi, dördüncü rekatta elli kere İhlas suresi okunur.


Kaynaklar:
1. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 31. Söz
2. Mübarek Aylar Günler ve Geceler
3. Üç Aylar İbadet Rehberi

Sorularla İslamiyet Ekibi

 

alıntı yeri:www.islamiyet.gen.tr

Sahte sevgiliden hakiki sevgiliye

Temmuz 4, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Mehmet Ildırar hocamızın yazısını siz değerli ‘serhaber’ okurları için yayınlıyoruz.

‘a yaklaşmanın, kalbi ilâhi rıza ile nurlandırmanın tek çaresi fani sevgileri ve sevgilileri terk etmektir. İnsan dönüp kalbine baksın… Nice kabiliyette yaratılmış olan kalbi ‘ın azametini bilmek için halk edilmiştir. Bu kalbe Rabbine muhabbet yerine, bir şeye yaramayan türlü türlü sevgililer doldurulur. Oysa dolu bir kaba ikinci bir şey doldurulmaz. İnsan, için verilen hakiki sevgiyi ne zaman mecazî olana yönlendirirse, mahşer gününde mahcup düşer.

İnsan soyunduğu kadar giyinir. Kirli çamaşırlar çıkarılır, temizlenir, giyilir. Bulduğun her şeyi üst üste giymediğin gibi, mecazî kirlilik sayılan sevgilileri terk etmedikçe hakiki sevgi kalpte tecelli etmez. Dünyaya ait sevilen şeylerin cümlesi geçicidir. için hazırlanmış olan bu kalp, mecazî sevgililere teslim edildiği kadar hakiki sevgiliye perdeli olur. Hakiki sevgiliye kendini teslim ederse mecazî sevgililerin cümlesini kendine nasip eder. ‘a bir kulübeni ver, O sana bir saray ihsan eder.

Mecazi sevgililerden gönlünüzü hakiki sevgiliye döndürün. Gücünüzün yettiklerini çıkarın. Cezbe verilmişken, muhabbet kalbe konulmuşken, temizlenecekler temizlenmezse, temizlenme yolları çetin olur.

Evliya-i izam, Rabbimizin bir ikramıdır. Bu zamanda paha biçilmez bir mücevherdir. Evliya ocağı insanın eline geçmeyen bir hazinedir. İnsan şimdi temizlenmeli. Günahlarından ve kötü huylarından temizlenmezse temizlerler.

Fıkıhta temizleme yolları vardır. Kirli olan bir şey ovalanmakla, yıkanmakla temizlenir. Yanmayan bir cisim ateşte temizlenir. Şimdiden tövbe ederek temizlenmezsek, kabir azabı ile temizler. Onda da temizlenmezsek Arasat meydanında güneş tepemize iner, ‘ın kudretiyle terlerimiz dizlerimizi, başımızı geçer. Elli bin sene Arasat meydanında beklemekle temizlenir. Onda da temizlenmezsek Sırat’ta temizlenir. Onda da temizlenmezsek cehennemde temizlenir. bir kuluna mağfiret edip onu temizlemedikçe Cemalullah nasip olmaz.

Gelin, fırsat eldeyken temizlenin. Güzel giyinmek değil, güzel ahlâka bürünmek süstür. Bin bir elbise ile güzellik olmaz, bin bir haslet ile güzellik olur. Cezbe ile temizlenelim, muhabbet ile Hakk’a dönelim, fırsatı ganimet bilelim.

Tealâ bir adama anlayış verirse, sarhoşun sözü bile adama ibret verir. *aban-ı şerif geldiği zaman ayyaşın biri hem içiyor hem de şu şarkıyı söylüyordu: “İç iç, kana kana iç. Zira Ramazan gölgesi üstüne düştü.” Yani Ramazan’da içemeyeceksin, demek istiyordu.

Bir imam efendi camiden çıkmış, evine gidiyordu. Sarhoşun şarkısını duydu. “Sarhoş ne güzel söylüyor! Onun içtiği içki, benim içtiğim ise ömrüm. Ben gaşetle ömrümü içiyorum. Ölüm gölgesi ise üzerimde. Ecel gelmeden sen de dünyayı ganimet bil…” diyerek zamanının ulu zatlarından biri oldu.

İnsan dünyaya ibretle bakmalı. Sarhoşa da bakılsa ibret vardır. Yeter ki insan ibret almasını bilmeli. Bunun yanı sıra neyi, ne için, kime veremediğini de bilmeli. Canımı veremem, alacaklar… Malımı veremem, bırakıp gideceksin… Çoluk çocuğun ne olacak? Planların bitmeden gideceksin.

Kimin için, nelere kıyamadığımıza bakalım. Kıyamadıklarımızı bir gün elimizden alacaklar. cezbe verir, intibaha gelmeyiz. Kâmil mürşid verir, tövbeye gelmeyiz. Şimdi fırsat varken malını önüne kat, tövbeyi yanına al. Ey Rabbim, canımızı gaşetle alma, kâmil imanla al.

Şeytanın şerrinden halas eyle ey Rabbim. Karanlık toprağın soğukluğundan haberimiz yok. Işık olarak amel-i salih nasip eyle. Enbiya-i zîşanın şefaatine, evliya-i izamı n himmetine nail eyle. Sâdâtın üzerimizdeki emeklerini zayi etme -âmin!

Kaynak: aa

http://www.serhaber.com/-70482-sahte-sevgiliden-hakiki-sevgiliye-.jsp