Mübarek gün ve geceler
Mübarek gün ve geceler kategorisindeki tüm yazılar
Mirac kandiliniz mübarek olsun.
Temmuz 7, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandıKara Davud -Sahibül Mirac-Mirac hadisesi
Temmuz 5, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandıRasulullah efendimiz pak vücutlarıyla, cevherden merdivenle ( ruh ve cesetle birlikte)diri olarak kudüsden semaya yükselmiştir. Bu sadece Rasulullah efendimize mahsustur. Rasulullah efendimizin sav. risaletle gelişinin onikinci senesinin recep ayının yirmi yedinci pazartesi gecesi, ümhanin evine geldi. Ümmühani Hz Ali efendimizin kız kardeşi idi . Ümmühaninin evinde yatsıdan sonra uyur uyanık halde yattı. Allahu Teala, Cebrail as’a cennete git, bir Burak al, Resulumu huzuruma getir, dedi. Cebrail a.s. cennete gitti, gördü ki orada kırk bin Burak gezmektedir. Her birinin alnında Muhammed ismi şerifi yazılmış . Aralarında bir Burak vardı. Mahzundu. Başını aşağı eğmiş göz yaşları sel gibi akıyordu hemde hiç durmadan. Cebrail o mahzun Burak,ın yanına vardı. Hüznünün ve ağlamasının sebebini sordu. Burak şöyle anlattı:
– Cennette gezerken aniden kulağıma:
– Ya Muhammed, diye bir ses geldi. İşittiğim anda o ismin sahibine aşık oldum, O’ nun
aşkı ve cemalini görmek arzusu ile kırk bin yıldan beri mahzun olup ağlarım.
– Cebrail a.s. o Burak’ın haline merhamet etti şöyle dedi
– Senin maşukun olan Hz. Muhammed bu gece mirac’a davet olundu. Mescidi Haramdan
Mescidi Aksaya Burak’ la gelecektir. Seni götüreyim muradına er.
– Bundan sonra o Burak’a nurdan eğer vurdu ; zebercedden gem vurdu. İki cihan sultanı
Rasulullah Efendimizin halvet saraylarına geldi. Rasulullah sav buyurdu ki:
– “Ümmühani’nin evinde idim. Orada uykuya dalmışım. Gözlerim uyuyordu; ama
kalbim uyanıktı. Bu sırada Cebrailin sesi kulağıma geldi.;uykudan kalktım oturdum. Gördüm ki Cebrail karşımda oturuyor.bana şöyle dedi :
-Yüce Hak sana selam etti; Seni ben taşıyacağım. -ü Teala istedi ki: sana türlü
keremlerle ikram eyleye. Senden evvel gelenler bu turlü kereme nail olmadılar ve olmayacaklardır.Kalktım,.abdest almak istediğim zaman, abdestim için Kevser nehrinden su gelmesi emri verildi, daha abdest azalarımı açmadan, Ridvan, Kevser suyu dolu yakuttan iki ibrik getirdi. Birde yeşil zümrütten leğen getirdi..Bundan sonra yıkandım;Sırtıma nurdan bir hulle giydirdiler.Başıma da nurdan bir kavuk koydular. Bu kavuğun hikayesi şöyleydi:
Adem as. yaratılmadan sekiz bin sene evvel, Rıdvan onu benim adıma sarmıştı, sarıldığı vakitten bu yana kırk bin melek o kavuğun içinde tazimle durup tesbih ve tehlille meşgul oluyorlardı. Her tesbihin sonunda bana salat ve selam okuyorlardı. O kavuğun kırk bin gözü vardı. Her gözünde de dört satır yazı vardı.BİRİNCE SATIRDA MUHAMMED AllahIN
RASULÜDÜR.
İKİNCİ SATIRDA MUHAMMED AllahIN NEBİSİDİR.
ÜÇÜNCÜ SATIRDA MUHAMMED AllahIN HABİBİDİR
DÖRDÜNCÜ SATIRDA:MUHAMMED AllahIN HABİBİDİR.
Bundan sonra Cebrail arkama nurdan bir bürde (pelerin gibi) koydu.-belime de kızıl yakuttan bir kemer kuşattı. Elime de yeşil yakuttan zümrütten bir kamçı verdi. Bu kamçı dört yüz inciyle süslenmişti. Her incinin sabah yıldızı gibi parlaklığı vardı. Ayaklarıma da,yeşil zümrütten bir çift pabuç giydirdi. Daha sonra elimden tutup beyti harama götürdü.”
Bir başka rivayette , Resulüllahın S.A efendimiz bundan sonrasını şöyle anlatmıştır.
“Zemzem kuyusundan abdest aldım. Beyt-i Mükerremeyi yedi kere tavaf ettim. Makamı-İbrahim de iki rekat namaz kıldım. Hatime geldim, dinlenmek için bir miktar oturdum, Bu oturduğum yerde Cebrail göğsümü yardı. İçi hikmet ve marifet dolu testi getirdi. Mikail üç leğen zemzem suyu getirdi. Barsaklarımı ve göğsümü yıkadılar. Bundan sonra kalbimi yarıp içindeki siyah pıhtı kanı attı ve şöyle dedi:
-Bu kan heybetli bir şey görünce korkmaya sebeptir. Onu çıkardım. Siz bu gece semalarda, sidre, kürsü, ve arşta çok acayip işler ve ulu melekler göreceksiniz. Bu kandan da sizi temize çıkardım ki, onlardan her birini gereği gibi temaşa edip dilediğiniz gibi konuşmaktan korkmayasınız .
O testi içinde bulunan hikmeti ve mağfireti doldurup kalbimi yerine koydular. Sığadıkları zaman göğsüm bitişti yarası kalmadı.
Bundan sonra Cebrail elimden tuttu, Beni Mekke’nin dışında bir yere götürdü gördüm ki : Mikail İsrafil ve Azrail de oradalar. Her birinin yanında yetmiş bin melek saf tutmuş duruyor. Beni gördükleri zaman tam manası ile tazim ve saygı duruşuna geçtiler Bende onlara selam verdim.Selamım üzerine, Yüce Hakkın sonsuz nimeti ile müjdelediler.
Bundan sonra Cebrail bana şöyle dedi:
-Ey Resulü size cennetten Burak getirdim. Melei ala teşrifinizi bekler.
Bakınca Burak’ı güneş gibi aydınlığı vardı. Yıldırım gibi hızla yürüyerek, ayağını attığı zaman, gözün gördüğü en son yere gidiyordu. Ayrıca o burak’ın yanında iki kanadı vardı, dilediği zaman onlar vasıtası ile havada uçuyordu”
-Alimler Burak’ ı şöyle anlattılar.
– Cüssesi katırdan küçük merkepten büyük, anlaşılır biçimde fasih Arapça konuşuyor. Yüce Hak onun her azasını bir başka cevherden yaratmıştır. Tırnakları mercandan, ayakları altındandı.Göğsü kırmızı yakut’dan, sırtı inciden, iki yanında kırmızı yakuttan kanatları var. Kuyruğu deve kuyruğuna benzer. Başka rivayette: tavus kuşu kuyruğuna benzer, son derece süslü idi.Yelesi at yelesine, ayakları da deve ayağına benzerdi. Üzerinde cennet eğeri vardı. Üzengileri kırmızı yakuttan ve cevherdendi.
Resulüllah s.a.v. efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-”Bundan sonra Cebrail Bürak’ın üzengisini tutup bana:
-Bin dedi, Binmek istediğim zaman serkeşlik etti. Bunun üzerine Cebrail ona hitaben şöyle dedi:
-Ey bürak utanmaz mısın? Nasıl böyle şaşırtıcı küstahlık edersin?-Şanı yüce nimeti her şeye şamil kendisinden başka İlah olmayan hakkı için,-Sana bundan daha faziletli ve bundan daha aziz kimse binemez.
-Cebrail’in bu sözü üzerine, Burak çok utandı ve titredi . iri iri ter damlaları dökmeye başladı, ve şöyle dedi:
– Ey Cebrail hacetim vardır, arz etmek isterim. Bu hacetimin yerine gelmesine vesile oldun diye öyle ettim, yoksa kaçındığımdan değildir. Siz beni çok utandırdınız.”
Bundan sonra ,Rasulullah sav efendimiz Bu burak’a sorar Burak’ta anlatır
-Muradın nedir ?. Söyle yerine gelsin,
-Ya Rasulullah, ben sana ezelden aşık’ım. Nice yıldır aşkınla perişan ve mahzun bir halde idim. ’ a hamd olsun şimdi cemalinizin nurunu gördüm, güzel kokunuzu da kokladım şimdi aşkım bin kat daha arttı. Kıyamet günü pak zatınız kabri latifinizden kalktığı zaman mahşere Burak ile geleceksiniz. Ricam niyazım ve hacetim budur ki: O günde benden başkasına binmeyesiniz bana binmek ile beni mesrur ve pür nur edesiniz”
Resulullah S.A.V. efendimiz anlatmaya devam edip şöyle buyurdu.
Burak ın o dediğini kabul ettim, o gün yine ona binmeyi vaat ettim. (Bu durum da bizi çok seven ve düşünen Efendimizi, biz aciz ümmetin ne kadar sevmemiz ve özlememiz gerektiği hakkında çok güzel bir örnek olduğunu düşünecek olursak, biz bu yüce sevginin neresindeyiz, ne kadar özlüyoruz, ne kadar anıyoruz ve ne kadar efendimize kavuşmayı arzuluyoruz, bir düşünelim.)
Burak’a binip oturdum .
Cebrail sağ üzengi tarafımdan yetmiş bin melekle; Mikail sol üzengi tarafımda yetmiş bin melekle durdu. O meleklerin her birinin elinde nurdan şamdan vardı. İsrafil arkamda yetmiş bin melekle duruyordu.
—“O gece Burak’ın ayağı yere değmedi Mekke i Mükerreme’den, Mescidi Aksaya kadar, cennet dibaları serilmişti Burak hep o dibaların üzerinden geçip gitti.
-Böylece, giderken karşıma bir ifrit çıktı; ağzından ateşler saçarak bana doğru yöneldi.
–O zaman Cebrail bana şöyle dedi: —Ya ResulAllah sana birkaç cümle öğreteyim, onları oku, bu ifritin ateşi söner; kendisi yok olur.
–Olur öğret.deyince şu duayı öğretti.-
–“Kerim ın zatına sığınırım, bu sığınmamı Onun bütün kelimeleri ile yaparım, o kelimelerden öteye, ne iyi geçebilir nede kötü. Semadan inenlerin semaya yükselenlerin ve semadan çıkanların şerrinden sığınırım, gecenin ve gündüzün fitnelerinden sığınırım, hayır için gelen hariç , gece ve gündüz beliyyelerinden sığınırım YA RAHMAN!.
Bu duayı okuyunca o ifritin ateşi söndü; kendisi kaybolup gitti.Bu sırada sağından bir
ses geldi:
-Ya Muhammed, azıcık dur; biraz eğlen…Sana soracaklarım var. Üç defa böyle nida etti; ama ona iltifat etmedim . Geçtim.
Solumdan da üç defa ses geldi ,;
-Ya Muhammed, azıcık dur. Sana soracaklarım var,
Bunu da dinlemeden geçtim.
Bir kadın gördüm ; kendisini gayetle bezemişti.Güzel elbiseler giyip süslenmişti. Yakınına gittiğim zaman,gördüm ki çok kocamış bir kadındır Buda bana üç kere ;
-Dur
Diye seslendi buna da itibar etmeden geçip gittim.
Önümde bir ihtiyar gördüm. Asaya dayanmıştı. Tir tir titriyordu.
Bana üç kere
– Azıcık dur eğlen; halime bakta acı. Cemalini göreyim; Sana soracağım var.
– Ben bunu da hiç dinlemedim geçtim .
– Bundan sonra taze bir yiğit gördüm gayet güzeldi. Yüzünde nur parlıyordu.Bana.:
– Dur Ya Muhammed Sana soracaklarım var
– Deyince Bürak durdu.
– O’ na selam verdim. Selamımı aldıktan sonra, şöyle dedi Sana müjde hayrın
cümlesi ancak sende ve senin ümmetindedir. Onun bu sözüne karşılık sena ettim
– a hamd olsun dedim
– Cebrail dahi benimle birlikte ’ a hamd olsun, dedi.
– Bundan sonra gördüklerim için Cebrail e; Bunlar kimlerdendir, diye sordum. Şöyle
anlattı
– Sağ tarafınızdan gelen seda Yahudi sedası idi.Eğer dursaydınız Senden sonra ümmetiniz Yahudilerin kahrı altında hor hakir olurlardı.
– Sol tarafınızdan gelen seda nasaranın sedası idi. Eğer dursa idiniz Senden sonra
ümmetinize nasara kavmi üstün gelirdi . Bunların kahrı altında kalırdı .
– O kadında dünya idi sahip olacakları öyle süslü görülür. Güzel elbiselerle türlü
ziynetleriyle insanları aldattığına işaret vardır. Onun kocamış olması da Kıyametin yakın olduğuna işarettir.
– Onun sözüne dursaydınız, tüm ümmetiniz, dünyaya karşı haris olur;dünyaya taparlardı
– O kocamış kimse ise ,.. lain şeytandı, Sizin çok merhametli olduğunuzu biliyordu, O
göründüğü halle sizi aldatmak istedi. Sizi durdurmak için hile etti Eğer sözüne kanıp dursa idiniz, ümmetiniz son demlerine kadar onun hilesinden kurtulamazdı.Çoğunu bastırıp üstün gelirdi
– O taze yiğit ise.. İslam dini idi.durdunuz sizden sonra ümmetiniz, tüm düşmanların
mekrinden emin olarak ; İslam dininde sabit kalacaklardır.
– Sizin hatırınıza şöyle geldi:
– Gece sahraya çıkan ümmetime cin taifesi zarar vermek isterse, halleri nice olur? Acaba benden sonra ümmetimin hali nice olur? Gibi fikirler geldi. Gaybı ve şehadeti gizliyi ve saklıyı bilen yüce (c.c) o ifriti gösterdi. Ondan kurtuluş çaresini öğretti. Ve sizden sonra dininize hiç bir din üstün gelmeyecektir. .Dininiz cümle dinlere galip olacaktır. Yahudi ve Nasara ümmetinizin kahrı altında kalacaktır. Ümmetin şeraitine göre hareket edecektir. Şeytanın mekrinden ahir ömürlerinde emin olacaklardır.; Selamet bulacaklardır. Ümmetin İslam dini üzerinde kıyamete kadar sabit kalacaklardır.
– İşte gördüklerinde bütün bu manalara u Teala işaret etti. Sizi ayıktırıp endişe ve
efkardan halas eyledi. Bütün bunları Cebrail bana anlattı.
– Bundan sonra, hurma ağaçları çok olan bir yere vardık.Cebrail bana..:
– -İn burada namaz kıl. dedi indim,,; orada namaz kıldım. Cebrail bana sordu.:
– Bu namaz kıldığın yeri bilir misin?
– Bilmem
– Şöyle dedi: Burası tayyibe’dir ( Tayibe, Medineyi Münevvere isimlerindendir)Yakında siz buraya hicret edeceksiniz
Bundan sonra beyaz bir yere geldik Cebrail yine, -İn burada namaz kıl, dedi indim burada da namaz kıldım. Cebrail bana sordu:
-Nerede namaz kıldığını biliyor musun?
-Bilmiyorum deyince şöyle anlattı.:
-Burası, Medyen de Musa a.s ın ağacının altıdır, devamla şöyle anlattı:
-Musayı a.s firavun öldürmek istediği zaman, kaçtı; Medyene geldi.Medyenin dışındaki
bir sudan, çobanların koyunlarını suladığını gördü. Yine gördü ki : İki kız o çobanlardan uzak bir yerde duruyorlar; koyunlarını sulamak için o çobanların gitmesini bekliyorlar. Musa a.s o kızların haline acıdı. Yanlarına vardı; hallerini sordu ; durumu öğrendi. Bundan sonra kendi yorgunluğuna bakmadan;içinden; -Bu işte büyük bir ecir vardır.
Diyerek o kızların koyunlarını suladı, sonra bir ağaç altına gelerek ibadet eyledi. İşte bu ağaç o ağaçtır. ki.: Onun altında namaz kıldın.
Burayı geçtikten sonra, başka bir yere geldik Cebrail şöyle dedi:-İn burada namaz kıl
İnip namazı kıldıktan sonra Cebrail sordu:
Bu namaz kıldığın yer neresidir? Biliyor musun?
Bilmiyorum, Deyince anlattı.
– Burası Turi Sina’dır. Yüce Hakkın Musa’ yı a.s kelam ve münacat nimetine erdirip
şereflendirdiği yerdir.
Sonra bir başka yere vardık burada bir köşk gördüm . yine Cebrail bana,: Burada in . namaz kıl Burası İsa a.s ın doğduğu köydür
Dedi indim namaz kıldım . Burada bir cemaat gördüm ekin ekiyorlardı . Ektikleri anda bir tanesinden yedi yüz tane hasıl oluyordu.
Bunlar kimlerdir? Diye sorunca Cebrail şöyle anlattı
Bunlar yolunda mallarını harcayan ümmetlerindir.
Bir başka cemaat daha gördüm .: Melekler onların başını taşla eziyordu; yine yerine geliyordu. Yine eziyorlardı. Tekrar o ezilen başlar bütün oluyordu. O kimseler bu şekilde azap olunuyorlardı.
Bunlar kimlerdir? Diye sorunca Cebrail şöyle anlattı..
Bunlar senin ümmetinden namazı terk edenlerdir. Birde rukudan kalkarken, secdeden kalkarken; Başlarını tam doğrulmayıp ruku ve secdeleri birbirine karıştırarak namazı düzensiz tertipsiz kılanlardır.
Bu arada bir cemaat daha gördüm; aç ve çıplak halde idiler. Çevrelerinde ateşden otlar bitmişti, Melekler onları hayvan güder gibi ., o ateşden otları yemeye sürüyorlardı.
Bunlar kimlerdir?Diye sordum Cebrail şöyle anlattı .
Bunlar ümmetinden mallarının zekatını , vermeyenlerdir . Fakirlere zaiflere çaresizlere yetimlere , dul kadınlara merhamet etmeyenlerdir.
Bir cemaat daha gördüm: Yanlarında nefisten daha nefis yemekler duruyordu . Bir taraf larında da kokmuş murdar olmuş et duruyordu. Ama o enfes yemeklerden yemiyor. Hatta dönüp bakmıyor, o kokmuş murdar etten yiyorlardı
Bunlar kimlerdir? Diye sorunca Cebrail şöyle anlattı.
Bunlar erkek ve dişi ümmetlerindir. Yanlarında helalinden kadını dururken , haram olan zina ve benzeri günahları irtikap edenlerdir.
Bundan sonra bazı adamlar gördüm ,, odun yığmışlardı . o odunları kaldırmak İstiyorlar, ama kaldıramıyorlardı. Tekrar üzerine odun getirip koyuyorlardı , kaldırmak istiyorlardı Ama kaldırmaya güçleri yetmiyordu. Tekrar üzerine odun koyuyorlardı ve böylelikle odunları artırmaya gayret edip çalışıyorlardı.-
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum Cebrail şöyle anlattı
Bunlar senin ümmetin içinde dünyaya düşkün olanlardır. Mallarını yiyip bitirmeye güçleri yetmezken kanaat etmeyip çokça yığmaya çalışırlar Dünyaya ve dünya malına muhabbet edip artırmak için gayretle çalışıyorlar .
Bundan sonra koca bir taş gördüm . küçük bir ,, küçük bir deliği vardı O delik den bir
yılan çıktı büyüdü .döndü , yine o deliğe girmek istedi o deliğe sığmadı şaşkın şaşkın taşın çevresinde dönmeye başladı.
Bu nedir? Dediğim zaman Cebrail şöyle anlattı:
O taş ümmetinin gövdelerine misaldir. O küçük delik ise ağızlarıdır . O yılan ise… yalan
fuhuş haram ve gıybet olarak söyledikleri kelamlarıdır. Ağızlarından çıktıktan sonra O kelamları yutmak mümkün olmaz Hatta o kelamlarından dolayı dünya ve ahirette ceza görür azar işitir hesaba çekilir. Ümmetine söyle ağızlarına kötü söz haram ve dil afeti sözlerden tamamen korusunlar; Böyle etsinler ki selamet bulsunlar.
Bundan sonra bir şahıs gördüm kuyudan su çekiyordu. Zahmetlerle kovayı kuyunun
ağzına getirdiği zaman içinde hiç su bulamıyordu Zahmetten başka eline bir şey geçmiyordu Bunun durumunu da sordum. Cebrail şöyle anlattı.:
Amellerini için halis etmeyip riyakarlık edenlerdir. Dünyada zahmet çekip amel
işlerler ama riya ile, Ahirette bu amellerinden ötürü kendilerine hiçbir sevap verilmez. Hatta azaba uğrarlar.
Bunlardan başka bir kavim daha gördüm sırtlarında çokça yükleri vardı , üzerlerindeki
yükü dahi taşımaya güçleri olmadığı halde; Halka:
-Üzerimize yük vurun. Diye teklif ediyorlardı
-Bunlar kimlerdir? Diyerek sordum; Cebrail şöyle anlattı;
-Bunlar insanların bıraktığı emanete hıyanet edenlerdir . Boyunlarında bu kadar yük varken
durmadan zulüm yollu halktan alınacak mal talep ederler.
Bundan başka bir kavim daha gördüm, dudakları ve dilleri uzayıp sarkmıştı, Onların
uzayıp sarkan dillerini ve dudaklarını melekler ateşten makaslarla kesiyorlardı. Kesildikçe onların dilleri ve dudakları yine uzuyor, sarkıyordu. Melekler de yine önceki gibi ateşten makaslarla kesiyordu.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum Cebrail şöyle anlattı;
-Bunlar ümmetin içinden çıkıp insanları beylere ve padişahlara gammazlayan kimselerdir.
Yalanlarını tasdik ettirip onları yapacakları zulümden almak şöyle dursun, bu yolda mudahene edenlerdir.
Bir cemaat daha gördüm, melekler, bunların etlerini kesiyor; kendilerine veriyor ve;
-Yiyin diye emrediyorlardı onlara. Onlar iğrenip yemek istemedikçe melekler onları
dövüyor ve zorla -yiyin… Deyip yediriyorlardı.
Bunlar kimlerdir ? Diye sordum.
Cebrail şöyle anlattı.
Bunlar ümmetin içinde insanların gıybetini edenlerdir
Bundan sonra bir kavim gördüm yüzleri siyah, gözleri mavi idi, alt dudakları ayaklarına
inmişti, üst dudakları da alınlarına bitişmişti. Ağızlarından kan ve irin akıyordu. Bir ellerinde ateşten şişe var, bir ellerinde de ateşten kadeh …Ağızlarından akan kan ve irin şişe içine girip kaynıyor. Meleklerde onlara:-İçin Diye zorluyordu .Kadehleri doldurup içmek istedikleri zaman onun kaynar şiddetinden murdar kokusundan dayanamayıp hımar(eşşek) gibi bağırıyorlardı. O melekler ise onları dövüyor zorluyor ve içiriyorlardı .
-Bunlar kimlerdir diye sordum Cebrail şöyle anlattı.
-Bunlar şarap içenlerdir.
Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; dilleri enselerinden çıkmış suretleri domuz
suretini almıştı. Altlarından ve üstlerinden onları azap sarmıştı.
-Bunlar kimlerdir? diye sordum
Cebrail şöyle anlattı :
Bunlar ümmetinden yalan yere şahitlik edenlerdir.Hakkı iptal edip ’ ın kullarına zulmedenlerdir .
-Bunlardan başka bir güruh gördüm . karınları şişip aşağı sarkmıştı . Ellerine ve ayaklarına
köstek vurmuşlardı. Ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden kalkamıyor yere yıkılıyorlardı.
– Bunlar kimlerdir ? Diye sordum ; Cebrail şöyle anlattı :
– Bunlar faiz alanlar ve insanların mallarını zulüm yollu yiyenlerdir.Yani ümmetin arasında.
– Bundan sonra bir kısım insanlara rastladım . Bunların yüzleri kara olmuş ;vücutlarına
ateşten elbiseler giydirmişlerdir . Ateşten topuzlarla melekler onlara vuruyorlardı, köpekler gibide uluyorlardı.
– Bunların kimler olduğunu sordum Cebrail şöyle anlattı .:
– Bunlar öyle kadınlar ki, zina eder ve kocalarına eza ve cefa ederler.
– Bunlardan başka bir takım kimseleri gördüm ki bunları ateşten bıçaklarla
boğazlıyorlardı. Tekrar diriliyorlar, tekrar boğazlıyorlardı. Daima böyle bir azap ediliyorlardı.
– Bunlar kimlerdir? Diye sordum ; Cebrail şöyle anlattı:
– Bunlar, ümmetinden haksız yere adam öldürenlerdir.
Bunlardan başka bir zümre daha gördüm ki; havada asılı duruyorlardı. Kulaklarından
burunlarından ve ağızlarından ateşler çıkıyordu. Her birine şiddetli sert iki melek verilmişti. Her meleğin elinde yetmiş budaklı ateşten sopa vardı. Bu sopa ile daima ve hiç durmadan o taifeye azap ediyorlardı . Şu manalı tesbihi okuyorlardı :
-Kadir muktedir Subhandır. Düşmanlarından intikam alan Subhandır. Yüce
Sultan Subhandır.
Bunlar kimlerdir ? Diye sordum , Cebrail şöyle anlattı :
-Bunlar dilleri ile iman izhar edip kalpleri küfür ve nifak dolu olan münafıklardır .
Bundan sonra bir bölük kavme rastladım . Gördüm ki bu taife ateşten bir vadide
Hapis olmuşlar; ateş bunları yakıyor ama tekrar tazeleniyorlar; yani vücutları yerine geliyor yine ateş yakıyor böylece azap olunuyorlar.
Bunlar kimlerdir ? diye sordum Cebrail şöyle anlattı :
Bunlar analarına babalarına itaat ve tazim etmeyip asi ve karşı gelen kimselerdir.
Bundan sonra bir bölük kavme daha rastladım Bunlar göğüsleri üzerine ateşten tabaklar
koymuşlar; meleklerde onlara sopalarla vurup azap ediyorlar.
Bunlar kimlerdir ? Diye sordum Cebrail şöyle anlattı :
Bunlar ümmetinden saz çalıp halka name söyleyip mütriplik edenlerdir.
Bundan sonra korkunç bir gürültü işittim.
-Bu gürültü nedir ? Dite sordum ;Cebrail bana şöyle anlattı :
-Cehennemin kenarından bir taş içine düştü. Üç bin yıldır, aşağı doğru gidiyordu; şimdi
dibine vardı onun gürültüsü.
Bu taş üzerine şöyle beyan olundu .
Adam başı kadar bir taşı dünya semasından salıversen, yirmi dört saatte yere iner. Halbuki
bu mesafe beş yüz yıllık yoldur. Bundan düşün ki, adam başı kadar taş yirmi dört saatte. Beş yüz yıllık yol alınca; o büyük taş, üç bin yılda ne kadar yıllık yol alır? Bunu düşünüp cehennemim derinliği ne kadardır anla. Buna göre de cehennemden Yüce Hakka sığın .
Resulüllah S.A Efendimizin anlattıklarına devam edelim :
-Bundan sonra bir başka vadiye vardım, buradan kötü kokular ve sevimsiz sesler geliyordu .-Bu ne kokudur ? Dedim ; Cebrail şöyle anlattı :
Cehennemin kokusudur hele dinle ne söylüyor.
Dinledim, cehennem şöyle diyordu;
-Ey benim Rabbım, bana söz verdiğin kullarını gönder. Benim zincirlerim dikenlerim,
bukağılarım, zakkumlarım, kızgın sularım, irinlerim ve daha başka azaplarım; ayrıca yılanlarım ve akreplerim gayet çoğaldı, derinliğim gayet derin oldu, artık bana vaat ettiğin kullarını gönder, türlü azaplarla onlara azap edeyim
O’ nun bu dileğine karşılık Yüce Hak şöyle buyurdu:
Ey cehennem, bu işleri sana bırakacağım, bana şirk koşan herkesi, Beni ve peygamberimi
inkar eden kafirleri habis olanların her erkek ve dişisini, zalim olup kıyamete iman etmeyenleri sana atacağım. .
Yüce Hakkın bu vadine cehennem razı oldu ve şöyle dedi;
-Razı oldum Ya Rabbi.
-Bundan sonra bir vadiye vardım. Burnuma güzel kokular geldi.
-Bu güzel kokular nedir ? Diye sordum Cebrail bana şöyle anlattı
-Burada F iravunun karısını keseleyen kadının ve kızlarının kabri vardır. Buraya cennet
yemişleri gelmiştir. Bu güzel koku o cennet yemişlerinin kokusudur .
-Bu keseci kadının hikayesi şöyledir:
-O keseci kadın, Musa a.s.’a gizlice iman getirmişti. İmanını daima gizler, hiç duyurmazdı.
Her zaman olduğu gibi bir gün firavunun kızının saçlarını altın tarakla tarıyordu. Tarak elinden düştü; eğilip alırken yavaşça Bismillah ( ’ ın adıyla ) diyerek tarağı aldı . Ama ağzından çıkan bu ses açıktan çıktı ve ne dediği belli oldu. Firavunun kızı onun ne dediğini işitince ;
–
– Diye andığın Babam mıdır?
– Ama o keseci kadın artık imanını gizlemeden şöyle anlattı
-O andığım şanı Yüce ’ dır. Benim senin ve babanın Rabbı ve Halıkıdır. Öyle yüce
Hakdır ki nimeti her yana yaygındır; Ondan başka ilah yoktur.
O nun böyle demesine karşılık, Fıravunun kızı şöyle dedi :
– Senin babamdan başka Rabbın var mıdır ?
Keseci kadın şöyle anlattı:
-Senin baban mahluktur.Benim Rabbım senin babanı ve cümle mahlukatı yaratan tek
yaratıcıdır. Daima varlıktır, Evveli ve Ahiri yoktur .
Kız şöyle dedi:
– Şimdi babama haber vereyim mi ki sana ceza versin? Korkmuyor musun?
– Keseci kadın kızın bu sözüne karşı şöyle dedi:
– Haber ver, ne yapmaya gücü yetiyorsa yapsın.
Bundan sonra kız gelip babasına haber verdi .Firavun o keseci kadını getirtip şöyle sordu:
– Senin benden başka rabbın var mıdır?
Keseci kadın şu cevabı verdi :
-Evet vardır. Seni yaratan ve sana bunca nimetleri veren Alemlerin Rabbidir!
Firavun keseci kadına sinirlendi ve şöyle dedi: Tez bana secde et ve bana:Rabbım’sın.de…Yoksa şimdi şiddetli azap ile azaba sokar ve helak ederim.
Keseci kadın firavun’un o sözüne karşılık şöyle dedi:
-Ne türlü azab etmek istersen et. Senin azabın dünya azabıdır. Ölür, kurtulurum. Rabbımın
nimetine ve lutfu keremine mahzar olurum. Ben hak dininden dönmem. Bin canım olsa dahi, hepsini dinim yolunda feda ederim .
Bundan sonra fıravun o kadının kocasını ve çocuklarını getirtti; tekrar tekrar zorladı ve
şöyle dedi :
Dininizden dönün yoksa hepinizi öldürürüm .
Daha başka tehditlerde savurdu; korkutmaya çalıştı. Ama o keseci kadın ve kocası hiç
korkmadılar; şöyle dediler :
Biz dinimizde sabit kalacağız. Sen ne çeşit azap etmek istersen et .
Bundan sonra firavun bir büyük kazanın içine su doldurttu,. Altınada ateş yaktırdı. Su
şiddetli kaynamaya başladı. Emir verdi. Keseci kadının ve kocasının çocuklarını ellerini ve ayaklarını bağlattı, Sonra onlara hitaben şöyle dedi:
Şimdi bana tapın . yoksa cümlenizi kazanın içine atar, öldürürüm.
Şu cevabı verdiler
Bildiğinden geri kalma hemen kazanın içine at.
Firavun emir verdi önce kocasını o kaynar kazanın içine attılar; haşlanıp öldü. Bundan
çocuklarını peş peşe kazana attırıp öldürdü. Kadının yeni doğan bir çocuğu vardı; en sona onu bıraktı, çocuğunu getirtti ve kadına şöyle dedi :
-Bana tapacak mısın? Yoksa bunu da atayım mı?
-Keseci kadın bunun üzerine bir ah çekti, içinden şöyle geçirdi:
-Kalbimde imanımı gizleyeyim. Firavunu dil ucu ile aldatayım. Yeter ki bu masum kurtulsun, İşte bu anda Vahid Ferd, Samed Yüce Hak o çocuğa konuşma ihsan
eyledi; söylemeye başladı.
Bu şekilde sabi iken konuşan on bir çocuk vardır ; onların biride budur :
Şöyle konuştu
-Anacığım, bırak beni de ateşe atsınlar. Bizim için cennet hazırlandı. Çünkü, sen hak
üzeresin; Firavunda batıl üzeredir,.
Bir nefes sabret; bu fani alemden halas olur; ebedi nimete ve sonsuz zevke vasıl oluruz .:
Firavun o çocuğun söylediğini işitince;
– Tez kazana atın, Dedi; o masumu da kazana attırdı.
– Bunun üzerine o keseci kadın Firavun’a hitaben şöyle dedi:
– Bunca zamandır kızının saçlarını tararım. Sende hakkım vardır; bunun için senden bir dilekte bulunacağım, kabul eyle.
Firavun sordu: -Ne istersin?
Keseci kadın şöyle anlattı:
-Acele olarak beni de kazana atın daha sonra bir çukur açın. Beni ve çocuklarım hepimizi o çukura doldurun; üzerimizi toprakla örtün.Bizi,birbirimizden ayırma.
Keseci kadının bu dileğini Firavun kabul edip onu da kazana attırdı.
Sonra; bir çukur kazdırdı, hepsini o çukura doldurdu.
Daha toprakları üzerine tamamen örtülmeden, Gani kerim Rahman Cennetten tabaklar içersinde türlü yemişler ve hediyeler gönderdi, rahmet çeşidi ile onları lutfuna mahzar eyledi. İşte bu güzel kokular o yemişlerin kokularıdır. Bundan sonra bir vadiye vardım; Orada latif rüzgar esiyor ve güzel kokular geliyordu; gayet tatlı sesler duyuluyordu, sordum:
-Bu sesler neyin sesidir ve ne söylüyorlar? Bu latif rüzgar ve güzel kokular neyin kokusudur?
Cebrail şöyle anlattı:
-Cennetin rüzgarı ve kokusudur. Hele dinleyin; neler söylüyor, anlarsınız.
Dinledim ; cennet şöyle diyordu;
Ey Benim Rabbim bana vaat ettiğin kullarını gönder, köşklerim kalın ve ince dibalarım ipeklilerim ve döşememelerim, incilerim, cevherlerim, altınlarım, gümüşlerim, misklerim anberlerim, yaygılarım, ibriklerim, kaselerim ve çeşit çeşit yemişlerim, bal, süt, şarap, su ırmaklarım, huri, gılman, vildanlarım ve hesaba gelmeyen nimetlerim gayet çoğaldı: Vaat alan kullarını gönder ki türlü nimetlendirip ikramınla ikram edeyim. Türlü türlü lütuflarınla muazzez ve muhterem edeyim.
Cennetin bu dileğine karşılık Yüce Hakkın şu güzel hitabı geldi:
-Ey cennet istediklerini sana göndereceğim. Bana iman getirip tevhit eden Resullerime inanıp tasdik eden yararlı amel işleyip bana şirk koşmayan, erkek ve kadınları sana göndereceğim. Her kim benden ve azabımdan korkarsa, gerçekten ben onu azabımdan emin ederim. Her kim muradını maksudunu hacetini bana tazarru ve niyazla açarsa …onun hacetini kabul ederim; muradını ve maksudunu kabul ederim. Herkim bana borç verirse ..(borçtan murad: rızası için fakirlere, çaresizlere ve muhtaçlara verilen sadakalar ve Hak yolunda hayır için harcanan maldır) ona kat kat mukafat veririm. Her kim işlerini bana bırakır; cümle işlerini bana ısmarlayıp tevekkül ederse; onun bütün işlerine yeterim. ancak benim benden başka İlah yoktur. Ben cümle vadimden dönmek olmaz. Gerçek şu ki: bütün müminler felah bulmuşlardır. Yaratıcı olarak en güzel ’ ın şanı pek yücedir. bu güzel hitap üzerine cennet şöyle dedi:
-Razı oldum Yarabbi.
Ve Rasulullah SAV efendimiz mescidi aksaya varıncaya kadar nice nice acaip işler gördü . Ancak meşhur olanlar bu kadardır; dolayısı ile bu kadarla yetiniyoruz.
Efendimiz şöyle devam buyurdu
-Bundan sonra Beyti Makdise gittik. Gördüm ki semadan melekler nazil olmuşlar. Onlar beni karşıladılar ve izzet sahibi Rabbım’ dan bana türlü türlü ikram ve nice nice nimetlerin müjdesini verdiler, beni şöyle diyerek selamladılar.
selam sana ey evvel, selam sana ey ahir, selam sana ey haşir..
Bu deyişle bana saygı duydular.
Cebrail’e dedim ki:
-Bu melekler’in bana yaptığı saygı selam ne biçim bir saygıdır?
Evvel, Ahir, haşir alemlerin Rabbı olan ’tır.
Cebrail şöyle anlattı:
-Ya Rasulullah kıymet günü herkesten evvel sizin ve ümmetinizin kabri yarılacaktır.Bu manada size:
-Ey haşir
dediler. O gun en evvel siz şefaat edeceksiniz.
En evvel makbul olacak şefaatte sizin şefaatinizdir : Bu manada size: -Ey evvel
dediler Dünya aleminde siz cümle peygamberlerin ahirisiniz; ümmetinizde cümle ümmetlerin ahiridir : Bu manada size -Ey Ahir dediler
sonra …
Melekleri geçip mescidi aksanın kapısına geldim. Buraktan indim; Cebrail burakı oradaki bir halkaya bağladı; nebiler ve resuller bineklerini o halkaya bağlarlardı;
Nebiler ve resuller beni karşılayıp tazim ve terkimde bulundular.
Nebilerin ve resullerin Resulullah SA EFENDİMİZİ karşılaması hakkında iki rivayet vardır
Biri şöyledir
– Yüce Hak peygamberleri habibi Resulullah efendimizi karşılamak için diriltti onlar cesetleri ile hazır oldular.
– Ancak meşhur ve zahir olan rivayet odur ki Onlar latif ruhları ile hazır oldular.
– Resulullah SA efen dimizin anlattıklarına devam edelim.
– Onları gayet muazzam mübeccel ve münevver gördüm, cebraile onların kim olduklarını sordum bana şöyle anlattı .
– Kardeşlerin, babaların olan nebiler ve resullerdir, onlara selam ver, onlara selam verdim birlikte Mescidi Aksaya ya girdik, kamet okundu kendi kendime acaba imam kim olacak diye gözlerken Cebrail elimden tuttu sonra şöyle dedi:
Siz öne geçin imam olun. Çünki en faziletli en keremli sizsiniz.
Bende öne geçtim, cümle nebilere ve resullere imam oldum iki rekat namaz kıldım.
Ulema burada kılınan namaz hakkında çeşitli görüş belirtti:
Acaba ne şekil bir namazdı? Diye… nafile namaz olsa nafile namazı cemaatle kılmak meşru değildir”
Yatsı namazı olsa o zaman yatsı namazı farz olmamıştı. Kaldı ki yatsı namazı dört rekattır bu hususta muhakkik kavli şudur:
Resulullah s.a. efendimizin mescidi aksada kıldığı namaz her semada imam olup kıldığı meytül mamurda kıldığı namaz, sidrei müntehada bütün meleklerin imam olup kıldığı namaz, kendi özellikleri arasındadır. Alemlerin Rabbı Yüce Yüce ’ ın fermanı ile kılmıştır
Bundan sonrasını Rasulullah efendimizden dinleyelim:
– Namazı bitirdikten sonra sırrıma hitap derunuma ilham olundu:
-Şimdi dua vaktidir; ümmetine dua et.
Diye bunun üzerine yüce dergaha el açıp tazarru ve niyaza başladım . Zaif ümmetimin necat ve selametleri af ve mağfiret olunmaları için dua ettim. Cehennem ateşinden halas olmalarını talep ettim. Orada bulunan bütün nebiler resüller ve hazır olan mukarrep meleklerde duama-Amin Dediler. Tam bu anda kalbime şöyle bir nida geldi:
-Ey Habibim oturduğun yer, Mescidi Aksa; gecen miraç gecesi, dua eden senin gibi şanlı peygamber ve ’ın sevgilisi; duana; Amin Diyenlerde bütün nebiler, resüller mukarreb melekler dua ettiğin zat ise merhametliler merhametlisi keremliler keremlisi cümleyi hidayet nuruna erdiren celal ve ikram sahibi ’ tır. Dualar makbul olacağına ümmetine günahları bağışlanacağına ve azaptan necat bulacaklarına şüphe yoktur izzetime ve celalime yemin ederim ki onlara rahmetimi ihsan eyledim. Cemalimi müşahede ile müşerref olmağı onlara hilat eyledim.
’ ım son nefesimizi imanla kapa. Seni görmeyi bize nasip eyle. Ya Rahim Ya Rahman peygamberin Muhammed S.A hürmetine Amin Ya Hannan Ya Mennan …
Resulullah efendimiz s.a.v. devamla anlatıyor
-Bundan sonra Cebrail dışarı çıktı (döndüğü zaman) elinde üç kase vardı. Bunları birinde süt, birinde şarap, diğerinde de su vardı, onları bana sundu:
Bunlardan birini seçip için deyince, ben sütü alıp içtim ama dibinde biraz kaldı. Cebrail e kaseyi verdiğim zaman bana şöyle dedi
-Bana şöyle dedi :– İslam fıtratını seçtin. Sonra hatiften bana bir seda geldi.
-Ya Muhammed kasedeki sütü tamamen içseydin ümmetinden kimse cehenneme girmeyecekti.
-Bunun üzerine Cebrail’ e şöyle dedim: O kaseyi bana ver, içinde kalan sütü içip bitireyim.
Cebrail şöyle dedi. Ezelde takdir olunup Ummül kitaba yazılan bulur ve buldu Ya ResulAllah
Tekrar Resulullah as efendimizin anlattıklarına dönelim; Şöyle buyurdu:
-Bundan sonra Cebrail elimden tuttu beni dışarı çıkardı.
Çıkar çıkmaz bir merdiven gördüm. Bir ucu sahrada bir ucuda semaya ulaşmış bitişmişti. Bir tarafının direği kırmızı yakuttan bir tarafının direği de yeşil zümrüttendi. Ortasındaki basamakların biri altından, biri gümüşten, biri inciden ve her basamağı bir başka cevherdendi. Türlü türlü süsler ve bezeklerle bezenmiş beş yüz basamaktı. Gayet de güzeldi, ondan güzel bir şey görmedim. .
Sonrasını Resulullah as efendimiz şöyle anlattı
Cebrail beni kanadı üzerine aldı, sağımdan ve solumdan melekler beni sardı o merdivenden semaya doğru çıktık.
Bu hususta gelen bir rivayet şöyledir :
-Resulullah as efendimiz miraç için orada bulunan bir taşa bastı. O taş Resulullah as. efendimizin mubarek ayağı altında pamuk gibi yumuşadı; Halen Resulullah sav efendimizin ayak izi o taşın üzerinde mevcuttur. Resulullah sav efendimiz mubarek ayağını o taşın üzerinden kaldırmak istediği zaman ın izni ile o taş Resulullah as efendimizi yukarı kaldırdı. Bu sırada merdivenin basamağı da eğildi taşla beraber oldu. Resulullah as ayağını taştan alıp merdivene bastı ve:
-Dur ey taş,
Buyurdu, bastığı basamak Resulullah as efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra öbür basamak eğilip geldi. Resulullah efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra onun üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah sav. efendimizi alıp yerine yükseldi. Taa,semaya varıncaya kadar, Resulüllah sav efendimizi bu şekilde yükseldi.
Cennat-ı aliyatın köşk ve saraylarının derece halleri bu basamaklardaki durum gibidir.
O taş, Resulüllah S.A. efendimizin:
-DUR .
Emri-i şerifine itaat ederek öylece boşlukta kaldı. Şu anda dahi, o taş öylece boşlukta durur. Onu görüp ibret almak gerekir.
O, bir taş iken, Resulüllah sav efendimizin emrine itaat ve inkıyat emri almış ve itaat etmiştir. İnsanlar ise Ona muhalefetten men ve nehy olundukları halde itaat etmeyip muhalefet edeler.
Bu manayı düşünmelidir. İbret alınmalı; Resulüllah S.A efendimizin yüce emrine, hidayet sünnetine tabi olmalı; ona tam itaat ile dünyanın ve ahiretin rüsvaylığından ve azabından kurtulup iki cihanın saadetine ermek için çalışıp gayret göstermelidirler
– Ü TEALA cümlemize başarısını arkadaş eylesin
BİRİNCİ SEMA
Resulullah SA Efendimiz şöyle buyurdu:
Birinci semaya eriştim. Cebrail birinci semanın kapısını vurup :
– Aç
Diye seslendi O kapının adına -Babı hıfz koruma kapısı Derler Kızıl yakuttan bir kapıdır, o kapının kilidi incidendir, içeriden o kapının bakıcısı olan İsmail öyle bir ses çıkardı ki öylesini hiç işitmedim:
Bağırıpta
-Aç diyen kimdir ?
Cebrail ona cevap olarak
-Cebrailim Deyince bu sefer
_ Ya yanındaki kimdir? Diye sordu Cebrail
-Muhammeddir SAV. deyince tekrar sordu
Ona peygamberlik verildi mi?
Onun sorusuna da Cebrail :
-Evet ona peygamberlik verildi, Deyince İsmail tekrar sordu
-Buraya gelmesi için talep ve davet olundu mu?
onun bu sorusuna da Cebrail şöyle cevap verdi.
-Evet davet olundu
Bundan sonra İsmail şöyle dedi :
-Merhaba hoş geldin ne güzel bir gelici geldi.
Ve kapıyı açtı.
Bir rivayette şöyle anlatıldı
Resulullah SAV efendimiz Mescidi Aksa’ da ki taştan Bürak’ a binip semaya yükseldi.
Yerden semaya kadar olan mesafe beş yüz yıllık yoldur. Her semanın kalınlığı beş yüz yıllık yoldur. Her iki semanın aralığı da beş yüz yıllık yoldur.
Resulullah SA efendimiz in anlattıklarına devam edelim :
Bundan sonra Adem as.’ı dünyada olduğu sürette gördüm, nurdan libaslar giymiş
nurdan taht üzerine oturmuştu.
Yüce Hak ölenlerin ruhlarını ona arz ettiriyordu. O da mümin kulların ruhunu gördüğü zaman sevinip şöyle diyor.
-Temiz bedenden temiz ruh.
Sonra onun için af mağfiret diler dua ve rahmet dileği ile tazarru eder yalvarır.
Bundan sonra melekler o ruhu alıp yüceler yücesine götürürler. Nitekim Kuran-ı kerim-de şöyle buyuruldu:
“Gerçek şu ki iyilerin amel kitapları birliğindedir.”
Kafirlerin ve münafıkların ruhları ona arz olduğu zaman, üzülür ve şöyle der:
– Habis bedenden habis ruh.
Beddua eder.Bundan sonra melekler o ruhu alıp siccine götürürler..
Nitekim Kur’ anı kerim de,
Gerçek onların sandığı gibi değil kötülerin kitabı siccindedir 83/7
Cebrail’ e sordum : bu kimdir, diye bana şöyle anlattı.
-Babanız Adem’ dir, ileri var ona selam ver.
Ben de ileri varıp selam verdim selamımı tazimle aldı.
-Merhaba salih oğul Salih nebi senin gibi bir oğlu bana hibe eden ’ a hamd olsun.
böylece bana hoş geldin etti. onun bu övgüsüne karşılık şöyle dedim:
-Bana senin gibi bir baba hibe eden Yüce A hamd olsun
Gördüm ki Adem As sağ canibinde bir kapı var oradan güzel koku gelmektedir oraya bakar mesrur olur güler, sol yanında bir kapı daha var buraya da bakıp mesrur olur ağlar Cebrail e sordum:
-bu nasıl kapılardır.
-şöyle anlattı:
-Sağındaki kapı cennete açılır, saidlerin ruhları oradan cennete gider, sağ tarafına bakınca onları görüp şad olur. Solunda olan kapı cehenneme açılır şakilerin ruhları oradan cehenneme gider, sol tarafına bakınca onları görüp mahzun olur, sonra bir melek gördüm horoz süretin de idi. Gayet büyük başı yüce arşla beraber olmuştu, ayakları yedi kat yerden aşağı idi. İki kanadı vardı, onları açtığı zaman maşrıkla mağribi doldururdu o meleğin makamı: sidrei münteha olup tafsili ileride orada gelecektir: O meleğin vücudu beyaz inciden, ibikleri kızıl yakuttan yaratılmıştı “
Beneksiz beyaz horoz beslemekte büyük faydalar ve güzel hassalar vardır : Bunun sırrı hikmeti de o meleğe benzemesindendir: besleyenin yalnız kendi evinin değil komşularının dahi afetlerden ve musibetlerden korunmalarına sebep olur.
Bu manada RESULULLAH EFENDİMİZİN S. A şöyle buyurduğu rivayet olundu:
-“Beyaz horoz benim dürüst dostumdur. Cebrailin dahi arkadaşı ve dostudur. Düşmanım şeytanında da düşmanıdır. Beslendiği evin sahibini ve çoluk çocuğunu civarında bulunan dokuz evin hane halkını korur.”
Ancak bu beyaz horozda şart şudur hiç beneği olmayıp halis beyaz olacaktır . Eğer ibiği iki çatal gül ibikli olursa … Bu horozun faydası daha çoktur Nitekim bu manada RESULULLAH Efendimiz s.a. şöyle buyurdu.
“Çatal ibikli beyaz horoz benim habibim ve sevdiğimdir. Habibim Cebrailin dahi habibidir Bulunduğu evin sağından dört, solun dan da dört, önünden dört, ardından dört, ceman on altı evi ve içinde olan ehillerini afetlerden ve musıbetler den korur”
Bu hadisi şerifi Enes R.a. den naklen Ebuş şeyh çıkarıp rivayet etmiştir.
Bir başka Hadisi şerifi de Beyhaki rivayet eder. Bunun ravisi ibni Ömer r.a. olup RESULULLAH S:A Efendimizin şöyle buyurduğunu anlatır:
-“ Horoz namaz vakitlerini ın kullarına bildirir, her kim evinde beyaz horoz tutup beslerse; o kimseyi üç şeyden korur :
a)Şeytanın şerrinden
b) büyücünün şerrinden
c) Kahinlerin şerrinden”
Ancak, beyaz horoz besleyenler , onu kesmekten kaçınmalıdırlar.
Fethul – Kadir de bu işi deneyenlerden şöyle anlatıldı :
-Beyaz horoz kesenin hali kederden yana boş olmaz.
İmamı salebi imam-ı dümeyri’ nin hayatul hayvan adlı kitabından naklen şöyle anlattı –Güzin-i Enbiya Tac-ı Asfiya İmam-ı Etkıya Habib-i Hüda Resulullah S.A Efendimiz inci saçan şu manayı ayan beyan anlattı :
U TEALA üç sesi sever bunlardan razıdır.
a) Kuran-ı Kerimi okuyanın sesini sever ve onlardan razı olur
b) Horoz sesini sever ve razı olur
c) Seher vaktinde istiğfar edenin sesini sever
Resulullah S:A Efendimizin anlattıklarına devam edelim.
-“-O horoz şeklindeki melek. gece olunca dünya semasına iner: O meleğin tesbihi şudur.
Pek mukaddes sultan bütün noksanlıklardan münezzehdir. Ondan başka ilah yoktur Hayatı ve kıyamı sonsuzdur.
Cebrail e sordum. -Bu nedir ?
Bana şöyle anlattı :
-Bunun için arşın horozu Derler. Gece karanlığı olduğu zaman , dünya semasına iner gecenin , üç bölüğünden biri geçtikten sonra kanatlarını çırpar ve şöyle der
-Hani ibadet edenler namaza kalkacaklar kalksınlar
Onun bu sesini insan ve cinden başka bütün yaratılmışlar duyarlar. Yer horozları onun sesini işitince, kanatlarını çırpar; şöyle seslenirler
Ey gafiller , -ı zikre başlayınız
Gece yarısı olunca , o melek yine kanatlarını çırpar şöyle seslenir.
– Teheccüde kalkacaklar kalksın; teheccüt kılsınlar.
Bu nidayı yaptığı zaman tekrar yer horozları ötüp insanlara o meleğin haberini bildirirler.
Gecenin iki bölüğü geçip bir bölüğü kaldığı zaman o melek tekrar seslenip şöyle der :
-Hani günahından mağfiret isteyenler ve alemlerin Rabbın’ den ihtiyaçları ve muratları olanlar? Kalksınlar, istiğfar etsinler ve muratlarını arz etsinler…
Onun bu nidası üzerine yer horozları ötüp insanları ondan haberdar ederler
Tanyeri ağardıktan sonra tekrar o melek kanatlarını çırpar ve şöyle der
–Şimdiden sonra gafiller kalksın hemde üzerlerinde kat kat günahları olduğu halde.
Bunu söyledik den sonra mekanına yükselir, bunu duyan yer horozları da öter onun
söylediğinden haberdar ederler .
CEBRAİL devam etti :
– Ya Resulullah bu durum hep böyledir ta kıyamete kadar…”
Bir haber de şöyle anlatıldı :
– Kıyametin zuhuru vakti geldiği zaman o melek gecenin üçte birinde nida etmek ister ama yüce HAK tan şu izzet hitabı gelir:
– Ey melek kullarımı uyandırma.
-Böylece ötmekten nehy edilir, bu durumda o melek ve tüm sema melekleri kıyamet kopmasının vakti geldiğini anlarlar. Hep birden ağlamaya başlarlar
. O gecenin uzunluğu üç gün üç gece kadardır
-O gece horozlar ötmez ve köpekler havlamazlar. İnsanlar tam bir gaflet içinde üç gün üç gece yatar kalırlar. Ancak daima teheccüd namazına kalkanlar kalkar teheccüd namazlarını kılarlar
-Sabah olmadı; acaba erken mi kalktık? Deyip biraz yatarlar.Tekrar kalktıklarında, sabah olmadığını görürler. O zaman gecenin uzunluğundan anlarlar ki. Kıyamet geldi
Bunlar teheccüt kılmayanları kaldırmak için çok çalışıp çabalarlar; ama onları uyandırmak hiç bir yoldan mümkün olmaz hiç kaldıramazlar. Bunun üzerine kendileri camilere gider orada toplanırlar, günahlarına tövbe eder bağışlanmalarını dilerler, hep göz yaşı dökerler… Ta o üç gün üç gece geçinceye kadar. Hep tazarruda niyazda ve ağlamakta olurlar.
Bu süre dolup sabah olduğu zaman , güneş mağripten doğar tevbe kapıları da kapanır…
RESULULLAH S.A Efendimizin anlattıklarına devam edelim :
-“Bundan sonra bir deryaya vardım, sütten beyaz menisi gibi yoğundu, içinde bulunan acaip görülmemiş şeyleri anlatmak mümkün değildidir. Onların haddi hesabı yoktu .
Cebrail e sordum. -Bu ne deryasıdır? Diye
Bana şöyle anlattı:
-Bu deryaya: -Hayat Denizi Derler.
Kıyamet kopup yaratılmışların cümlesi helak olduktan sonra, yüce , mahlukunu kabirden kaldırıp onlara mükafat veya ceza murat ettiği zaman ferman buyurur bu deryadan yer yüzüne yağmur yağar: Buradan yeryüzüne kırk arşın kadar su iner çürüyüp topak olan tenler kemikler sinirler ve kıllar meydana gelir, bu su o toprağa dokunduğu zaman neden toprak olduysa… derhal eski haline döner. dağılanlar böylece bir yere toplanacaklardır. Bütün bu olacaklar bu derya vasıtası ile olacaktır
Bundan sonra Cebrail ezan ve kamet okudu Bulunduğum sema ehline imam olup iki rekat namaz kıldım .
İKİNCİ SEMA
Bundan sonra ikinci kat çıktım . Onu, Subhan olan Yüce Hak kırmızı mercandan yaratmış. Bu semanın adına: -Kaydum. Derler.
Bu sema Kapıcısının adına: -Mihail Derler.
Bu semayı gayet nurlu ve şaşaalı gördüm. O kadar ki, bakınca gözler kamaşır. Bu semanın kapısı inciden kilidi nurdandır.
Cebrail bu semanın kapısını vurdu açılmasını istedi . Oranın kapıcısı olan Mihail sordu :
– Kapınin açılmasını isteyen kimdir?
-Cebrail’im
– Deyince Tekrar sordu :
– Yanındaki kimdir ?
– -MUHAMMEDDİR
– Diye Cebrail cevap verdi, oranın kapıcısı tekrar sordu:
– Ona peygamberlik verildi mi ?
– Evet verildi.
– Cevabını aldıktan sonra tekrar sordu
– Onun buraya gelmesi için bir davet ve talep vaki oldu mu?
Cebrail bunun için şöyle dedi: Evet davet ve talep vaki oldu.
Bundan sonra o semanın kapıcı meleği şöyle dedi :
-Hoş geldin ne güzel gelici geldi
Ve kapıyı açtı
İçeri girdim;oranın hazini ( kapıcısı – bekcisi- bakıcısı)Mihail-i gördüm. Hizmetinde iki yüz bin melek vardı, o meleklerinde her birinin ikişer yüz bin hadimi vardı.
Selam verdim; tazimle selamımı aldı. Yüce Haktan türlü ikramların müjdesini bana verdi. Bunların okuduğu tesbih duası şu idi :
-Yüce Subhandır; Onu tesbih edenler tesbih ettikçe ’a hamd olsun. Ona Hamd edenler hamd ettikçe… ’ tan başka İlah yoktur, Bu tehlili okuyanlar okudukça Yüce büyüklerin en büyüğüdür bu tekbiri okuyan okudukça…
Bunları geçtikten sonra bir takım bir takım meleklere eriştim. Saflar tutup tam huşu huzu ile rukua varmışlardı. Öylece Rukuda duruyorlardı, bunların tesbihleri şu idi:
-Geniş tasarruf sahibi Yüce : noksan sıfatlardan münezzehtir ki; O gözleri görür . Gözlerin idrak edemiyeceği Yüce noksan sıfatlardan münezzehtir. Alabildiğine büyük, olabildiği kadar bilen noksan sıfatlardan münezzehtir(2)
Cebrail’ e sordum:
-Bunlar ne zamandan beri ruku ederler?
Şöyle anlattı
– Yaratıldıktan bu yana bunlar hep rukudadır, Ta kıyamete kadar başlarını kaldırmadan böylece ruku halinde tesbih okurlar. Yüce Haktan niyaz eyle, bu ibadeti de senin ümmetine nasip eylesin
Bende tazarru ve niyaz eyledim ; namazda ümmetime ruku ihsan olundu.
Bunları geçtikten sonra iki genç gördüm
-Bunlar kimlerdir
Diye sordum ; Cebrail bana şöyle anlattı :
-Bunlar Yahya ve İsa a.s peygamberdir: Bunlar birbirlerinin teyze çocuklarıdır.
Onlara selam verdim, onlarda selamımı tazimle aldılar ve -Merhaba hoş geldin Ey Salih peygamber; Salih kardeş: Diyerek musafaha eylediler. sonra beni; Yüce ve Mukaddes olan U TEALA’ dan ihsan edilen çok çeşitli ikramlarla müjdelediler.
Resulullah a.s anlattıklarına devam edelim
-” O meleği geçtikten sonra büyük acaip ulu bir melek gördüm. Nurdan bir kürsi üzerine oturmuştu, gamlı ve sukut duruyordu. :
Oturduğu kürsünün dört köşesi vardı, her köşesinde yedi yüz bin altından ve gümüşten payeleri vardı, çevresinde o denli melekler vardı, sayılarını celal ve ikram sahibi yüce tan başkası bilmez.
Sağında yetmiş bin saf saf gayet nurani melekler vardı. Cümlesi yeşiller giymişlerdi Güzel kokuyorlardı. Konuşmaları gayet tatlı idi. Güzelliklerinden yüzlerine bakılmıyordu.
Solunda yetmiş bin melek saf saf duruyordu. Şekilleri de gayet zulmani idi, suretleri simsiyahtı. Yaramaz sözlü idiler. Elbiseleri kokuları çirkindi, tesbih ettikleri zaman ağızlarından ateş saçılıyordu. Önlerinde ateşten süngüler ve sopalar vardı. Öyle gözleri vardı ki bakmaya takat kalmaz.
Taht üzerinde oturan meleğin başından ayağına değin gözleri vardı ki:
Zühre ve melih yıldızları gibi parlıyordu. Kanatları da vardı. Elinde bir sahife önünde de bir levh vardı.Daima o levhe bakıyordu; bir an bile gözünü ondan ayırmıyordu
Önünde bir ağaç vardı; yapraklarının sayısını ancak ’ u teala bilir. Her yaprakta bir kimsenin adı yazılmıştı.
Yine önünde leğene benzer bir şey vardı. Bazen sağ eli ondan bir şey alıyor; sağ yanında duran nurlu ve tatlı meleklere teslim ediyordu, bazan da sol eli ile ondan bir şey alarak sol yanında duran kap kara meleklere veriyordu. Bu meleğe baktığım zaman kalbime bir korku düştü. Vücudum titrer oldu. Bana bir zaaf ve çöküklük geldi.
– Bu kimdir? Diye sordum;
– Cebrail bana şöyle anlattı : Bu ölüm meleğidir. İsmi Azraildir, bunu görmeğe hiç
kimse cesaret edemez. Lezzetleri kesen toplulukları dağıtandır.
– Sonra gidip şöyle dedi:
– Ey Azrail, bu gelen ahir zaman peygamberidir. Rahman ’ ın Habibidir.
Onunla konuş.
– O nun bu sözüne karşılık Azrail başını kaldırdı; Tebessüm eyledi
– Cebrail ona yaklaştı selam verdi. Bende onun yanına gittim selam verdim, selamımı
aldı; Bana çokça tazim eyledi, sonra şöyle dedi.
– Sana merhaba Yüce Hak senden daha keremli bir zat yaratmadı, ümmetini dahi
Yüce Hak ümmetlerin en keremlisi yarattı. Ben, senin ümmetlerine babalarından ve analarından daha merhametli ve daha şefkatliyim.
– Onun bu sözlerine karşılık şöyle dedim :
– Gönlümü hoş eyledin; kalbimi gamdan kurtardın. Ama kalbimde bir şey kaldı: Seni
gamlı ve mahzun gördüm; sebebi nedir?
– Şöyle anlattı:
– -Ya ResulAllah yüce Hak beni bu hizmete tayin buyurduğu zamandan beri
korkarım: sebebi uhdesinden gelemem: cevap vermeye gücüm yetmez: Bunun için korkulu ve gamlıyım
– Sordum
– Bu leğene benzeyen şey nedir ?
– Bu dünyanın tamamıdır, Meşrıktan mağrıbe, kaftan kafa varıncaya kadar hepsi
yanımda bir leğen kadardır: Nasıl istersem öyle tasarruf ederim.
– Tekrar sordum: Bu baktığınız levh nedir?
– Şöyle dedi:
– Levh ü mahfuzdur. Bir sene içerisinde eceli gelenlerin defterleridir..Melekler onu
yazıp bana verirler işte o defterdir
– Ya bu sahife nedir ? Diye sorunca şöyle anlattı
– Ruhları alınacakların , vakit saatlerini bildiren defterdir.
– Ya Bu ağaç nedir ?Dedim şöyle anlattı:
– -Dünyada hayatta olanların ömürlerinin ağacıdır: Bir adam doğduğu zaman bunda bir
yaprak çıkar. Her yaprağının üzerinde sahibinin ismi yazılmıştır: Eceli yaklaştığı zaman, o yaprak sararır, bu levhde bulunan ismin üzerine düşer. O yaprağı meleklere veririm; götürür onun yemeğine katar yedirirler, yiyince IN izni ile hastalık arız olur, hastalanır, vadesi tamam olunca defterde olan ismi silinir. Bende elimi uzatıp ruhunu kabz ederim; ister mağripte iste maşrıkta olsun: Eğer saadet ehli ise sağımda duran meleklere veririm, bunlar rahmet melekleridir, o ruhu bunlara teslim ederim. Şayet o ruhunu kabz ettiğim şekavet ehli ise solumda bulunan meleklere teslim ederim. Bunlar azap melekleridir- şekavetten a sığınırız-
-Bunlar ne kadar melektir. diye sordum.şöyle anlattı
Bunların sayısını bilmem, ama ne vakit bir kimsenin ruhunu kabz etsem altı yüz tane rahmet altı yüz tanede azap meleği hazır olur, o ruh hangi taifeye verilir ona bakarlar. Bir kere gelenlere bir daha sıra gelmez, taa kıyamete kadar böyle olacaktır.
Bundan sonra tekrar sordum ey ölüm meleği herkesin ruhunu sen mi alırsın?
-Şöyle anlattı:. Yaratıldıktan bu yana yerimden kımıldamadım. Bana yetmiş bin melek hizmet eder.Her birinin eli altında da yetmiş bin melek var, bir kimsenin ruhunu almak istediğim zaman onlara emrederim onlar gidip onun ruhunun boğazına getirirler bundan sonra elimi uzatıp onun ruhunu alırım.
Tekrar sordum –İstediğim odur ki, ümmetim zaiftir onları mülayım bir şekilde şefkatle
tutasın.
Şöyle dedi:
Yüce ’ ın Celali ve Cemali hakkına ki o sizi hatemül enbiya kıldı; Bana bizzat o Yüce yaratıcı gece ve gündüz yetmiş kere hitap edip şöyle buyurur:
– Muhammed ümmetinin ruhlarını kolaylıkla, suhuletle al, onların işlerini lütufla gör. Şüphesiz ben ümmetinize analarından ve babalarından daha şefkatle tutkunum:
Bundan sonra Cebrail ezan ve kamet okudu; imam olup iki rekat namaz kıldım, Yani , ikinci sema ehli ile.
ÜÇÜNCÜ SEMA
Bundan sonra üçüncü kat semaya yükseldim.Yüce Hak bu semayı bakırdan yaratmıştı. İsmine ZEYTUN derler, Buranın kapıcısına da-Arinail derler. Arinail gayet azametli ulu bir melektir. Onun hizmetinde de üç yüz bin melek vardı. Bu meleklerin tesbihi de şöyleydi
Bol hibeler eden ihsan sahibi zat noksan sıfatlardan münezzehtir, gönüller açan bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir, kendisine dua edenlerin duasına icabet eden Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bu meleğe selam verdim, tam tazimle selamımı aldı, bana çeşitli üstün nimetlerin müjdesini verdi.
Bunu geçtikten sonra çokça melekler gördüm. Saf olmuşlardı, cümlesi secde etmişlerdi, şu tesbihi okuyorlardı:
Bilgin yaratıcı Zat noksan sıfatlardan münezzehtir, kendisinden başka kaçıp sığınılacak makam olmayan zat noksan sıfatlardan münezzehtir, yüceler yücesi tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.
Devamlı olarak şu tesbihi okuyup duruyorlardı.
Cebrail şöyle dedi: Bunların ibadetleri daima budur. Niyaz eyle bu ibadet ümmetine ihsan olunsun.
Ben dua ettim; ümmetime namazda secde emr olundu.
Secdenin iki olmasının sebebi şudur:
Onlara selam verdiğim zaman, başlarını secdeden kaldırıp selamımı aldılar, tekrar secdeye vardılar: Bunun için ümmetime iki secde farz oldu.
Bunları geçtikten sonra Yusuf a.s ı gördüm, gayet güzeldi, güzelliğin yarısı ona ihsan olunmuştu.
Bunu geçtikten sonra Davut a.s’ı ve oğlu Süleyman a.s’ ı gördüm, selam verdim, selamımı tazimle aldılar, bana müjdeler verip şöyle dediler:
Bu gece ümmetine şefaat ve Rabbından selamette olmalarını niyaz eyle*
Resulullah efendimizin anlattıklarına devam edelim:
Bundan sonra bir kapı gördüm; kafurdandı, bunun alt eşiği yerin en derin noktası olan serada, yukarı eşiği ise arşın altında idi. Bu kapının iki kanadı vardı, Yer ve gök kadar bir kilit asmışlardı. Hayret ettim Dedim.
Cebrail bana şöyle anlattı: -Bu kapının adı BABÜL EMAN dır.
Tekrar sordum: -Neden buna-Buna BABUL EMAN Denildi.
Bu sorumada şu cevabı verdi.
-Yüce HAK cehennemi yarattı. İçine de çeşitli azaplar koydu. Cehennemden bir nefes zuhur eyledi, bunun üzerine cümle yer ve gök ehli yüce HAKKA sığınıp eman diledi. Bundan sonra izzet sahibi YÜCE HAK bu kapıyı cehennemle cümle kainat arasında yarattı. Taki yedi kat yerlerin ve yedi kat göklerin ehli eman da bulunalar. Bu mana icabıdır ki bu kapının adına :-BABUL EMAN denildi.
Arkasında neler bulunduğunu görmek için o kapının açılmasını istedim. Cebrail şöyle dedi: -Bunun ardında cehennem vardır neylersiniz?
Muhakkak görmek isterim. Deyince şu ilahi ferman sadir oldu: -Ey Habibim : parmağınla işaret et, kapı açılır.
Bunun üzerine işaret ettim; kapı açıldı. Nazar eyledim gördüm ki Demirden büyük bir mimber var . O mimberin altı yüz bin ayağı vardı .Onun üzerinde çok heybetli ateşten yaratılmış bir melek oturuyordu , ateşten ipler büküyor , Ateşten zincirler ve bukağılar yapıyordu gayet şiddetli ve korkunç yüzlü idi pençesi kuvvetli ve öfkesi belli idi . Başını önüne eğmiş şu tesbihi okuyordu:
-Güçlü sultan olduğu halde zulmetmeyen O Yüce zat noksan sıfatlardan münezzehdir. Düşmanlarından intikam alan yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir: Dilediğine bol ihsanda bulunan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehdir. Kendisine bir benzer olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (1)
Ağzından dağlar gibi ateşler çıkıyordu burnundan alevler fışkırıyordu. Onun her bir gözü dünyanın tamamı kadardır. O meleği bu heybette görünce, bana korku geldi. ’ u Teala nın lütfü . keremi inayeti olmasaydı helak olurdum. Cebrail’ e sual edip: Bu kimdir? onu görünce vücuduma titreme geldi dedim,
Cebrail bana şöyle anlattı:- Siz korkmayın; çünki sizin için korku yoktur, bu cehennemin hazini (kapıcı,bekci,bakıcı)Maliktir, ’ u Teala Onu gazabından yaratmıştı, yarattığından beri hiç gülmemiştir, her an gazabı artmaktadır, onun yanına varın selam verin.
Bunun üzerine gidip selam verdim, o kadar meşguldu ki başını bile kaldırmadı. Cebrail öne geçip şöyle dedi:-Ey Malik sana selam veren ’ ın Resulu Muhammeddir. Cebrail beni ona böyle tanıttı. Namımı işitince bana kıyam edip bana tazim için türlü saygı diller döktü ve ikramlar eyledi. Sonra şöyle dedi:
YA MUHAMMED SANA MÜJDELER OLSUN Yüce Hak sana çokça kerametler ihsan eyledi; Senden hoşnuttur, Senin vücüduna cehennem ateşini haram kıldı. Senin hürmet ve bereketinle sana tabi olanlara dahi cehennem ateşini haram kıldı: Yüce Hak bana emreyledi:
Senin ümmetinin asilerine merhamet eyleyeyim: Sana iman getirmeyenlerden intikam alayım.
Bundan sonra Cebrail’ e dedim ki:- Buna söyle bana cehennemi göstersin.
Cebrail ona benim talebimi bildirdiği zaman; cehennemden iğne deliği kadar bir yer açtı, Oradan iplik inceliğinde siyah bir duman çıktı. O duman bir saat çıksaydı; Bütün yeri ve semaları o duman karanlığı sarardı.Güneşin ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin ziyası ve nuru görünmezdi; Mahvolurdu ancak Malik o deliği o anda eli ile sıvadı; O duman yok oldu: Bana da şöyle dedi;- Buradan içeri bakın. Bakınca gördüm ki cehennem, bir birinin altında yedi tabakadır:
En yukarı cehennem dir ki; Oraya müminlerin asileri girer. Bunun azabı; diğerlerinden hafiftir.
İkincisi lezadır, buraya nasara girecektir.
Üçüncüsü hutamedir: buraya da yahudiler girer,
Dördüncüsü sair’ dir, buraya da sabiler girer, :
Beşincisi sakardır: buraya da Mecusiler girer,
Altıncısı cahimdir, Buraya da müşrikler girer,
Yedincisi haviyedir. Buraya da münafıklar gireceklerdir.
Birde ’ lık davası güdenler girerler: Mesela Fıravun, nemrud, gibiler…
Ben aşağı tabakada olanların azaplarının şiddetinden bakmağa takat getiremedim. Ancak üst tabakada olanlara baktım. Buraya Ümmetimin asileri girerler. Buraya bakınca gördüm ki orada ateşten yetmiş derya var. Her deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her şehirde ateşten yetmiş bin ev var. Her evin içinde ateşten yetmiş bin sandık var; O sandıkların için de de erkekler ve kadınlar var: Oraya hapsolmuşlar; Yanlarında yılanlar ve akrepler var; Şöyle sordum:
-Ey Malik bu sandıkların içinde hapsolanlar kimlerdir?
Şöyle anlattı:
-Bunların bazısı insanlara zulüm edip haksız yere malını alanlardır, bazısı da büyüklük satıp zalim cebbarlık edenlerdir. Halbuki büyüklük celal ve ikram sahibi Yüce ’a mahsustur.
Sonra bir kavim gördüm, dudakları deve ve köpek dudakları gibi idi, karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu. Tekrar içlerinde bağırsak yaratılıyordu. Zebaniler yine vurup döküyordu. Onlara böylece azap ediyorlardı.
Bunlar kimlerdir?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizden yetim malını haksız yere yiyenlerdir.
Bir kavim daha gördüm karınları dağlar gibi şişmişti içine yılanlar ve akrepler dolmuştu, orada hareket edip ıstırap veriyorlardı: Bunlar ayağa kalkmak istedikleri zaman karınlarının büyüklüğünden ve yılanların hareketlerinden kalkmaya güçleri yetmiyordu yıkılıyorlardı.
Sordum -Bunlar kimlerdir?
Malik şöyle anlattı:-Bunlar ümmetinden faiz yiyenlerdir.
Bundan sonra bir alay hatunlar gördüm. Bunları saçlarından asmışlardı; Bunlar için;
Kimlerdir? Diye sordum?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar şu kadınlardır ki yüzlerini ve saçlarını örtmeyip erkeklere gösterirler. Kocalarından başkasına zinetlerini açarlar, kocalarına eza ve cefa ederler.
Bundan sonra bir takım erkek ve kadın gördüm, bunları dillerinden ateş çemberlere asmışlardı Tırnakları bakırdandı. Kendi yüzlerini yırtıp parça parça ediyorlardı.
-Bunlar kimlerdir ? Dedim,
Malik şöyle anlattı:
Bunlar yalan yere şehadet edenlerdir; Koğuculuk yapıp söz gezdirenlerdir.
Bundan sonra bir alay kadınlar gördüm, bunların kimisini memesinden asmışlar, kimisini de ayaklarından baş aşağı asmışlardı.Bunlar feryat ve sayha atıp duruyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Dedim, şöyle anlattı:
-Bunlar zina edenlerdir, ayrıca çocuklarını düşürüp katil işi işleyenlerdir.
Bundan sonra bir alay adamlar gördüm, bunlar kendi yanlarının etlerini koparıp ağızlarına koyuyorlardı, yemeyip ağızların da gizliyorlardı; Ama Zebaniler onları -Yiyin Diye zorlayıp istemeyerek yediriyorlardı: Tekrar koparıp ağızlarına alıyorlardı. Zebaniler tekrar yemeleri için onları zorluyordu ; Bu şekilde onlara azap ediyorlardı.
-Bunlar kimlerdir ? Diye sordum şöyle anlattı:
——-Bunlar ümmetinizden şu kimselerdir ki insanları yüzlerine karşı ayıplar zemmederler: Ayrıca arkalarından kötüleyip gıybetlerini ederler. Elleri dudakları kaşları ve gözleri ile işaret ederek insanları alaya alırlar
Bundan sonra bir kavim gördüm ki bunların cesetleri hınzıra yüzleri de köpek yüzüne benziyordu, dübürlerinden ateş çıkıyordu, yılanlar akrepler onları sokuyor ellerini yiyorlardı
-Bunlar kimlerdir? Dedim Malik şöyle anlattı:
Bunlar ümmetinizden namaz kılmayan gusul etmeyen cenabet gezenlerdir.
Bundan sonra bir kavim daha gördüm, bunlar tam susadıklarından ötürü susuzluktan yanıp feryatla su istiyorlardı, onların bu isteklerine karşılık ateşten kadehlerle kaynar sular verilip,
—İç,
Diyerek zorlanıyorlardı: Onlar bu kadehi ağızlarına yakın götürdükleri zaman o suyun şiddetli kaynamasından yüzlerinin etleri pişip kadehin içine dökülüyordu, içince de bağırsakları parça parça olup dübürlerinden dışarı dökülüyordu
Bunlar kimlerdir ? Diye sordum Malik şöyle anlattı:
-Ümmetinizden şarap ve sarhoşluk verici şeyleri içenlerdir.
Bundan sonra bir alay kadın gördüm, baş aşağı ayaklarından asmışlar; Dilleri uzayıp ağızlarından sarkmıştı, zebaniler onların ateşten makaslarla durmadan kesiyordu; zebaniler onların dillerini kestikce tekrar uzuyordu ve bunlar eşekler gibi bağrışıyorlardı, köpekler gibide uluyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum Malik şöyle anlattı:
Bunlar ölüsü öldüğü zaman feryadı figan eden kadınlardır.
Bundan sonra bir takım erkekleri ve kadınları gördüm.
Bunları bakırdan fırınlar içine oturtmuşlardı, altlarından ateşler ve alevler çıkıp başları ile bütün vücutlarını bürüyordu, gayet kötü koku geliyordu.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum Malik şöyle anlattı:
-Bunlar zina eden erkek ve kadınlardır.
-Peki bu kötü koku nedir? Dedim bunu da şöyle anlattı:
Onların ferçlerinden çıkan şeyin kokularıdır.
Bundan sonra bir kısım kadınları gördüm ki asmışlar: Bunların elleri boyunlarına sıkıca bağlanmıştı,
-Bunlar kimlerdir? Dedim Malik şöyle anlattı:
Kocarına hiyanet edip mallarını telef edenlerdir.
Bundan sonra bir takım erkekleri ve kadınları gördüm bunlara ateşte azap ediliyordu. Bunların üzerine zebaniler musallat olmuştu. Bunlar feryat ettikçe zebaniler ateşten sopalarla vuruyorlardı. Karınlarına ateşten süngüleri saplıyorlardı, vücutlarını da ateşten kamçılarla dövüyorlardı, bunların azaplarını pek çetin gördüm.
-Bunlar kimlerdir ? Malik şöyle anlattı:
-Bunlar analarına ve babalarına isyan ederek karşı gelenlerdir.
Yine bir kavim gördüm, bunların boyunlarına ateşten dağlar gibi büyük halkalar geçirmişlerdi.
-Bunlar kimlerdir?Diye sordum Malik şöyle anlattı:
-Bunlar üzerinde bulunan emanetleri sahiplerine vermeyenlerdir.
Bundan sonra bir kavim gördüm, zebaniler bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyordu ama bunlar aynı saatte diriliyordu, bunlar dirilince zebaniler tekrar onları boğazlıyordu.
Bunlar kimlerdir?
-Bunlar haksız yere adam öldürenlerdir.
Bir kavim daha gördüm; gayet çirkin ve kötü kokulu cife yiyorlardı.
Bunlar kimlerdir ? Diye sordum Malik şöyle anlattı:
-Bunlar gıybet edip insanların etini yiyenlerdir.
Bunlardan cehennemde iki sınıf kimse gördüm, bunların bir sınıfı erkeklerden bir sınıfı kadınlardandı. Bunların azabı gayet şiddetli idi.
Bunlar kimlerdir ? Malik şöyle anlattı:
Bu erkekler beylerin önünde sopa ve kamçılarla gidip zavallı fakirlere vurup zulüm edenlerdir. O kadınlar ise sürette libas giyip hakikatte cümle azası belli , açıl hükmünde ve erkeklere aşikar olanlardır, ayrıca dışarı çıktıkları zaman erkekleri kendilerine çekenlerdir, bu sebepten başları deve hörgücü gibi büyük olup selametle doğruca cennete giremezler.
Bundan sonra cehennemde bir alay erkek ve dişi kimseler gördüm, bunların azabı bir birine benzemiyordu, her birine bir başka türlü azap olunuyordu, bu tabakada azap olunanlar arasında bunlardan şiddetli azap olunan yoktu. Şöyle bir azapla azap ediliyorlardı, bunları ateşten sopalar üzerine asmışlar etleri pişip dökülüyor; sadece kemik kalıyorlardı: Hak Teala onların etlerini bitiriyor yine önceki gibi etleri pişip dökülüyordu.
Bazıları da ateşten zincirlerle bukağılarla bağlanmışlardı. Böylece azap olunuyorlardı .
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum Malik şöyle anlattı:
-Bunlar vücut sağlığı yerinde iken namazı terk edenlerdir.
Ve şöyle dedim:
-Ey Malik kapıyı kapa bakacak takatim kalmadı.
Malik şöyle anlattı
-Ya Resulullah, mubarek gözünüzle muşahede ettiğiniz azapları gördüğünüz gibi; ümmetinize bildirin, ümmetinizi çok çekindirin.
Masiyetlerden, ’ın emrine aykırı hareketten onları alıp men edin. ’ a tam itaate teşvik edip ibadet yoluna getirin. ’ ın azabı şiddetlidir. Cehennem yedi tabakadır, Bu gördüğünüz ilk tabakasıdır, aşağıları daha şiddetlidir.
Bunu dinledikten sonra Resulullah S:A efendimiz ümmetine şefkatinden dolayı ağlamaya şefaat ve niyaza başlar.
Ümmetinin zaafı ve o gibi azaba takat getiremiyeceklerini anlatıp, o kadar ağladı ki Cebrail mukarrep melekler ve orada bulunan diğer melekler dahi ağlamaya başladılar. Resulullah efendimizin tazarru ve niyazına,
Amin !
Dediler.
Bunun üzerine izzet sahibi Yüce Haktan şu hitap geldi:
Habibim; senin değerin benim katımda büyükdür. Duan makbuldür şefaatın makbuldür, Gönlünü hoş tut, Seni muradına eriştirdim. Kıyamette Sana bir makam vereceğim, şu kadar asileri sana bağışlayacağım ta ki,
-Yeter,
Diyesin. Senin ümmetlerini sair ümmetlerin üzerine seçtim: Senide onlara şefaatci kıldım … dilediğin kadar şefaat eyle; Kabul ederim.
Sonra;
Bu Malikten başka cehennem hazinleri (kapıcıları bekcileri bakıcıları) on sekiz tane idi.
R; Malikle on dokuz olurlar, bunların gözleri yıldırım gibidir. Ağızlarından yalın ateş çıkar. Bunlarda asla esirgemek ve acımak yoktur; Her an öfkeleri artmaktadır, vücutları gayet büyüktür, onların büyüklüğünü şundan anla. :
Onlardan biri tek eli ile yetmiş bin kafiri alıp cehenneme atar. Kafirin vucudu ise gayet büyüktür, ağzındaki dişlerin her biri uhud dağı kadardır, her bir dişi Uhud dağı kadar olunca başının ve vücudunun ne kadar büyük olacağını hesap eyle. Bir omzundan diğer omzuna kadar olan mesafe dokuz günlük yoldur. Derisinin kalınlığı üç günlük yoldur; İşte koca cüsseli yetmiş bin kafir avucu içine sığınca;o melek ne kadar büyüktür, düşünüle ..
Bu meleklerin eli altında o kadar zebani vardır ki, Onların sayısını ancak ’u Teala bilir.
Şöyle bir rivayet geldi :
-Yüce Hak, Resulullah efendimize sav bu on dokuz meleğin vasıflarını beyan yolunda şu ayeti kerimeyi yolladı: :
-“ Onun üzerine on dokuz melek tayin edilmiştir”(74- 30)
Resulullah sav. efendimiz ümmeti namına mahzun oldu; Halas olmalarını diledi: Bunun üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu:
– Senin ümmetine on dokuz harfli bir cümle ihsan eyledim, ümmetin onu devamlı olarak bırakmadan okursa kendirlini o on dokuz cehennem hazinlerinden ve onların yardımcıları olan zebanilerin azabından emin kılarım.O cümle şudur:-Bismillahirrahmanirrahim. ( Rahman Rahim ’ın adı ile )
Hak Teala cümlemizi Habibi Huda Şefi –i ruz –ü ceza Hazreti ebel kasım Muhammed Mustafa S:A hürmetine cehennemden azat eylesin, Amin !
’u Teala Ona salat ve selam eylesin.
Resulullah sav efendimizin anlattıklarına devam edelim:
Bundan sonra Malik o deliği kapadı: Daha sonra Cebrail ezan okuyup kamet getirdi,
Bende imam oldum, bu üçüncü sema ehli ile iki rekat namaz kıldım.
DÖRDÜNCÜ SEMA
Bundan sonra DÖRDÜNCÜ SEMAYA yükseldik..
Yüce Hak bu semayı tam gümüşten yaratmıştır( Bir rivayette Beyaz inciden yaratmıştır)
Bu semanı adı Zahirdir, kapısı nur olup nurdan kilidi vardır.
Bu kapının üzerinde;LAİLAHEİLLAllah MUHAMMEDUN RASULULLAH (’tan başka ilah yoktur Muhammed ’ın Resuludur) Kelimeyi tevhidi yazılmıştır.
Bundan sonra İdris A:S ve Nuh A:S peygamberleri gördüm: Bunlara selam verdim selamımı alıp tazim eylediler. Bana:
-Hoş geldin ey Salih kardeş Salih peygamber Dediler ve çeşitli ikramların müjdesini verdiler.
Bundan sonra İsa A:S’ ın validesi Meryemi, Musa A:S’ ın validesi buhayid’i: Fıravunun hanımı Asiyeyi gördüm. ( onlardan razı olsun ) Meryemin yetmiş bin köşkü vardı; Hepside ak incidendi. Musanın validesinin dahi yeşil zümrütten yetmiş bin köşkü vardı. Asiyeninde kızıl yakuttan kızıl mercandan yetmiş bin köşkü vardı.
BEŞİNCİ SEMA
Bundan sonra beşinci semaya yükseldik.
Yüce Hak bunu kırmızı atkından yaratmış ismine-Safiye Derler daha önce anlatıldığı biçimde diğer semalarda olduğu gibi; kapının açılması istendi. Belli sual cevap vaki oldu. Sonra kapı açıldı.
İçeri girince gördüm ki oranın hazini Kel kail nurdan bir Kürsü üzerine oturmuş ona selam verdim, tazim edip selamımı aldı.
Bunları geçtikten sonra İsmail A:s, ishak A:S,Yakup A:S, Lut A:S, ve Harun A:S peygamberleri gördüm. Bunlara selam verdim, selamımı aldılar ve bana,
-Hoş geldin, ey Salih oğul Ey Salih kardeş. Ey Salih peygamber dediler. Kemaliyle tazim edip güzel ikramların müjdesini verdiler.
ALTINCI SEMA
Bundan sonra altıncı semaya çıktım.
Bu semayı Yüce Hak sarı yakuttan yaratmış. Adına -Halisa Derler. Buranın hazinine de Semhail Derler. Daha önce anlatılan usulde kapının açılması istendi;
Belli sual cevap vaki oldu, kapı açıldı; içeri girdik oranın hazini semhail’i gördüm. Hizmetinde altı yüz bin melek vardı, her meleğin emrinde ise ayrıca altı yüz bin yardımcı var, hepside şu tespıhi okuyorlar.
¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬ Kerim zat noksan sıfatlardan münezzehtir, açılan nur zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Öyle münezzeh bir zattır ki, selamlarda onların ilahı odur; yerde olanların ilahı odur. (2)
Semhail’e selam verdim; selamımı aldı. Tam manası ile bana tazim etti. Bunları geçtikten sonra kardeşim Musa’yı gördüm, selam verdim. Selamımı aldı; kalktı beni iki gözlerimin arasından öptü, sonra şöyle dedi. :
Seni bana gönderen a hamdolsun .
-Ve benim için yüce Haktan nice kerametlerin müjdesini verdi şöyle dedi:
Bu gece sen Mevlanın cemali ile münevver ve münacat – ı Huda ile mükerrem olacaksın. Zaif ümmetini unutma: sana ne ihsan olunursa ondan ümmetine nasip iste, eğer bir şey farz olursa, mümkün olduğu kadar hafif olmasını talep eyle.
Sonra Mikaile eriştim. Büyük bir kürsiye oturmuştu, önünde büyük bir terazi vardı.O terazinin her gözü yerler ve gökler sığacak kadar büyüktü: önünde nice nice tomarlar vardı.
Şöyle dedim:
-Rabbımız bizden evvel gelen ümmetlere yüklediğin ağır yükleri bize de yükleme(2- 286) Bizim şeriatımızı sair ümmetlerin şeriatları gibi zor ve güçlü eyleme” Resulullah SA Efendimiz şunu anlatmak istiyor: O Ameller, mallarının dörtte birini zekat vermek, elbiselerine murdar bir şey bulaşınca o bulaşık yeri kesmek, irtikap ettikleri günahın cezasını tezden vermek ve benzeri cezalar… Mesela:Onlar bir günah işledikleri zaman;tayyibattan bir şey onlara helal olduğu halde, irtikap ettikleri günah dolayısı ile; ceza olarak o şey haram olurdu. Sonra onlar bir masiyet irtikap ettikleri zaman maymun ve hınzır şekline döner değişirlerdi. Geceleri bir günah işledikleri zaman ya alınlarına yahut kapılarının üzerine o günahları yazılırdı, Şöyle ki -Gece bu adam bir günah işledi, bunun cezası kendisini öldürmektir. Yahut onun cezası şunlardır: kendisini ateşte yakmak, falan azasını kesmek. Bu şekilde onların yaptıkları hatalar açıklanır; dolayısı ile rüsvay olurlardı. Yine onlar kiliselerinden başka bir yerde namaz kılamazlardı, caiz değildi. Oruç tutacakları gece yatsıdan sonra yemek ve ehlinin yanına varmak haramdı. Resulullah efendimizin S:A anlattıklarına devam edelim: “İşte bunlar gibi cümle güçlükleri bize de yükleme, Diyerek niyaz eyledim, bunun üzerine yüce Hak şöyle buyurdu: -Sana ve ümmetine kolaylık ihsan eyledim, bu güçlükleri yüklemem; başka iste, verilsin Şöyle dedim: Rabbımız , gücümüzün yetmeyeceği şeyleri bize yükleme (2- 286) Yüce Hak azamet ve celali ile şöyle buyurdu : Ya Muhammed seni Kendime Habib ettim; İbrahimi Halil ettiğim gibi … ın habibi halilden daha faziletlidir. Seni hem cemalimle müşerref ettim,hemde vasıtasız söyleştim.Musaya söyleştiğim gibi.Sana Fatiha süresini ve Bakara süresinin ahirini verdim.Bu ikisi benim arşımın hazinelerindendi.Senden evvel gelen peygambere vermedim;Sana ve senin ümmetine verdim. Seni yer ehlinin cümlesine, cinnine, insanına, beyazına, siyahına hemen hepsine Resul peygamber gönderdim.Senden evvel hiç bir peygamberi bu şekilde cümleye peygamber göndermedim. Yerin cümlesini ümmetine temizleyici kıldım, su bulduğunuz ve takatınız yettiği kadar abdest alınız; gusül ediniz, su bulamazsanız yahut takatınız yetmezse guslün ve abdestin yerine teyemmüm ederek temizlenin. Bütün yeri mescit kıldım, nerede bulunursanız namazınızı kılın ibadetinizi yapın. Düşmandan aldığınız ganimet mallarını sana ve ümmetine helal eyledim; kullanın.. Bu evvel gelen hiç bir peygambere ve ümmetine helal etmedim. Seninle düşmanın arasında bir aylık yol varken o düşmanların kalbine korku koymak sureti ile sana yardım eyledim. Sana dilediğine şefaat izni verdim Cümle kitapların seyidi ve ulusu olan Kur –an –ı azimüşşanı sana inzal eyledim. Senin sineni yardım; senden günahı giderdim. Senin zikrini yükselttim, ben her nerde anılsam sende benimle beraber anılırsın. Seni yetim bulup korudum ve terbiye etmedim mi? Sen yolu kaybettiğinde; sana yolu buldurmadım mı? Seni muhtaç bulduğumda zengin etmedim mi? u Teala bana öyle buyurdukça ben şöyle diyordum; Evet Ya Rabbi, bu büyük nimetlerin hepsi ile bana inam ihsan lütuf ve kerem eyledin. Sonra Yüce Hak şöyle buyurdu: -Ümmetin arasında bir cemaat kıldım, onların kalpleri Kuranın mahalli ve karargahıdır. (Yani onun ezber edilmesini kolay ederim, onlarda Kuranı ezber edip cümlesini ezbere okurlar) Senden evvel gelen peygamberlerin ümmetleri peygamberine gelen kitabı ezber edemezlerdi,Bu nimeti ancak senin ümmetine ihsan eyledim.Senin ümmetini cümle ümmetlerden hayırlı kıldım.Senin ümmetini orta ümmet adil ümmet kıldım. Seni cümleden evvel yarattım, peygamber gönderilmekte cümlenin sonuncusu kıldım. Seni cümle mahluka fatih; cümle enbiyaya hatim kıldım. Sana Kevser havzını verdim; sehimler ihsan eyledim,bu sehimler sekiz tanedir: şunlardır: İslam, hicret, cihad , namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucu tutmak, emri maruf nehyi münker. Şöyle dedim: Ya Rabbi! Sen benden evvel gelen ümmetlere türlü azaplar eyledin…….. Bazısını üzerine taşlar yağdırdın; Helak eyledin. Bazılarını da suda boğdun. Bazılarını Cebrailin sayhası ile helak eyledin. Bazılarını yere geçirdin. Bazılarının üzerine ateşler yağdırıp helak eyledin. Bazılarını şiddetli kasırga ile helak eyledin. Bazılarının vücutlarını hınzır ve Maymun şekline çevirdin öyle helak eyledin . Ya Rabbi. Benim Ümmetime benden sonra neler edeceksin? Onların üzerine azap indirdim ama senin ümmetine daima rahmet indiririm. Onları hınzır ve maymun şekline çevirdim ama senin ümmetinin hasenatını seyyiata tebdil ederim. . Onların fasıklarına tövbe ihsan eder iyi hale çeviririm. Kötü huylardan kurtarır iyi huylara sahip ederim. Onları anlayışsızlıktan halas eder; Hallerini ilim ve kemale çeviririm. Ümmetinden her kim bana tazarru niyaz edip beni anarak: – Ey Rabbim! Derse şanı yüce Ben: – Lebbeyk kulum söyle ne istiyorsan yaratayım, Derim. Ümmetin için sana şefaat izni veririm.Seni ümmetine şefaat edici kılarım. Cümle şefaatini kabul ederim. Daha sonra şöyle buyurdu: Ya Muhammed! Senin ümmetinin mallarını çoğaltmadım; Ta ki hesapları uzun olmaya :.. Ümmetinin vücutlarını büyük yaratmadım ta ki dünyada yiyeceğe içeceğe ihtiyaçları az ola. Ömürlerini uzun etmedim ta ki uzun ömre aldanıp kalpleri kararmaya. Birde daima ölümü düşünüp ölümden sonrası için hazırlık göreler, onlara ani ölüm vermedim ölüm için hastalıkları sebep eyledim, ta ki gaflete dalıp gittikleri sırada ani ölüme uğramayalar, hastalık geldiği zaman günahlarına tövbe edeler, borçlarını ödeyeler Kusurlarını ve eksiklerini tamam edeler. Vasiyetlerini de yapalar. Onları tüm ümmetlerden sonra dünyaya getirdim:Ta ki kabirlerinde tutulup kalmaları az ola,Ancak ümmetler tamam oluncaya kadar duralar, ümmetler tamam olunca da salınalar cennet nimeti ile kereme nail olalar. CENNETLER Bundan sonra Cebrail bana şöyle dedi: -Buyurun size cenneti göstereyim. Sonra beni alıp cennete götürdü. Cennetin kapısına şunların yazıldığını gördüm: -Sadakanın birine on sevap verilir, -Borç Verenin birine on sekiz sevap verilir. Cebraile şöyle sordum: -Sadakanın birine on sevap, borcun birine on sekiz sevap verilmesinin sırrı ve hikmeti nedir? Şöyle anlattı -Ya ResulAllah! sadaka bazen muhtaç olana düşer, bazende muhtaç olmayana. Ama borç böyle olmaz; o Mutlaka layık olana verilir. Cennetin kapısının üst çıkıntılı kısmında şu üç satır yazılı idi. -LAİLAHE İLLAllah MUHAMMEDÜN RESULULLAH -Önce gönderdiğimizi burada bulduk, yediğimiz yanımıza kar kaldı, geriye bıraktığımızı kaybettik. -Günahkar kulları bağışlayıcı Yüce Rabb: Bundan sonra Cebrail cennetin kapısını tahrik etti,cennetin haznedarı olan Rıdvan, Kimdir?Diye sordu: Cebrailim Deyince tekrar sordu. -Ya seninle beraber olan kimdir? -Muhammeddir, Deyince Rıdvan tekrar sordu: -Onun peygamberlik zamanı geldi mi? Onun bu sorusuna da Cebrail: -Evet geldi deyince, -Allaha hamd olsun Deyip kapıyı açtı. Gördüm ki kapının bentleri gümüşten eşiği inciden çerçeveleri de cevahirden.. İçeri girince Rıdvanı gördüm. İşlemeli bir taht üzerine oturmuştu. Meleklerde çevresinde el bağlayıp durmuşlardı. Bana tazim terkim ettiler. Selam verdim karşılığını verdi ve bana sevinçli göründü müjdeledi: Cennet ehlinin pek çoğu senin ümmetindendir. Dedim ki: -Bana ümmetimden haber ver. Şöyle dedi: -Yüce Hak cenneti üç kısma ayırdı, ikisini senin ümmetine birini de sair ümmetlere verdi. Rıdvanın önünde nurdan çokca anahtarlar vardı; Gördüm, sordum: -Bu anahtarlar nedir? Şöyle anlattı: Ümmetinden bir kimse LAİLAHE İLLAllah derse YÜCE HAK onun için bir köşk yaratır, o köşkün anahtarını da bana teslim eder. O kimse kıyamet günü kabirden kalktığı zaman, köşkünün anahtarını kendisine veririm; Gider menziline girer. Bundan sonra bana naim cennetini gösterdi. Hasılı o kadar çok çeşitli nimetler gördüm, ömrümü onun beyanı için harcasam onu anlatıp bitirmek mümkün olmazdı. Cennetin duvarlarını şöyle gördüm.Bir kerpici altın bir kerpici gümüş bir kerpici kızıl yakut bir kerpici yeşil zebercet, bir kerpici inci, harç yerine misk ve kafur kullanmışlardı. Duvarın kalınlığı beş yüz yıllık yoldu.Duvarı o kadar berrakki dışardan içerisi, içeriden de dışarısı görünür ayna gibi idi.Yedi kat sema yer arş kürsi onun duvarlarından müşahede edilirdi. Cennetin toprağı misk, anber, kafurdu, otları zafran ve erguvan idi. Cennetin ufak çakıl taşı yerine zümrüt yakut inci dökülmüştü. Cennette köşkleri gördüm. Bazısı yakuttandı, kubbeleri de incidendi, bazısı da cevahirden olup kubbeleri de zümrüttendi, bazısı da altındandı. Her köşkte yetmiş bin saray vardı. Her sarayda yetmiş bin hücre, her hücrede ise yetmiş bin hane vardı. Her hanenin de bazısında gümüşten taht vardı, her taht üzerinde zebercetten bir çadır, her çadırda ise yetmiş bin dibaceden yatak vardı. Yetmiş bin yatak pek süslü döşenmişti, hiçbir yatak diğerine benzemiyordu; türlü anber misk ile doldurulmuştu. Orada bulunan hurilerin giydikleri hullelerden etleri,derileri,kemikleri ve ilikleri görünüyordu.Her hurinin başında bir taç vardı,cevahirle süslenmişti, her bir hurinin kırk bin zülüflü bukle misk saçı vardı, her bir zülüfü yetmiş bin zinetle bezenmişti. O zinetlerin her birinden çeşitli tatlı sesler çıkıyordu ki onları dinlemekten büyük lezzetler hasıl oluyordu Her hurinin önünde yetmiş bin hizmetkar durmuştu Her tahtın etrafında altından ve gümüşten, inciden, zümrütten, kafurdan kürsiler dizilmişti. Bir kürsi diğer kürsiye benzemiyordu. Cennette ırmaklar gördüm; Sütten, sudan, şaraptan, baldan. …. Her köşke bu dört ırmaktan kol ayrılıyor, o köşklerin içine akıyordu. Kafurdan beyaz baldan tatlı kokusu miskten güzel. Orada çeşmeler gördüm, Rehiykten , Selsebilden, tensimden. O ırmakların ve çeşmelerin kenarları altın inci gümüş ve yakuttan dızilmişti. O ırmakların içinde ki taşlar kaynaklarda olan cevahir ve inciler çeşitli renklerle renkleniyordu. O ırmakların köpüğü misk ve anberdi. Çevresinde biten otlar sünbül ve zafiran idi. Orada ağaçlar gördüm şöyle ulu idi. Bir kimse Yörük atla yetmiş bin sene koşsa onun gölgesinden çıkamaz. O ağaçların kökü altından, dalları yakuttan, inciden, zebercettendi: O ağacın yaprakları sündüsten, ,harirden, dibacdandı. Onun her yaprağı kaftan kafa kadar dünyayı tutmuştu. O ağacın her meyvesi; büyük testi kadar iri idi. Her meyvede yetmiş türlü lezzet vardı. Her meyve kendini cennet ehline arz eder. Cennet ehlinin gönlü o meyveyi istediği zaman,yerinden kopar; altın bir tabak içerisinde onun ağzı hizasına gelir. Hem de zahmetsizce duraklamadan. O ağaç bin yıllık uzakta olsa dahi,derhal isteyenin yanına gelirdi; dudağına yaklaşırdı. Yani o ağacın meyvesi gelirdi. Cennet ehli ise..onun istediği gibi yer..O yedikten sonra, hemen yenisi o meyvenin yerine çıkar. O ağacın üzerinde kuşlar gördüm: deve misali idiler, cennette ne renk varsa üstünde o renkten vardı, tahtların önünden geçip yüz çeşit ayrı sesler ve nameler çıkarıyorlardı. Cennet ehli o kuşlardan birine sorar. -Sesin mi daha güzel yoksa suretin mi daha güzeldir? -Etim ikisin den de güzeldir. Kuşun bu değişi üzerine, o kimsenin iştahı olursa, derhal o kuş büryan olur; isteyenin önüne gelir. Nasıl isterse öyle yer. Yedikten sonra o kuş tekrar ve hemen dirilir. O ağacın üzerinde nağmelerle ötmeye başlar; hep birlikte cennet ehlini överler. Bu sekiz cenneti arz ettiler;bunların dördü bağ ile bostan idi. O cennetler şunlardır: 1. Firdevs Cenneti. 2. Me’va Cenneti. 3. Adn Cenneti. 4. Naim Cenneti Şunlar saraylar ve bağlar bahçelerden ibaretti. 5.Darüsselam 6-darülcelal 7-darül karar 8-Darül Huld bu son sayılan cennetlerin her birinde; gökteki yıldızlar ve yerde, yabanda olan kumlar arsında çımler ve bostanlar vardır. Arş cennetin tavanıdır. Bana yalnız Adn cennetindeki köşkleri gösterdiler; göklerde olan yıldızlar sayısı kadardır. Onların pek çoğu ashabın ve ümmetim isminde idi. Her köşk yerle sema arası kadardı. Cebrail o köşkleri bana gösterdi ve bana şöyle dedi: ——- Şu filanın köşküdür, şu falanın köşküdür. Böylece,onları bir bir tayin etti. Onların içinde bir köşk gördüm cümlesinden yüksek ve büyüktü. Bu köşk kimindir? Diye sordum, şöyle dedi. Ebubekir sıddık’ındır. Daha sonra Ömer’in, daha sonra Osman’ın, daha sonra Ali’nin köşklerini gösterdi) Bu arada, Rasulullah S.A.V. efendimiz Hz. Ebubekire. şöyle buyurdu: -Ey Ebu Bekir senin kasrını köşkünü gördüm. Kızıl altındandı. Onda olan lütufları hazırlanan ihsanları müşahede ettim. Bunun üzerine hz.Ebubekir şöyle dedi: O kasrın sahibi sana fedadır ya Resullah, bundan sonra hz.Ömere şöyle buyurdu: Senin köşkünü de gördüm, yakuttan idi. orada çokca huriler vardı. İçeri girdim senin kıskançlığını düşündüm. Bundan sonra hz.Osman a şöyle buyurdu: Seni her semada gördüm. Cennetteki köşkünü de gördüm. Mutalaa ettim. Daha sonra hz.Aliye şöyle buyurdu: Ya Ali senin suretini dördüncü semada gördüm. Cibrile sordum şöyle anlattı: -Ya Resulullah! melekler Aliyi görmeye müştak oldular. Onun için yüce Hak onun suretinde bir melek yarattı, dördüncü kat semaya bıraktı. Ta ki, melekler onu ziyaret edeler. Sonra senin köşküne girdim. Bir ağaçtan yemiş aldım. Kokladım oradan bir huri çıktı. perdesini çekti ona: sen kimsin diye sordum, şöyle dedi: -Senin amcanın oğlu Ali için yaratıldım ya Resulullah. Seyyidul kevneyn Resulus Sakaleyn İmamul Harameyn Resulullah (SAV) bundan sonrasını şöyle anlattı: Önümden bir ayak sesi işittim. Cebraile bu kimin ayak sesidir? Diye sordum şöyle dedi Ya Resulullah Müezzinin Bilalin ayak sesidir. Rivayet edildiğine göre Resulullah SA Bilal ra şöyle sordu: Miraca çıtlığım gece cennette ayağının sesini işittim. Sen ne amel etinki o rütbeye nail oldun? Resulullah Sa efendimizin bu sorusu üzerine Bilal ra şöyle anlattı. Fazladan bir amelim yoktur, ancak her abdest bozduğumda yeniden abdest alırım, her abdest aldığımda iki rekat namaz kılarım. Bunun üzerine Resulullah SAV Efendimiz şöyle buyurdu: —“İşte seni önümde yürüten bu ameldir” Resulullah sav Efendimiz devamla şöyle buyurdu: “Bu arada önümde yine yürüyen bir ayak sesi işittim durumu Cebraile sordum şöyle dedi: Bu ansardan sabırlı fakir bir hatunun ayak sesidir ki O: Milhan kızın gamsanın ayak sesidir. Yine orada gördüm ki, Zeyd bin Amr Bin Nufeylin iki büyük menzilesi vardır. Bunun sebebi şuydu, biri İsanın şeriatı ile amel ettiğinden ötürü verilmişti, diğeri ise Ben Resul olup İsanın şeriatı kaldırıldığı için şeriatımla amel ettiğinden verildi. iş bu sebeplerden ona iki derece ihsan olundu. Bu arada inciden yapılma kubbeler gördüm bunların toprağı misktendi. Cebraile sordum. Bunlar kimlerindir? Diye şöyle anlattı: -Ümmetinden imamların ve müezzinlerindir. Bu arada şunu da gördüm: Cafer bin ebi Talip meleklerle uçup duruyordu. Yine cennette amcam Hamzayı gördüm, cennette bir sedire dayanmış vaziyette oturuyordu. Haticeyi cennet nehirlerinden bir nehir üzerinde inciden bir köşk içinde gördüm TUBA AĞACI Cennet içinde bir ağaca uğradım, güzellikte ve cemalde onun bir benzerini görmedim. Altına varıp yukarı doğru baktığım zaman gördüm ki gayet büyük, dalları her yana yayıldığından ağaçtan başka bir şey görünmüyor. O ağaçta öyle güzel bir koku buldum ki cennet içinde ondan daha güzel bir koku koklamadım, o ağacın her tarafına baktım onun yaprakları beyaz, kırmızı, yeşil, sarı çeşitli renklerde cennetin her birine has hulleler ve libaslardır. O ağacın yemişleri koca sırıklar gibi idi, onun her yemişinde yerin ve semanın ne kadar nimeti ve yemişi varsa hepsinin rengi lezzeti letafeti kokusu onda mevcuttu. O ağaca onun güzelliğine onun letafetine ve süsüne hayran kaldım. Bu ne ağacıdır ? Dedim, Cebrail şöyle anlattı: Bunun adına Tuğba ağacı derler. KEVSER SUYU Cennetin ortasında bir ırmak gördüm, arşın sutunların da bir yerden akıyordu, Su, Süt, Bal ve Şarap çıkıyordu: Bunların hiç biri diğerine karışmıyordu. Bu ırmağın kenarı zebercedden idi. İçindeki saçılı taşlar cevahirdi, onun balçığı anber otları zafirandı. Çevresinde gümüşten su bardakları vardı, bunların sayısı gökteki yıldızlardan daha çoktu. Orada kuşlar vardı ki boyunları deve boynu gibi idi. Her kim onların etinden yese sonrada ırmaktan içse Yüce Hakkın rızasına mazhar olur. Cebraile sordum: Bu ne ırmaktır? Diye şöyle anlattı: Bu Kevser’dir. Ümmetinize bundan haber verin, cennetin her bağında bahçesinde mutlaka bu kevserden akan bir ırmak vardır. Bu kevserin kenarında çadırlar gördüm, cümlesi inciden ve yakuttandı: bunları Cebraile sordum bana şöyle anlattı: Bunlar senin hatunların konaklarıdır. O çadırların içinde ki hurileri gördüm, yüzleri ay ve güneş gibi aydınlık veriyordu, hep birden sesli bir şekilde nağmeler terennüm ediyorlardı, şöyle diyorlardı: |
||||
Biz nağmeler söyleriz, hiç bıkmadan biz şarkılar söyleriz, hiç yorulmadan, Biz giysilerle donanmışız, hiç soyulmayız, : biz gençleriz hiç ihtiyar olmayız.Biz hep razıyız hiç darılmayız, biz hep kalırız hiç ölmeyiz, biz onların onlarda bizim onlara ne mutlu. |
Mirac hadisesi
Temmuz 5, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
Miraç Kandili, nedir, peygamberimiz niçin miraca çıkmıştır, en iyi şekilde nasıl değerlendirilir?
İçindekiler
1. Miraç Kandili
2. Miraç Nasıl Oldu?
3. Peygamberimiz neden mirac’a çıktı?
4. Peygamberimiz Allah ile nasıl görüşebilir?
5. Bir insan göklere nasıl çıkabilir?
6. Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?
7. Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?
8. Miraçın benzeri bir olay var mıdır?
9. Miraçla gelen hediyeler
10. Miraç Gecesi Namazı
11. Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz
12. Kaynaklar
MİRAÇ KANDİLİ
Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:
�Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.� (İsra Suresi, 1)
Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:
�O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O�nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O�nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.� (Necm Suresi, 7-18.)
Miraç nasıl oldu?
Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ’ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.
Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.
Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine �Hoş geldin� dediler, tebrik ettiler.
Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.
Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.
Süleyman Çelebi’nin dediği gibi
�Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti� İnşaallah…
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., �Allah ümmetine neyi farz kıldı?� diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam �50 vakit namaz� buyurdu.
Hz. Musa’nın, �Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez� demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.
Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.
Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.
Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, �Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?� diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar, �Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?� diye Peygamberimize soru yönelttiler.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
�Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, �Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?� diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.�
Bunun üzerine müşrikler:
�Vallahi dos doğru tarif ettin� dediler, ama yine de iman etmediler.
O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, �Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur� diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir �Sıddîk, tereddütsüz inanan� ünvanını aldı.
Peygamberimiz neden mirac�a çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.
Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.
Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…
Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?
Soru: �Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?�
Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O� na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.
Bir insan nasıl göklere çıkabilir?
Soru: �Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10-15 bin metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay’a ve Venüs’e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?�
Yerküremiz, yani Dünya bir yılda yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı?
Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?
Soru: “Öyleyse ise neden Miraça çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?”
Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.
Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.
Zaten Cenab-ı Hak Cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir.
Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’1-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.
Peygamberimiz Miraça sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.
Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?
Soru: “Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?”
Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn’dır.
Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?
Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.
Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.
İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.
Miraçın benzeri bir olay var mıdır?
Soru: “Peygamberimizin Miraça çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?”
Miraçın çok örnekleri vardır:
Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir.
Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.
İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, Cennet ehli mü’minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.
Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem Efendimizin bir anda Miraça çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.
Miraçla gelen hediyeler
Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü’min ruhlara manen şöyle diyordu: �Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.� Böylece mü’minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.
Mü’minler merak ediyorlar. �Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık� derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.
Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.
Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü’minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. �Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz� buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.
Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, �Sen paşa oldun� dense ne kadar sevinir.
Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)
Miraç Gecesi Namazı
Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. İki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. Kılınma zamanı yatsı namazı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar ki herhangi bir vakit olabilir. Bu oniki rekat namaz bittiği zaman selamdan sonra yüz defa :
�Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim� duası okunur.
Ardından da yüz kere istiğfar yapılır.
Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz
Miraç gecesinin gündüzünde öğlen namazını kıldıktan sonra sonra dört rekat namaz kılınır.
Bu namazın;birinci rekatında Fatiha� dan sonra bir kere Felak suresi, ikinci rekattan sonra bir kere Nas suresi, üçüncü rekatta üç kere Kadr suresi, dördüncü rekatta elli kere İhlas suresi okunur.
Kaynaklar:
1. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 31. Söz
2. Mübarek Aylar Günler ve Geceler
3. Üç Aylar İbadet Rehberi
Şaban ayı, Oruçları ve Beraat kandili , yapılacak ibadetler
Temmuz 24, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandıResul-i Ekrem (s.a.v), Şaban ayında oruç tutmaya birkaç nedenden dolayı önem vermiştir.
Recep ve Ramazan ayları arasında kalan bu aydan, insanların gafil olmalarıdır. İnsanlar, haram aylara ve Ramazan’a çok değer vermeleri sebebiyle bu ayın faziletinden gafildirler. İnsanların çoğu Recep ayında oruç tutmanın, Şaban ayında oruç tutmaktan daha faziletli olduğunu düşünüyor. Hâlbuki durum bunun tam tersidir. Konuyla ilgili Hz. Âişe’den (r.anh) rivayet edilen hadis de Şaban ayının, Recep ayından daha faziletli olduğunu ortaya koymaktadır. Resul-i Ekrem’e (s.a.v) Recep ayında oruç tutan bir topluluğun durumu sorulması üzerine,
“Onlar Şaban ayında neredeler?” buyurmuştur. Hadis yukarıda geçmişti.
Resul-i Ekrem’in (s.a.v), “Recep ve Ramazan ayları arasında kalan bu aydan (Şaban’dan) insanlar gafil kalıyorlar” (Ahmed b. Hanbel) sözü, bizlere şunları hatırlatıyor:
İnsanlar arasında hiç önem verilmeyen bazı zamanlar, mekânlar, şahıslar, insanların gözünde meşhur olan bazı zamanlardan, mekânlardan, şahıslardan üstün olabilir. İnsanlar meşhur olanlarla ilgilenirken, asıl faziletli olanlar elden kaçabilir.
Bu sözler bize şunu anlatıyor: İnsanların gafil oldukları anlarda ibadetle meşgul olmak müstehaptır. Ve bu Allah katında çok sevimli ve değerlidir. Bu nedenle seleften bir grup akşam ve yatsı arasını namazla değerlendirir ve, “Bu vakit, insanların gaflette oldukları vakittir” derlerdi. Aynı şekilde gece yarısı da insanların zikirden gafil oldukları vakittir. Konuyla ilgili Resul-i Ekrem (s.a.v),
“Kulun Rabbine en yakın olduğu vakit, gecenin son bölümüdür. Eğer Allah’ı bu vakitte zikretmeye gücün yetiyorsa bunu yap” (Ebû Davud) buyurmuştur.
İşte bu sebepten dolayı, Resûlullah (s.a.v) yatsı namazını gece yarısına ertelemeyi istemişti; fakat insanlara ağır gelmesinden korktuğu için böyle yapmadı. Bir defasında Efendimiz (s.a.v) yatsı namazı için ashabının yanına teşrif ettiklerinde onların geç vakitte namaz için beklediklerini görünce,
“Şu anda sizden başka yeryüzünde bu namazı bekleyen kimse yok” (Buhârî) buyurmuştur.
Bu hadis, Allah’ı zikredenlerin bulunmadığı vakitlerde zikretmenin ayrı bir faziletinin bulunduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle, sokak, çarşı ve pazarda Allah’ı zikretmenin fazileti ile ilgili pek çok hadis ve haber nakledilmiştir.
Konuyla ilgili bir hadis de şöyledir:
“Allah şu üç kişiyi sever:
Birincisi, gece boyunca yol alan bir grup uyumak için başlarını yastığa koyduklarında ve uyku onlara çok tatlı geldiği bir sırada içlerinden kalkıp ibadet eden ve Allah’ın ayetlerini okuyan kişi.
İkincisi, düşmanla savaşa giden bir toplulukta, arkadaşları hezimete uğradıkları halde, kaçmayıp sabreden ve düşmanla mücadele edip öldürülen kişi.
Üçüncüsü de bir topluluğun yanına gelip onlardan bir şey isteyen kişiye kimse sadaka vermediğinde, onu tek olarak yakalayarak kendisine gizlice sadaka veren kişi.” (Tirmizî)
İşte bu üç kişi Allah’a olan dostluklarından ve sevgilerinden dolayı bunları gizlice yapmışlardır. Allah bunları sever, dostluğuna kabul eder.
BERAAT KANDİLİ
Şâban ayının on beşinci gecesi Beraat gecesidir.
Bu geceye, bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle “mübarek gece”; günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle “Beraat gecesi” ve kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle de “rahmet gecesi” gibi adlar da verilmiştir.
Bu geceyi ibadet ve taatle geçirmenin pek çok sevabı ve feyzi vardır. Bu konuda Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Şaban ayının yarısı (Beraat gecesi) olduğunda, gecesinde kalkın ibadet edin, gündüzünde de oruç tutun! Muhakkak ki yüce Allah, o günde dünya semasına iner ve imsak vaktine kadar şöyle der: “Affedilmeyi dileyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Şifa dileyen yok mu, şifa vereyim. Şunu isteyen yok mu vereyim…” (İbn Mâce)
Şöyle denilmiştir: Yeryüzündeki müslümanların iki bayram günü olduğu gibi, göklerdeki meleklerin de iki bayram gecesi vardır. Meleklerin iki bayram gecesinden biri, Şâban ayının on beşinci gecesi olan Berat gecesi; diğeri ise Kadir gecesidir.
Müslümanların iki bayram günü ise; Ramazan ve kurban bayramı günleridir. Bu sebeple Şâban ayının on beşinci gecesi olan Berat gecesi meleklerin bayram gecesi olarak isimlendirilmiştir.
Berat gecesine ‘Kefaret gecesi’ de denilir. Bir hadis-i şerifte, “Kim bayram gecesini ve Şâban ayının on beşinci (Berat) gecesini ibadetle ihya ederse, kalplerin öldüğü günde o kişinin kalbi ölmez” (İbn Mâce) buyrulmuştur.
Bu gecenin bir adı da “şefaat gecesi”dir. Bunun delili şu hadis-i şeriftir:
“Resûlullah (s.a.v) Şaban ayının on üçüncü gecesi ümmetine şefaat etmek için dua edip yalvardı; kendisine, ümmetinin üçte birine şefaat etme izni verildi. On dördüncü gecesi yine dua edip yalvardı; bu sefer üçte ikisine şefaat etme yetkisi verildi. On beşinci gecesi bir daha yalvardı, bu sefer de, kaçak develer gibi Allah’tan kaçanlar dışında bütün ümmetine şefaat etme izni verildi.” (Ebû Davud)
Bu gecenin diğer bir ismi de “mağfiret gecesi”dir. Şu hadis-i şerif buna işaret eder:
“Allah Teala (c.c) Şaban’ın on beşinci gecesi kullarına nazar eder ve yeryüzünde bulunanlardan şirk koşanlarla haset edenler hariç, bütün müminleri mağfiret eder.” (İbn Mâce)
Diğer hadislerde, bu affın dışında tutulanlar içinde, haksız yere cana kıyanlar, anne babasına asi olanlar, sürekli içki içenler ve akraba ile hukukunu kesenler de zikredilmiştir.
Berat Gecesi Yapılacak Dua ve İbadet
Hz. Aişe (r.ah) validemiz şöyle anlatmıştır:
Resûlullah (s.a.v) Şâban ayının on beşinci gecesi benim yanımdaydı. Bir ara kendisini yanımda bulamadım; diğer hanımlarının yanına gitti zannettim, içimi bir kıskançlık sardı. Hemen kalkıp aramaya başladım. Hanımlarının odalarını dolaştım bulamadım; sonra dışarı çıktım; kendisini Bakî mezarlığında buldum. Baktım ki mümin erkek ve kadınlarla şehitler için Allah’a dua ediyor, aflarını istiyordu. Onu böyle görünce, içimden,
“Anam babam sana feda olsun! Sen Rabbinin razı olduğu iştesin, bizler ise dünya işlerinin derdindeyiz!” dedim ve kendisine görünmeden eve döndüm. Sonra ev teşrif ettiler. Benim nefes nefese kaldığımı görünce,
“Bu halin nedir?” diye sordu; ben de durumu anlattım. Bana,
“Ey Âişe, Allah ve Resûlü’nün sana haksızlık yapacağını mı düşünüyorsun. Hayır, bu asla olmaz. Fakat bana Cebrail geldi ve şöyle dedi: “Bu gece, Şaban’ın yarısıdır (Beraat gecesidir). Allah Teâlâ bu gecede Kelp kabilesinin koyunlarının tüyü adedince mümini cehennemden azat eder. Ancak Allah şu kimselere rahmet nazarı ile bakmaz: Kendisine şirk koşan, kalbi müminlere karşı kin ve düşmanlık ile dolu olan, akraba ile hukukunu kesen, anne babasına asi olan ve sürekli içki içen.”
Allah Resûlü (s.a.v) sonra üzerindeki elbiseyi kenara koyarak bana,
“Ey Âişe, izin verirsen bu geceyi ibadetle geçirmek istiyorum” buyurdu, ben de,
“Anam babam sana feda olsun, izin veriyorum” dedim ve Resul-i Ekrem (s.a.v) kalktı namaza durdu, sonra secdeye vardı. Secdede o kadar uzun kaldı ki, ben ruhu kabzedildi vefat etti zannettim. Elimle ayağına dokunduğumda, saadetli ayağını hareket ettirdi. Kulak verdim ki secdede şöyle dua ediyordu:
“Sana bütün benliğim ve duygularımla secde ediyorum. Kalbim sana iman etti! Nimetlerini ve günahlarımı itiraf ediyorum. Zira senden başka günahları affedecek yoktur. Allah’ım! Gazabından rızana, azabından affına ve senden yine sana sığınırım! Ben seni hakkı ile övüp sena edemem; sen kendini nasıl övüyorsan öylece yücesin. (Beyhakî)
Bu hadisler, Berat gecesinin namaz, dua, zikir ve istiğfar gecesi olduğunu göstermektedir. “Şaban’ın yarısı olunca gecesini ibadetle geçirin, sabahına çıktığınız günde de oruçlu olun” buyrulması da bu gecenin ibadetle geçirilmesinin faziletini göstermektedir.
Bu gecede, nafile namaz olarak teheccüd namazı yanında, tövbe, tesbih, hacet namazları kılınabilir. Kazası olanlar kaza namazı kılabilirler. Yüce Allah’tan dinimiz ve dünyamız adına hayırlı isteklerde bulunabiliriz.
Berat gecesi pek mübarek bir gecedir. Berat gecesinde, yaratıkların bir sene içindeki rızıkları, zengin veya fakir, aziz veya zelil olacakları, ölüm vakti gelenlerin ecelleri, hac gideceklerin isimleri ve benzeri işlerin hükmü Allah tarafından görevli meleklere bildirilir. Bu bakımdan Berat gecesinde ibadet etmenin büyük sevabı, feyzi ve bereketi vardır.
Mümine gereken işlerden biri de dualarını kabulünü ve günahların affını engelleyen işlerden kaçmaktır. O günahların başında şirk, bir cana kıymak ve zina yapmak gelmektedir. Bu üçü Allah katındaki en büyük günahlardır.
Günahların affını engelleyen günahlardan biri de, Müslüman kardeşine kin, haset ve düşmanlık beslemektir. Evzaî (rah) günahların affedilmesine engel olan kini şöyle açıklamıştır: Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) ashabından herhangi birine karşı yapılan kin ve düşmanlıktır. Ashab-ı Güzin’den her hangi birine karşı yapılan kin, kişinin yakınlarına beslediği kinden daha tehlikeli ve kötüdür.
En Hayırlı Amel: Kalp Temizliği
Amellerin en üstünü kalbin her türlü kötülükten arınmasıdır. Selâmetin en üstünü nefsin isteklerinden ve bidatlerden kurtulmaktır. Faziletli amellerden birisi de önceki salihlerden, âlim ve ariflerden herhangi birisini küfürle, bidatçi olmakla, dalâlette olmakla suçlamamaktır. Yine en üstün amellerden birisi de herhangi bir müslümana karşı kin beslememek, kendisine haset etmemek ve onu küçük görmemektir. Onlar için güzel olanı dilemek, onlara nasihatte bulunmak ve kendi için istediği şeyleri onlar için de dilemektir. Yüce Allah, gerçek müminlerin şu şekilde dua ettiğini haber vermiştir:
“Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki geçmiş mümin kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!” (Haşr 59/10)
Abdullah b. Amr anlatıyor: Resul-i Ekrem’e (s.a.v), “Ey Allah’ın Resulü! İnsanların en faziletlisi kimlerdir?” diye soruldu. Resul-i Ekrem (s.a.v) de,
“Sözü doğru, kalbi bozuk olmayandır” cevabını verdi.
Ashab (r.anhüm), “Sözü doğru olan biliyoruz. Ama kalbi bozulmamış olan ne demek?” diye sorduklarında Allah’ın Resul’ü (s.a.v), şöyle buyurdu:
“O, takva sahibi; içinde bir kötülük, haksızlık, kin ve hasedin bulunmadığı kalptir.” (İbn Mâce)
Semerkand Araştırma Merkezi
Mirac kandili
Temmuz 18, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandıMirâc Kandili
İçinde bulunmakla şereflendiğimiz receb ayının 27. gecesi, 19 Temmuzu 20’ye bağlayan gece mübarek Mirâc Kandili gecesidir…
Mirâc merdiven demektir. Resulullahın göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir.
İnsanlar, aciz yaratıldığı için, bir yerden medet ummaya, bir yerden güç almaya mecburdur. Başka türlü sıkıntı veren hadiselere, hastalıklara karşı direnemez.
Rabbimiz bu ihtiyacımızı bildiği için bize Peygamberler (aleyhimüsselam) gönderdi. Gerçek ve hak olan mabudumuzu bizlere bildirdi.
Peygamberlerin arasındaki zaman uzadıkça, insanlar bu ihtiyaçlarını temin için başka şeylere tapmaya ve onlardan medet ummaya başladılar.
Sevgili Peygamberimiz dünyamızı ve kâinatı şereflendirmeden önce insanlar bilhassa Arap yarımadasındakilerin tamamına yakını putlara tapıyorlardı.
EN ŞEFKATLİ İNSAN…
Bizleri yoktan var eden, yerde ve gökte ne varsa hepsini bize hizmet ettiren Rabbimiz, bize acıyarak en son ve en büyük, yaratılmışların en şereflisi olan Resûlünü bizlere gönderdi.
Taşlardan, ağaçlardan meydana getirilen cansız varlıkların ilâh olamayacağını, onlardan hiçbir zaman iyilik ve kötülük meydana gelmeyeceğini çok açık bir dille onlara anlattı.
Onlar da çok iyi biliyorlardı ki, daha dün hiçbir değeri olmayan bu nesneler, bugünde de fayda veremezler. Ama ne yapsınlar, baba ve dedelerini hep böyle görmüşlerdi.
Bu akıl ve mantık dışı olan yaptıklarında ısrar ediyorlar, yapılan nasihatler bir türlü kâr etmiyordu.
Dünyanın en şefkatli kalbine sahip olan Sevgili Peygamberimiz, putlara tapanların sonunun Cehennem olacağını biliyor ve onlara acıyordu. Fakat onlar kendilerine acımıyorlardı. Gece ve gündüz durmadan kavmini hidayete davet ediyordu.
Dokuz senede çok az sayıda kimse Müslüman olmuştu. Mekke halkı iman etmiyor, edenlere de vahşice işkence yapıyorlardı.
Bilselerdi, dünyanın en büyük nimetine kavuşmuşlardı. O mübarek zâtın elini, ayağını öpecekleri yerde üzüyorlardı…
Kureyş kâfirlerinden artık ümit kesilmişti. Civar illere gidip belki onların ateşten kurtulmalarına vesile olabilirim düşüncesiyle Resûl-i ekrem, hicretten bir yıl önce yanlarına Zeyd bin Harise’yi de alarak Taif’e gitti.
Taif halkına bir müddet nasihat etti. Hiç kimse iman etmedi. Alay ettiler, işkence yaptılar, çocuklara taşlattılar. Mübarek ayakları kanla doldu.
Kalpleri çok kırılmıştı, çok üzgün idiler. Onları Cehennem’den kurtarmaya uğraşanlar böyle mi karşılık göreceklerdi?
Oldukça yorgun idiler. Hava da çok sıcaktı; biraz dinlenmek için yolun kenarına oturdular. Peygamberimiz aleyhisselam;
“Ey Rabbim! Sen benden razı isen, başıma gelenler önemli değildir” diye dua etti.
Cebrâil aleyhisselam geldi, Rabbimizin selamını getirdi ve dedi ki:
“İman etmeyen kavimlerin tamamı helâk oldular. Habibim isterse kendisi ile beraber iman edenler çıksın! Ben dağlara hükmeden meleklere emrederim, etraftaki iki dağı birleştirir ve hepsini yok ederler.”
“ONLAR BİLMİYORLAR…”
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz buna razı olmadı. Dedi ki:
“Hayır ya Rabbi! Bunlar bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı. Belki ileride bu inatlarından vazgeçer ve imanla şereflenirler. Olabilir ki, bunların zürriyetinden dinimize hizmet eden bir nesil meydana gelir…”
Öyle de oldu… Eshab-ı kirâmın sayısı 150 bin civarında oldu. Onlardan sonra Tâbiinden de büyük âlimler, büyük mücâhidler meydana geldi ve mukaddes dinimizi bize kadar ulaştırdılar…
Hepinizin Mirac Kandilini şimdiden tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını Rabbimizden temenni ediyorum…
HAFTANIN SOHBETİ
M.SAİD ARVAS
MİRAÇ KANDİLİ
Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:
�Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.� (İsra Suresi, 1)
Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:
�O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O�nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O�nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.� (Necm Suresi, 7-18.)
Miraç nasıl oldu?
Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ’ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.
Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.
Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine �Hoş geldin� dediler, tebrik ettiler.
Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.
Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.
Süleyman Çelebi’nin dediği gibi
�Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti� İnşaallah…
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., �Allah ümmetine neyi farz kıldı?� diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam �50 vakit namaz� buyurdu.
Hz. Musa’nın, �Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez� demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.
Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.
Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.
Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, �Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?� diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar, �Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?� diye Peygamberimize soru yönelttiler.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
�Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, �Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?� diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.�
Bunun üzerine müşrikler:
�Vallahi dos doğru tarif ettin� dediler, ama yine de iman etmediler.
O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, �Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur� diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir �Sıddîk, tereddütsüz inanan� ünvanını aldı.
Peygamberimiz neden mirac�a çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.
Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.
Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…
Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?
Soru: �Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?�
Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O� na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.
Bir insan nasıl göklere çıkabilir?
Soru: �Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10-15 bin metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay’a ve Venüs’e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?�
Yerküremiz, yani Dünya bir yılda yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı?
Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?
Soru: “Öyleyse ise neden Miraça çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?”
Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.
Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.
Zaten Cenab-ı Hak Cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir.
Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’1-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.
Peygamberimiz Miraça sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.
Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?
Soru: “Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?”
Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn’dır.
Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?
Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.
Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.
İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.
Miraçın benzeri bir olay var mıdır?
Soru: “Peygamberimizin Miraça çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?”
Miraçın çok örnekleri vardır:
Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir.
Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.
İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, Cennet ehli mü’minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.
Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem Efendimizin bir anda Miraça çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.
Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü’min ruhlara manen şöyle diyordu: �Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.� Böylece mü’minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.
Mü’minler merak ediyorlar. �Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık� derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.
Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.
Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü’minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. �Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz� buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.
Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, �Sen paşa oldun� dense ne kadar sevinir.
Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)
Miraç Gecesi Namazı
Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. İki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. Kılınma zamanı yatsı namazı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar ki herhangi bir vakit olabilir. Bu oniki rekat namaz bittiği zaman selamdan sonra yüz defa :
�Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim� duası okunur.
Ardından da yüz kere istiğfar yapılır.
Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz
Miraç gecesinin gündüzünde öğlen namazını kıldıktan sonra sonra dört rekat namaz kılınır.
Bu namazın;birinci rekatında Fatiha� dan sonra bir kere Felak suresi, ikinci rekattan sonra bir kere Nas suresi, üçüncü rekatta üç kere Kadr suresi, dördüncü rekatta elli kere İhlas suresi okunur.
Kaynaklar:
1. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 31. Söz
2. Mübarek Aylar Günler ve Geceler
3. Üç Aylar İbadet Rehberi
Mirac gecesi
Temmuz 18, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandıMİRAÇ GECESİ
Miraç mucizesi Hicret’ten bir buçuk sene kadar evvel, Receb-i şerif’in 27. gecesinde Mekke-i Mükerreme’de vukua gelmiştir.
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz Harem-i şerif’te Kâbe’nin Hatîm kısmında yatarken Cebrâil -aleyhisselâm- geldi ve göğsünü yardı. Kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu.
Bu arada “Burak” adında, katırdan küçükce, uzun ve beyaz renkli bir binek getirildi. Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem- üzerine bindi. Cebrâil -aleyhisselâm-ın refâkatinde yola çıktılar. Burak her adımını gözünün erişebileceği yerin ilerisine atıyordu. İlk anda Kudüs-ü şerif’e vardılar. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mescid-i Aksâ’da (Beyt-i Makdis’te) bütün Peygamberân-ı izam hazerâtının ervâhına imam olup namaz kıldırdı.
Bu hâdise Kur’an-ı kerim’de şöyle anlatılmaktadır:
“Kulu Muhammed’i gecenin bir anında Mescid-i Haram’dan alıp civarını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren ALLAH her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Ona âyetlerimizden nicelerini gösterelim diye böyle yaptık. O, işiten ve görendir.” (İsrâ: 1)
Habib-i Ekrem -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bu mübarek yolculuğu bizzat kendileri naklediyorlar. Devamla buyuruyorlar ki:
“Daha sonra gök yüzüne bir “Miraç” uzatıldı. Ben Miraç’tan daha güzel bir şey görmüş değilim. Ölüleriniz ölümleri sırasında gözlerini ona diker. Cibril ile ona binerek yükseldik. Dünya semasının kapısına geldiğimizde Cibril kapıyı çaldı. “Kim o?” denildi. “Cibril’im” dedi. “Yanındaki kimdir?” denildi. “Muhammed’dir.” deyince “Göğe çıkmak için izin verildi mi?” diye soruldu. Cibril “Evet verildi.” dedi. O zaman bekçi melek kapıyı açarak “Merhaba, hoş geldin!… Bu gelen yolcu ne güzel yolcu.” dedi. Birinci semâya girdiğimde vazifeli bir melek gördüm. Maiyetinde yetmişbin melek ve her birinin emrinde yüzbin melek vardı. Bunlar semâyı muhafaza ediyorlardı. Derken heybetli bir kimse gördüm. Sağında ve solunda karartılar vardı. Sağına bakıp gülüyor, soluna bakıp ağlıyordu. Selâm verdim, selâmımı aldı. “Hoş geldin salih evlat salih peygamber!” dedi. Cebrail’e “Bu kimdir?” diye sordum. “Baban Âdem’dir dedi, o karaltılar da zürriyetinin ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise cehennemliktir. Sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar.”
Sonra bir kavim gördüm. Dudakları deve dudağı gibi idi. Melekler onların dudaklarını kesiyorlar, ağızlarına ateşten taşlar koyuyorlardı. Ağızlarından giren taşlar aşağılarından çıkıyordu. Cebrâil’e “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. “Yetim malını zulmen yiyenlerdir.” dedi.
Diğer bir kavmin derilerinden sırımlar dilinip, ağızlarına veriliyordu. Bunların da koğuculuk edenler, dedikodu yapanlar, insanlar arasında söz getirip-götürerek birbirine düşman edenler olduğunu söyledi. Bir kavim de vardı ki, önlerine güzel bir sofra kurulmuş, üzerine en güzel yemekler ve kebaplar konmuş. Onlar o güzel kebapları bırakıp etrafındaki cifeleri yiyorlardı. “Bunlar kimlerdir?” dedim, “Nikâhlı eşlerini bırakıp da harama giden zinakârlardır.” dedi.
Baktım ki Firavun ve arkadaşlarının yolu üzerinde karınları evler kadar şişmiş insanlar var. Firavun ve arkadaşları sabah-akşam bunları çiğneyerek geçiyorlar. “Bunlar kimlerdir yâ Cebrâil?” dedim, fâiz yiyenler olduğunu söyledi.
Yine orada bir takım kadınlar gördüm. Kimisi göğüslerinden, kimisi ayaklarından başaşağı asılmıştı. Cebrâil bunların da, zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlar olduğunu haber verdi.
Daha sonra; ikinci kat semada Yahya ve İsâ Aleyhisselâm’la, üçüncü kat semada Yusuf Aleyhisselâm’la, dördüncü kat semada İdris Aleyhisselâm’la görüştüler. Beşinci kat semada Hârun Aleyhisselâm’la karşılaştılar. Altıncı kat semada Musâ Aleyhisselâm’la, yedinci kat semada İbrahim Aleyhisselâm’la karşılaşıp görüştüler.
Bundan sonra Cebrâil Aleyhisselâm yedinci kat semâdan Hazret-i ALLAH’ın biricik Habibi’ni alıp öyle yükseklere çıkardı ki, Sebeb-i Mevcûdat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz mukadderâtı yazan kalemlerin cızırtılarını duyuyordu. Daha sonra karşılarına Sidre-i Müntehâ sahası açıldı. Müntehâ denilmesine sebep ise, oradan öteye ne peygamber ne de melek hiç kimseye yol verilmemiştir.
Sidre-i Müntehâ’dan cennete götürüldü, inciden yapılmış köşkleri temâşa etti. O gece cehennemi, kürsiyi, Arş-ı Rahmân’ı da gördü. Buradan öteye Kaabe kavseyn makamına yolculuk Refref ile oldu. Cenâb-ı Resûlullah -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz oradan ayrılacağı sırada Cebrâil Aleyhisselâm’ı kendisi ile beraber gelmesini rica etmişti. O da “Burası Sidre-i Müntehâ’dır, şâyet ben buradan bir parmak ucu kadar ileri geçersem yanarım.” buyurdu ve orada durakladı.
Çünkü o onun nurundan halkolunmuştu. Resulullah -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise ALLAH-u Teâlâ’nın nurundan yaratılmıştı. Nur Nur’a kavuştuğu için yanmadı.
ALLAH öyle bir ALLAH’tır ki, bütün şekillerden münezzeh ve müstağnidir. O’nu baş gözü ile Miraç gecesinde yalnız ve yalnız Habib-i Ekrem’i gördü. Habibini kendi nûrundan halkettiği için, o nûr Nûr’u görmeye takat getirebildi.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Kuluna iki yay kadar, yahut daha da yakın oldu. O anda kuluna vahyedeceğini vahyetti. Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı.” (Necm: 9-10-11)
ALLAH-u Teâlâ bütün kainattaki güzelliklerinin hepsini ona gösterdi. Bu nimetlerine karşı Rabbine şükrünü arttırdı. Azamet-i ilâhî’ye karşı hayran kaldı. “Güzel yaratıcı ne güzel şeyler yaratmış!” deyip onlara yaratıcının nazarı ile bakıyordu. Böylece Seyyid-i Kâinat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hâlik-i Azîmüşan’ın emir ve nehiylerini vasıtasız olarak aldı. Nice nice sırlara, ilâhi tecelli ve iltifatlara mazhar oldu.
Namazın elli vakit olarak farzedilmesi üzerine, ümmetinin buna takat getiremeyeceğini düşünerek Cenâb-ı Hakk’tan azaltılmasını istirham etti. Beş vakte ininceye kadar naz ve niyazda bulundu. Müminin miracı mesâbesinde olan beş vakit namaz o gece farz kılındı. O mübârek gece ayrıca, ümmetinden Hazret-i ALLAH’a hiç bir şeyi şerik koşmayanların affedilecekleri müjdelendi. Sûre-i Bakara’nın son iki Âyet-i kerîme’si de miraç hediyelerindendir.
Kendisinden evvel hiçbir peygamberin nâil olamadığı şerefe nâil olan Seyyid-i Kâinat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz yine aynı vasıtalarla aynı gece içinde Mekke-i Mükerreme’ye avdet buyurdu. Kendisini, yolculuğa başladığı ilk yer olan Kâbe-i muazzama’nın Hatim kısmında buldu. Sabah olunca, bu mucizeyi mümin-kafir herkese haber verdi. Bir çok müminin imanları daha da kuvvetlendiği gibi, bazıları da dinden döndüler. Hazret-i Ebû Bekir -radiyALLAHu anh- Efendimiz hadiseyi duyduğu zaman “Bunu o haber vermişse doğrudur.” buyurdu ve “Sıddîk” lâkabını aldı.
Üç aylar ve Receb ayının fazileti, yapılacak ibadetler
Haziran 18, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandıÜç Aylar
İslâm’ın mübarek saydığı hicrî kamerî aylardan Recep, Şaban ve Ramazan ayları
Bu aylar ve diğer dokuz ayın süreleri, ayın hareketlerine göre belirlenmektedir.
Kameri ayların süresi, şemsî ayların süresine nazaran değişiklik arzeder.
Kamerî sene, şemsî seneden on bir gün daha kısadır. Ayrıca kamerî ayların diğer bir özelliği,
şemsî aylarda olduğu gibi senenin aynı mevsimine değil, değişik mevsimlerine tesadüf etmesidir.
Mesela, kamerî bir ay olan Ramazan ayı, senenin mevsimlerini dolaşır. Hicrî ve kamerî aylar arasında
küçük önem taşıyan ve “üç aylar” diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan ayları mübarek aylar olarak
kabul edilirler. Bu ayların Müslümanlarca önemli ölçüde değer kazanmasının sebepleri arasında
Hz Peygamber (sas)’in bu aylar hakkında verdiği haberler gösterilebilir.
Rasûlüllah (sas) bir hadis-i şerifinde;
“Recep ALLAH’ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır” buyurmuştur.
Ayrıca Peygamber Efendimiz, Receb ayı girince,
” Âllahım! Receb ve Şabanı bize mübarek kı!! Bizi Ramazana ulaştır” diye dua ederdi.
Üç ayların değerini ifade eden diğer bir önemli özellik ise beş mübarek kandil gecesinden dördünün
bu aylar içinde olmasıdır.
Regaib gecesi, Recep ayının ilk cuma gecesine,
Mirac gecesi, Recep ayının yirmi yedinci gecesine,
Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesine,
Kadir gecesi ise Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastlar.
Hz Peygamber (sas) Şaban ayında çok oruç tutardı.
Hz Aişe, Rasûlüllah (sas)’ın bu aydaki orucu hakkında şöyle der:
“Şaban ayındaki kadar çok oruçlu olduğu bir ay görmedim” (Tecrid-i Sarih, VI, 295)
Ramazan ayının fazileti ise çok daha yücedir. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Ramazan geldiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır”
(Müslim, Kitâbu’s-Sıyam, 1)
Receb ve Şaban ayları, rahmet ayı olan Ramazanı karşılayan aylar olup Ramazan ayının müjdecisidir.
Dinimizde ayrı bir değeri olan üç ayların, kişide insanî özelliklerin olgunlaşmasında ve iradenin kontrol altına
alınmasında rolü büyüktür. Zira Receb ve Şaban aylarının feyzinden ve bu aylarda bulunan Regaib,
Mirac ve Berat gecelerinin rahmetinden istifade yolunu tutan bu kişi Ramazan ayında ise her türlü kötülükten
kendini uzak tutar ve insanî vasıflarının artmasına gayret eder Nihayet Kadir gecesinde yapacağı ibadet
ve tevbe ile manevî hazza ulaşır.
Bu nedenle özellikle, bu aylarda bol bol istiğfar etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’ân okumak
ve dua etmek en uygun davranışlardır.
Şamil İA
www. bilvanis.net
umut
Receb ayının fazileti
Recep Ayının Fazileti
Receb, tazim ve saygı anlamına gelir, îslâm öncesi Araplar Receb ayına ayrı bir ehemmiyet verirler, saygı gösterir ve şanını yüceltirlerdi. Receb ayı gelince kılıçlar kınına sokulur, oklar torbalarına yerleştirilir, derin ve kanlı husumetlerin üzerine geçici de olsa bir sükûnet örtüsü çekilirdi. Artık o gürültülü ve korkunç çöller tatlı bir huzurun baharına dalar, her taraf bir güven ve selâmet sahasına dönerdi. Öyle ki, bu ayda bir kimse babasının katiline rastlasa bile başını kaldırıp kaşına bakmazdı. Bu aya “sağır ay” denilmesi de sükûnet mevsimi olmasındandır.
Receb ayına sağır denmesinin bir başka anlamı da şöyle ifade edilir: Bu ayın bereketi hürmetine, bu ayda işlenen günah ve hataları manen bu ay duymamakta, mü”minlerin sadece ibadet ve sevaplarına şahitlik etmektedir. Böylece Cenab-ı Hak mü”min kullarının bu ayda işlemiş oldukları günahları bağışlamaktadır.
İslâmiyet gelince de Receb ayına mahsus olan saygı devam ettirildi. Bilhassa Regaib ve Mi”rac gibi tecellilerle şereflendirildi.
Resul-i Ekrem Efendimiz dualarında, “ım! Receb”i ve Şâban”ı hakkımızda hayırlı ve mübarek kıl, bizi Ramazan”a ulaştır” buyururlardı. (2)
Receb”e, “recm ayı” da denir. Buna göre, mü”minlerin eziyet ve zahmet vermemesi için şeytanlar bu ayda taşlanır, kovulup uzaklaştırılır.
Receb kelimesindeki “R” “ın rahmetine, “C” “ın cömertliğine ve yardımına, “B” ise “ın birrine (iyilik ve ihsanına) işaret eder.
Receb ayına “mutahhar” denmesinin sebebi, bu ayı oruçlu geçirenlerin günah ve hatalarından temizlenip paklanmasıdır. Receb ayının Peygamberler tarihinde ayrı bir yeri vardır. Meselâ, Nuh Aleyhisselâm ve kavmi Receb ayında gemiye binmiş ve tufandan kurtulmuşlardır.
Receb ayı Hicrî ayların yedincisi ve Ramazan”dan iki ay öncesidir. Fazileti bakımından ayrı bir yeri vardır. Regaib ve Mi”rac gibi mübarek geceleri içinde bulundurması faziletini daha da arttırmaktadır. Ayrıca, Kur”ân”da haram ayları olarak geçen dört aydan birisi olması, Müslüman kalblerdeki yerini bir kat daha daha artırmıştır.
Receb ayı, “üç aylar” olarak bilinen mübarek bir mevsimin ilk ayıdır. Bu aylara “çok sevaplı ibadet ayları” diyen Bediüzzaman, onların kazandırdıkları sevap ve mükâfatlar bakımından, mü”minlerin önünde nasıl bir kademeli yükseliş vesilesi olduklarına şöyle işaret eder:
“Her hasenenin (ibadetin) sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamada üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde (Kadir Gecesinde) otuz bine çıkar.” (3)
Buna göre Receb ayında işlenen ibadet, edilen iyilik, yapılan hizmetlerin manevî ecri ve sevabı bire yüz verilmektedir. Bunun için mü”minler bu aydaki nasiplerini arttırmak maksadıyla daha çok gayret sarf ederler. Hayır ve hasenata biraz daha ağırlık verirler.
Bazı hikmet ehli âlimler Receb ayı hakkında şu yorumları getirmişlerdir:
Receb eza ve cefâyı terk içindir, Şaban amel ve vefa içindir, Ramazan sıdk ve safa içindir.
Receb tevbe ve pişmanlık ayıdır, Şaban muhabbet ayıdır, Ramazan kurbet (“a yakınlık) ayıdır.
Receb hürmet ayıdır, Şaban hizmet ayıdır, Ramazan nimet ayıdır.
Receb ibadet ayıdır, Şaban dünyanın safasını terk etme ayıdır, Ramazan ibadetlerin mükafatını artıran aydır.
Büyük tasavvuf ehli Zünnün Mısrî der ki:
“Receb ekme ayıdır, Şaban sulama ayıdır, Ramazan derleyip toplama ayıdır. Herkes ne ekerse onu biçer, ne yaparsa cezasını çeker. Bir kimse ekimi bırakırsa, hasat zamanı ekmediğine pişman olur. Kıyamet gününde ise çok kötü duruma düşer.” (4)
Receb ayının diğer aylardan farklı bir ibadeti de oruçtur. Mümkün mertebe bu ayda daha fazla oruç tutulmaya çalışılır. Ebû Davudta, hiç ara vermeden devamlı surette oruç tutan bir zâta Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselamın bazı tavsiyelerden sonra şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Haram aylarından bazısını tut, bazısını bırak, haram aylarda tut ve bırak, haram aylarda tut ve bırak.” (5)
Hadisin devamında ravî olan Şahabı şöyle demektedir:
“Resulullah “tut” dedikçe, üç parmağını yumdu, “Bırak” deyince de üç parmağını bıraktı.” Böylece Peygamberimizin o zata, “Üç gün tut, üç gün ara ver” dediği anlaşılıyordu.
Bilindiği gibi haram ayları, “Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb” aylarıdır.
Receb ayında devamlı olarak bir ay boyu oruç tutmanın uygun görülmeyişinin sebebi, Receb ve Şaban aylarının Ramazan ayına benzemesinden kaçınılmasıdır. Çünkü hiç kesintisiz bir ay boyunca oruç tutmak sadece Ramazan ayına mahsustur. Hattâ Receb ayında bir ay süresince oruç tutmanın mendup bile olmadığını söyleyen İmam Gazâlî ve İbni Kayyim el-Cevzî gibi müçtehidler, Ramazan ayına benzememesi için diğer aylardan farklı olarak Receb ayında devamlı bir ay boyu oruç tutmayı mekruh görürler. (6)
Diğer aylarda nasılsa, Receb ayında da ayın ortasında veya belli günlerinde, yahut üçer gün ara vermek suretiyle oruç tutulması tavsiye edilmektedir.
Görüldüğü gibi Receb ayında tamamen oruçlu geçirme hususunda bir hadis ve rivayet yoktur. Üç ayları hiç ara vermeden tutmak sünnet ve müstehap da değildir, sadece sâlih zatların güzel bir âdetidir. Receb ayını tam olarak tutanlara “Tutma” denilmez, ama fıkhı olarak da hükmünü belirtmek gerekir.
Bu arada Ramazan ayında bozmuş olduğu bir oruçtan dolayı kefaret orucu tutmak isteyenler için Receb ve Şaban ayı iyi bir fırsattır. Receb ayının birinci gününden itibaren hiç ara vermeden Şaban ayı da dahil olmak üzere iki ay üst üste oruç tutarsa tam bir kefaret borcunu ödemiş olur. Peşinden Ramazan ayının orucu da geleceğinden böylece üç ay boyu, bir gün dahi yemeden oruç tutmuş olur. Bu durumda oruç borcunu öderken aynı zamanda sevap hazinesini de doldurmuş ve geliştirmiş sayılır.
Madem Receb ayı günahların affedildiği aydır. Bağışlanmanın yolunu ve istiğfarın nasıl yapıldığını bilmek gerekiyor. Rivayete göre şu istiğfar duasını Receb ayında yedi kere okuyan kimsenin günahları affolunmaktadır.
“Estağfirullâhe”l-Azîme”llezî la ilahe illâ hû el-Hay-yü”1-Kayyûmu ve etûbü ileyh. Tevbete abdin zâlimin li-nefsihî lâ-yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ.”
Mânâsı: “Hayat sahibi olan, her şeyi idare edip ayakta tutan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan “tan mağfiret dilerim. Kendi nefsine zulmetmiş kulun tevbesi gibi Ona tevbe ederim. Öyle bir kul ki, kendi nefsi adına ne ölüme, ne hayata ve ne de tekrar dirilmeye sahip değildir.” (7)
Üç aylar birer dua ve niyaz mevsimidir. En güzel duaları başta sahabiler olmak üzere İslâm büyüklerinden öğreniyoruz. Hz. Ali”nin Receb ayında şu şekilde dua ettiği rivayet edillir:
“ım, salat eyle Muhammed Aleyhissalâtü Vesselamın üzerine; hikmet yıldızları ve devamlı nimet ve ismet kaynağı ehl-i beytine.
ım, beni her türlü kötülükten koru. Beni unutkan etme ve gaflet üzerinde bırakma. Sonumu da hasret ve pişmanlıkla bitirme. Benden razı ve hoşnut ol. Senin mağfiretin zalimler içindir, ben de nefsime zulmettim.
ım, beni bağışla, beni bağışlamakla Sana bir zarar gelmez. Bana nimetlerini ihsan et, bana vermekle senin ihsanın azalmaz. Senin rahmetin geniş ve boldur. Hikmetlerin ise hoş ve güzeldir.
ım, bana sıhhat ve afiyet ver. Güven ve huzur ihsan eyle. Şükür ve takvaya ulaştır.
ım, Senden sabır ve doğruluk istiyorum. Bana işimde kolaylık ver. İşlerimi güçlükle gördürme. Aileme, çocuklarıma ve kardeşlerime iyilik ve ihsanda bulun. Onları mü”min ve Müslümanlardan kıl ve bu şekilde dünyadan ayrılmalarını nasip eyle.”
Bazı Selef büyükleri de Receb ayı gecelerinde şöyle dua etmişler:
“ım, Sana mahzun gönlümle, isteklerini kabul buyurduğun dostlarının duası ile niyaz ediyorum. Zatına eriştirdiğin ve Senin rızanı isteyenlerin dili ile Senden talep ediyorum. Umarım Senin ululuğundan, Seni bileyim ve kulluk edeyim.
Yâ Rab, bu gecenin rahmet ve bereketinden sevap ve mükâfatından beni nasiptar et.
ım, kullarından istediğine, istediğini verirsin, kim Seni onlara ikram etmekten alıkoyabilir? Ben fakir ve âciz bir kulum. Fazl ve kereminden nimetlerini ümit ediyorum. Sana sığınırım ve ancak Senden yardım dilerim
Yüce Mevlam, bu gece kullarına çok rahmet ve bereketini döker, saçarsın. ım, Sana yalvaran dilleri, Sana kalkan elleri boş çevirme. İyilik ve yardımınla faydalandır bizi. Nimetlerinle donat hepimizi.
ım, salât eyle Muhammed ve evladına, eşlerine ve dostlarına, bitip tükenmeyen rahmet ve bereketinle. Yâ Rabbe”l-Âlemin!”
Recep Ayı İbadetleri
Recep Ayı Girdiğince Yapılacak Duâ
Okunuşu: “Allahumme barik lena fi recebe ve şa”ban ve belliğna ramazan”
Açıklaması:
““ım! Recep ve Şaban aylarını bizim için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır”. Amin!..
Üç ayların ilki olan recep ayı girdiğinde bu duayı sıkça yapalım, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu duayı yaparlardı ve ümmetinin de yapmasını istemiştir.
Recep Ayı Orucu
Abbad ibnu hanif anlatıyor: “Said İbnu Cübeyr Rahimehullah”a Recep ayındaki oruçtan sordum. Bana şu cevabi verdi.
İbnu Abbas Radıyallahu Anhüma”yı dinledim, şöyle demişti:
– Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Recep ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz; galiba hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak) derdik, (bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, galiba hiç tutmayacak derdik.” (9)
Yukarıda ki hadisi şeriften anlaşıldığı üzere Recep ayında oruç tutmak pek faziletlidir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz bu ayda oruç tutmuştur. Bazı yıllarda tamamına yakınını oruçlu geçirmiş, bazı yıllarda da az bir kısmını oruçlu geçirmiştir.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem”in Recep ayı ve Recep ayında tutulacak oruç hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
-“Recep “ın ayıdır; Şaban benim ayımdır, ramazan ise ümmetimin ayıdır”. Recep ayının niçin “ın ayı olduğu sorulduğunda: -“Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda, -ü Teala, Peygamberlerinin tövbelerini kabul buyurmuştur. -ü Teala bu ayda, peygamberlerini düşmanlarından korumuştur. Birkimse, recep ayını oruçlu geçirirse, Alla-ü Teala üç şeyi onun için gerekli kılar. Şöyle ki:
-Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar.
-Kalan ömrünün temiz geçmesini temin eder.
-Büyük huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan da onu emin kılar.”;
Resuhullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem”e sorarlar:
“Ya Resulullah Recep ayının tümünü oruçlu geçirmeye gücüm yetmez.
– O halde, ilkinden bir gün, ortasından bir gün, sonundan da bir gün tutarsın. Böyle ettiğinde ayın tümünü oruçlu geçirmiş olursun. Zira, yapılan iyilikler on misli sevap getirir”. (10)
Ashab”tan Mucibetü”l-Bahiliyle Radıyallahu Anh”dan: babası veya amcası, kabilesinin elçisi olarak Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem”e geldi ve gitti. Bir sene sonra kılık ve kıyafeti değişmiş olduğu halde peygamberimizin yanına geldi, ve:
-“Ya Resulallah ! beni tamdınız mı?” dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
– “Sen kimsin?” Diye sordu:
– “Geçen sene huzurunuza gelen Bahili”yim” dedi.
– “Neden bu kadar değiştin? Halbuki kılık kıyafetin düzgündü” dedi.
– “Ya Resulullah! Senden ayrıldığım günden beri yemek yemedim; yalnız geceleri yedim.” Cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem:
– “Kendi kendine işkence yapmışsın. Sabır ayında (Ramazan) tamamıyla, diğer ayların her birinden birer gün oruç tut” buyurdu.
– “Ya Resulullah, günün sayısını artır. Zira bundan fazla tutmağa gücüm yeter” dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
-“O halde her aydan ikişer gün oruç tut” dedi.
-“Biraz daha arttır ya Resulullah” dedi.
-“Her aydan üç gün” dedi.
-“Daha artır ya Resulullah” deyince,
-“Recep, Zilka’de, Zilhicce, Muharrem aylarında üçer gün oruç tut, kalan günlerde iftar et.” Emrini üç defa tekrarladı ve üç parmağıyla işaret etti. Onları yumdu sonra bıraktı. (11)
Recep Ayı Namazı
Recep ayı içinde otuz rekat namaz kılınır. Bu otuz rekatın on rekatı Recep ayının ilk on günü içinde kılınır. İkinci on rekatı da ikinci on günü içinde kılınır. Üçüncü on rekatı da üçüncü on günü içinde kılınır. Her rekatta fatiha okunduktan sonra üç kere ihlas suresi okunur, ihlası okuduktan sonra da üç kere de Kâfirun suresi okunur. Bütün rekatlar bu şekilde okunarak tamamlanır. Bu namazın kılınma zamanı nafile namazların kılınacağı vakitlerdir. Belli bir vakti yoktur. (12)
(1). Mehmet Paksu, Mübarek Aylar, Günler ve Geceler, Nesil Yayınları
(2). Camiü”s-Sağîr, 2:90; Râmuzu”l-Ehâdis, 532.
(3). Şualar, s. 416.
(4). Abdülkadir Geylânî, Üç Aylar ve Faziletleri. Haz: Mustafa Güner.
(5). Ebû Dâvud, Savm: 54.
(6). İhya, 1:237; Zâdü”I-Meâd, 2:64.
(7). Mecmûatü”l-Ahzâb, 1:599.
(8). Muhammed Yusuf, Üç Aylar İbadet Rehberi, Ekmel Yayımcılık
(9). Buhari, Savm; Müslim, Sıyam 179,1157;Ebu Davud, Savm 55, 2430
(10). Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani
(11). Riyazü’s-Salihin
(12). Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani
mavi