siir

siir kategorisindeki tüm yazılar

Huzur-un-da Serdar Tuncer

Eylül 26, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Kapının önündeyim. İçimde kelebekler. Aylardan sonra.
Korkuyor muyum, belki. Seviyor muyum, sana belki yok, bilirsin. 

 Boynumu uzatıyorum kapı aralığından. Sen geldin diyen aşık geliyor aklıma.
Şükür ki kapın aralık. Yoksa ben hiç sana seni getiremezdim. 

 Bekliyorum, gözlerim ayaklarımın ucunda.
Bir bakışın yetecek, sonrası dizlerinin dibi. Bekliyorum.
Bir bakışın nelere yetmez ki.
Gel diyor gözlerin. Bir de kal dese gözlerin, ol dese…
Sustum. İşine  karışmam. Fark etmez beklesem sonsuza dek.
Dizlerinin dibindeyim işte.
İçim bir kelebek.

     Bir tebessüm etse cihan gülüyor. Yürüse yıldızlar peşi sıra, dursa hayat duruyor.
Hele bir de konuştu mu…
O söyleyince söz başka bir şey oluyor.
Su dese su akıyor, ateş dese ortalık yangın yeri, gül dese gül kokuyor kainat.
Kelimeler canlanıyor yar dilinde, yar elinde dirilmeyene söz neylesin?
Dil susar, o kolay. Gönlüm susuverse bir de.
Babam haklı, ben işime bakayım.
Yap dediğini yap, yapma dediğini yapma.
Susturmak onun işi, dilsiz dudaksız konuşmak onun.
Bir şeyler söyleyecek, işte, dur dinle.
Sevgiye dil olmadınsa, kulak kesil sevgiliye.

     Zalim olmayın diyor. Yaptığım zulümler dikiliyor karşıma bir bir.
Terslediğim dilenci, kızdığım çocuk, kopardığım çiçek.
Zalimim ben.
Terliyorum. 
Zulüm ne ki sahi?
Hakikati örtmek zulümdür, diyor. Gönlüm deprem yeri.
Başkasından hakikati gizlemek zulüm. Peki ya kendimden gizlediğim?
Allah en güzel şekilde yarattı, kalp O’nun mekanı. Ruhundan içti ruhum.
Aşağılara düştüm sonra. Kurak bir çöl oldum.
Gönlüm ağyara mekan, varlığım yare perde şimdi.
Benim benden gizlediğimi kim kimden gizleyebilir?
Alev alıyor içimde kelebekler. Aşka uçarsan kanatların yanar.
Oda kararıyor birden, kapılar kapanıyor sanki. Aşka uçmazsan kanat neye yarar.
Gece balık ve deniz oluyor her yer. Yunus peygamberin duası açıyor üç perdesini karanlığımın. ‘Senden başka ilah yok, sen en yücesin, ben nefsine zulmedenlerden oldum’. Tövbe ediyorum zalimliğimden,
söz veriyorum zulmetmemeye ve biliyorum;
tövbem tövbeye muhtaç,
sözünde durmak erkek işidir.
     
     Elleri ne kadar güzel. Nasıl bir ahengi var ellerinin sözleriyle.
Kimyası mı bir sevgili, pamuk mu her ikisi de.
Sözler şekil bulurken dudaklarında eller dile döküyor şeklin anlatamayacaklarını.
Mazlum olun diyor, Adem peygamber de mazlumdu efendimiz de.
Anlamaya çalışıyorum. İlk insan da ilk yaratılan son sultan da mazlumsa mazlumluktan nasibini almayan kişi ne güzel olabilir ne de insan.
Öyleyse mazlum olmalı.
Zalimlikten vazgeçerek başlamalı mazlum olmaya.
İnsan zalim değilse mazlumdur.
Efendimizin sevgisi gönlüne düşen kişi bu mazlumluktan pay almadan ölmez ki.
Gariplerden ol ki müjdelesin seni de yar.
 Mazlum ol canım mazlum ol.
Ölmeden ölebilene ölmek yok, sonsuzluk var.

      Dizlerinin dibindeyim. Gözlerim yere mıhlı.
Her yer dizlerinin dibi olsa keşke.
Olur mu bir gün? Bilmem.
Olmazsa  zulüm olmaz mı?
Sus kalbim sus. Sev  kalbim sev.
Allah c.c. diyor, mazlumları çok sevmiş sanki. Yutkunuyorum. Mazlumların ne güzel kaderi var. Cehennemi burada yaşıyorlar sonrası saadet, sonrası yar. 
Zalimler hesabına ağlamak geçiyor içimden.
Onlar hakikatte kendilerine zulmediyorlar.
Bir bilseler…Allah onları sevmeyecek.
Dünyaları cennet olsa ne çıkar.

     Kalbim bir Arasat. Dudaklarım bir pamuk. Gitme vakti.
Bir gün sana bensiz gelsem. Giden kim olurdu kalan kim?
Hayal kurmak güzeldir derdi babam. 
Aralanmış kapılar ardına kadar. Oda bomboş ne gelen var ne giden.
Yükledi sırtıma derdi babam.
Ben bana zulmediyorum. Bir yarım diğer yarımın zalimi.
İki kişi olmadan olmaz diyenin hatırına içimdeki mazlumu çok sev.
 “Levra” utanırım senin sevdiğine zulmetmekten.

Beni benden kurtar. Bana bir şey ver.
Gönlünden çıkardığın incileri aklımda tutuyorum.
Aklımda tuttuğum incilerini gönlüme sakla.
Bana bir şey ver.
Korkarım bir gün beni avutmaz bu şekerler
.

Geçilmez-Necip Fazıl Kısakürek

Eylül 6, 2008 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
GEÇİLMEZ
Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
 Eşten dosttan sevgiliden ayrılmadan geçilmez.

 

                              İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;
                              Bu odadan gelsin diye çağrılmedan geçilmez.

 

 

Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
     Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.
                Varlık niçin, Yokluk nasıl, yaşamak ne topyekûn?
Aklı yele verip çıldırmadan geçilmez.
  Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
      Usta kaptan kılavuze varılmadan geçilmez.
          Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhavâ;
               Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.

 Geçitlerin , kilitlerin yalnız O ‘nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez !

ÜSTAD/N.F.K

 

YAR….

Eylül 4, 2008 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Bakarsın…
Suskun ela gözlerinden okunur kainat
Nazarının değdiği ötelere yol bulur…
Yürürsün…
Nâzenin adımların “düş peşime” der sanki
Aşıklar yüreklerini toprak diye önüne serer…
Tebessüm edersin…
Kıyamet kopsa duyulmaz o an
Ne dertlide dert kalır ne gamlıda gam..
Konuşursun…
Bir kelimen kitap dolusu söze bedel…
Seni anlatmaya ne bilgi, ne akıl yeter…
Şaşarım..!
Şirin mi Ferhad’a aşık dedirtmiş…
Yâr! Aşk ancak Seni görende imiş….
Sen ki…
Sultanısın hakikate götüren yolun…
Hüseyni renklerle bezenmiş ruhun….
Geldim…
Boyun büküp vurdum kapına…
Ne olur beni de al gülistanına…
Sahibimsin…
Sensin sığınağım, gözümün nuru…
Efganı dinmeyen gönlün sürûru…
Nice sevdalardan geçtim..
Savruldum rüzgarında aşk denen meyin…
Meğer Mecnun olunacak Leyla senmişsin…
İbrahim’in ateşi ateş midir ki?
Benim sinem şimdi yangın yeridir
Değse bir parça kor, iki cihanı eritir…
Düşmüşüm…
Tut elimden gönül şahım…
Baştan ayağa simsiyahım….
Medet eyle yâr…
Göz yaşlı gönül perişan…
Bedenimde artık kalmadı derman….

Corn_Poppy

Getirdin Kapina, Ben Istemeden

Temmuz 28, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

dsc00043.jpg

Not:Resim kendi cekimimizdir.

Getirdin kapına ben istemeden
Kadrini bilmedim belli halimden
Akıl başta değil tutta elimden
Sürüye sürüye götür EFENDİM.

 Bir ben varki bende beni bitiren
Bir hal koymaz canda canım götüren
Her daim MEVLA‘yla arama giren
HAK düşmanı nefsim öldür EFENDİM.

Açmış dost bağının gonca gülleri
Güle hasret bitmiş şen bülbülleri
Sevginden nasipsiz boş gönülleri

Rahmet-i deryandan doldur EFENDİM.

Elbet biter bir gün dünya telaşım
Bir beze sarmadan yunmadan başım
EDU lar olmadan benim yoldaşım
Yönümü MEVLA‘ya döndür EFENDİM.
Fatih der huzura nasıl geleyim
Hangi yüzle affım talep edeyim
Yokki başka kapı orya gideyim
Mücrim-i mahşerde GÜLdür EEFENDİM.

Huzuru mahşerde titrek dizlerle
Nedamet içinde yaşlı gözlerle
Dostlar arasında bu can sizlerle
Beraber olmayı ister EFENDİM.

Ölmeyince ölüm anı bilinmez
Tövbe etmeyince günah silinmez
Aşık olmayınca MAŞUK görünmez
Geda‘na CEMAL-i göster EFENDİM….

Alıntı

Yagmur…

Haziran 8, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
    Vareden’in adıyla insanlığa inen Nur
    Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
    Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur
    Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
    Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
    En müstesna doğuşa hamiledir kainatYıllardır bozbulanık suları yudumladım
    Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
    Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

    Hasretin alev alev içime bir an düştü
    Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
    Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
    Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

    İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi’nin
    Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
    Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
    Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
    Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak
    Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

    Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
    Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
    Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

    Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
    Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
    Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
    Her sayfada talihsiz binlerce kurban düştü

    Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden
    Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
    Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
    Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
    Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
    Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

    Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
    Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mazide
    Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

    Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü
    Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
    Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
    En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

    Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
    Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
    Mutluluk nağmeleri işitirler Hira’dan
    Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
    Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
    Paramparça, ateşler şahinin hayalleri

    Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
    O mücella çehreni izleseydim ebedi
    Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

    Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
    Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
    Katil sinekler deldi hicabın perdesini
    İstiklal boşluğuna arılar nadan düştü

    Dolaşan ben olsaydım Save’nin damarında
    Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
    Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
    Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
    Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
    On asırlık ocağın savururdum külünü

    Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
    Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
    Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

    Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
    Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
    Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
    Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

    Badiye yaylasında koklasaydım izini
    Kefenimi biçseydi Ebva’da esen rüzgar
    Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
    Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar
    Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
    Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

    Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
    Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
    Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

    Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
    Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
    Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
    Hakların temeline sanki bir volkan düştü

    Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
    Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
    Erdemin, bereketin doldurur haneleri
    Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
    Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
    Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

    Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
    Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
    Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

    Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
    İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
    Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
    Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

    Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
    Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
    Yıldırımlar parçalar çirkefin gölgesini
    Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
    Yağmur, birgün kurtulup çağın kundaklarından
    Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

    Madeni arzuların ardında seyre daldım
    Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
    Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

    Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
    Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
    Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali

    Hazindir ki, dertleri aşmaya umman düştü
    Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
    Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
    Sensiz doğrular eğri, beyaz bile karadır
    Sesini duymayanlar girdabında boğulur
    Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
    Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

    Saatlerin ardında hep kendimi aradım
    Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
    Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

    Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
    Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
    Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
    Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

    Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
    Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
    Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
    Sümeyra’yı arıyor her damlada bir saray
    Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
    Mekanın firçasında solmayan resim senin

    Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
    Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
    Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

    Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
    Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
    İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
    Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

    Islaklığı sanadır ahımın, efganımın
    İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
    Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
    Nazarın ok misali karanlıkları deler
    Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
    Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

    Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
    Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
    Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

    Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
    Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
    Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
    Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

    Nefesinle yeniden çizilecek desenler
    Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
    Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
    Anneler çocuklara hep seni içirecek
    Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
    Sana mü’mindir sema; sana muhtaçtır zemin

    Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
    Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
    Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

    Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü
    Zedelendi sağduyu; körleşen iz’an düştü
    Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
    İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

    Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
    Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
    Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
    Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
    Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
    Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
    Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
    Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
    Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
    Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
    Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
    Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
    Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
    Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

    Nurullah Genç

Ihlamurlar cicek actigi zaman

Nisan 28, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

03268sw9.jpg

[http://www.siirdemeti.net/seslisiir/online/dinle.asp?id=1028]

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir ümit türküsü
Kar yağmış dağlara , bozulmamış örtüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

 

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerlerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum ,geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

 

Beklesen de olur , beklemesen de
Ben bir gökkuruşum sırmalı kesende
Gecesi çok süren karlar buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırırsa seni bana
Geleceğim diyorum,takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

 

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarımı aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtmem, ne olur takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

 

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri saracağım ben
Yeter ki bir çağır çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalarda geleceğim sana
On iki ayın birisinde,kesin takvim sorma bana
ıhlamurlar çiçek açtığı zaman

 

Bak işte notalar karıştı ,ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmur arsız
Ey benim yeni alfabemdeki kadim elif
Ne güzellik ,ne tad var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum biraz mühlet tanı bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

 

Ihlamur çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sadığım ,sadığım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Bahattin Karakoç

 

HIZMET-SELVI

Nisan 26, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
CENNET KAPISI HİZMET

SELVÎ

 
    Hakk’ın kullarına en büyük lütfu
Cennet diyarına davettir hizmet.
Kim gönlünü açıp duyarsa bunu
Anlar ki bu câna minnettir hizmet.
İçi rahmet dolu, sonu mağfiret
Böyle müjdeliyor Kur’an’da âyet
İnanıp yoluna girersek şayet
Canlar verilecek nimettir hizmet.
Ebu Bekir gibi malını versen
Can feda etmeye sıraya girsen
Bin hayrına yüz bin daha eklesen
Dost için yetersiz görmektir hizmet.
Sevdiğin dostundan hiç yüz bulmasan
Ka’b bin Malik gibi yalınız kalsan
Başta komutanken nefer yapılsan
Emrin baş üstüne demektir hizmet.
Bir ağlayan görsen güldür yüzünü
Esirgeme sakın tatlı sözünü
Eksik etme yüzden bir tebessümü
Sevgiyle bir gönle girmektir hizmet.
İncitme kimseyi, hem sen incinme
Sev herkesi fakat sevgi bekleme
Hayır yaptım, kimse bilmedi deme
Karşılıksız sayıp sevmektir hizmet.
Mürid himmet ister, mürşid hizmet der
Bütün güzellikler ondaymış meğer
İhlasla içine girilse eğer
Başından sonuna rahmettir hizmet.
Nefsine yan çıkma, ele yan bakma
Her duyduğun söze kulak kabartma
Gördüğün kusuru âleme yayma
Dostların derdini çekmektir hizmet.
Merhamet edene Hak rahmet eder
Kusuru affedenin suçunu örter
Cömert insanları cennetler bekler
İlâhi rızaya ermektir hizmet.
En hayırlı insan hayra koşandır
Elini gönlünü halka açandır
Kötülükten nefret edip kaçandır
Kendini terbiye etmektir hizmet.
Bir gönül yaparken diğerin yıkma
Farzı ihmal edip sünnete koşma
Bir iş üstlenirken gücünü aşma
Her halde haddini bilmektir hizmet.
Mevlâ’nın daveti geldi dostlara
Dostların tek hedefi ulaşmak O’na
Ne amel edilse bu kutlu yolda
Az bularak “affet!” demektir hizmet.
Bu yol benlik değil, hiçlik yoludur
Kula düşen Rabb’e güzel kulluktur
Hayırda gösteriş yalan dostluktur
Nefsin arzusundan geçmektir hizmet.
Ey kardeşim dinle dostun sözünü
Samimi ol Hakk’a bağla özünü
Ah bir verebilsek yâre bu gönlü
Ârifin gönlüne girmektir hizmet.

SEMERKAND

BEYTULLAH´TA BEN

Nisan 21, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

068_kabe11.jpg


Bir sancak altında kaç milyon insan,
Ne tenleri benzer, ne dilde lisan…
Olmuşlar… Tek yürek, tek beden de can;
İnsanlığı gördüm…
Beytullah’ta ben…

Yedi bağın gülü, aynı destede,
Yetmiş iki millet, aynı listede,
Kaç milyon ”Âmin” der, aynı bestede;
Tevhîd’le haşroldum…
Beytullah’ta ben…

Sînelerde alev, ne kül ne duman,
Dillerde bir soru: ”Vuslat ne zaman?”
Cehennem söndürür, böylesi îman…
Aşk ne imiş gördüm…
Beytullah’ta ben…

Okyanuslar aşmış, gelmiş nicesi,
Aç, susuz, uykusuz, gündüz gecesi…
Her nefes, dilinde Kur’ân hecesi;
Sevdâlılar gördüm…
Beytullah’ta ben…

Rabb’in o davetli misafirleri;
Doldurmuş, Mekke’de her karış yeri.
Dillerinde dinmez, ”LEBBEYK” sesleri,
Arş’a yollar gördüm…
Beytullah’ta ben…

Bir damla misâli, kapılmış sele;
Zengin, fakir, paşa, nefer elele…
Yan yana secd’eder, sultanla köle;
Mahşerle tanıştım…
Beytullah’ta ben…

Kimi görmez gözü, elinde âsâ;
Lâkin, kalp gözünü açmış devâsa…
Yüzünde tebessüm, ne gam, ne tasa,
Döner durur gördüm…
Beytullah’ta ben…

Kimi, ayağında yarım çarığı;
Kaç yerinden kanar, topuk yarığı…
Meğerse; kefenmiş başta sarığı,
Ne âşıklar gördüm…
Beytullah’ta ben…

Baktım… Sofrasında, nice melekler;
Bir tas zemzem suyu, kuru ekmekler,
Gözleri Kâbe’de iftarı bekler,
Tokluğuma yandım…
Beytullah’ta ben…

Bir zerre gözü yok, dünya aşında,
Âhir rızkın arar, harman başında,
Rabb’in nazarını, Kâbe taşında;
Gören gözler gördüm…
Beytullah’ta ben…

Kimi bahardadır, görmemiş yazı,
Kiminin geçiyor, Mevlâ’ya nazı;
Kılınır Kâbe’de vedâ namazı,
İmrendim.. El açtım,
Beytullah’ta ben…

Kiminde kalmamış, derman bacakta;
İki büklüm yürür, gitmez kucakta…
Erimiş.. Kaybolmuş.. Cenâb-ı Hakk’ta
Pervaneler gördüm..
Beytullah’ta ben…

O kambur sırtında, eski torbası,
Torbasında sanki, Cennet urbası..
Hele bir, kıyamda var ki durması;
Göz göz oldum, doldum…
Beytullah’ta ben…

Bin rütbeyi, bir secdede atlayan,
Bir secdeyi, yüz binlere katlayan,
Bu kârını meleklerle kutlayan,
Ne tâcirler gördüm…
Beytullah’ta ben…

Hacerü’l-Esved’de adın yazdıran,
Îman pençesinde, nefsi ezdiren,
Yücelen ruhuna, Arş’ı gezdiren,
Ne veliler gördüm…
Beytullah’ta ben…

Unutmuş… Dünyanın vefâ derdini,
Yıkmış… Kalbindeki, riyâ bendini,
Öyle teslim etmiş, Hakk’a kendini;
Canda Cânân gördüm…
Beytullah’ta ben…

Bir sevdâ seli var, Safâ Merve’de;
Damlalar köpürmüş, vecde girmede.
Nice peygamberler, nice zirvede;
Durup bakar gördüm…
Beytullah’ta ben…

İbrahim Makâmı, sultan sofrası;
Sunulur herkese, bir kevser tası…
Bir cennet şöleni, perde arkası,
Ne sahneler gördüm…
Beytullah’ta ben…

Melekler almışlar, şölenden payı;
Sarmışlar, Kâbe’de bütün semayı.
Kalem anlatamaz, bu içtimayı,
Âciz bir kul oldum…
Beytullah’ta ben…

Kaç yerinden açılmış, gökte kapılar;
Ardında saraylar, zümrüt yapılar,
Vâdeleri sonsuz, nice tapular;
Elden ele gördüm…
Beytullah’ta ben…

Durdum da, tavâfı seyrettim hayran;
Gördüm: Bir kâinat misâli devran…
Hangisi melektir, hangisi insan?
Şaşırdım çok zaman…
Beytullah’ta ben…

Bir sağnak misâli selâm yağmuru,
Gönüller yıkanmış, kalpler dupduru.
İhlâs ateşinde, nice hamuru;
Pişiyorken gördüm…
Beytullah’ta ben…

Yaş desem… Yaş değil, gözlerden akan,
Bir sel ki, günahlar bendini yıkan…
Kâbe göklerinden, semaya çıkan;
Merdivenler gördüm…
Beytullah’ta ben…

Dağlar, taşlar, vecde gelmiş kavrulur,
Kum tanesi, ”Allah” diye savrulur…
Göz nereye baksa, Rahman’ı bulur,
Ne zikirler duydum…
Beytullah’ta ben…

Ter döktüm.. Susadım, nefsimden yana,
Başkası bir lezzet vermedi bana;
Dediler: ”Bu zemzem, şifadır cana”
İçtim kana kana…
Beytullah’ta ben…

Mescid-i Haram’da dokuz minâre;
Diyor ki: ”Bendedir, gaflete çâre”
Bir günde beş kere, yürek bin pâre;
Ezanlar dinledim…
Beytullah’ta ben…

Bir mânâ sarayı, Mescid-i Haram;
O ne ince nakış, o ne ihtişam…
Her kalbe, Muhammed Aleyhisselâm;
Bin taht kurmuş gördüm…
Beytullah’ta ben…

Vah ki bana! Bunca yıldır gülmezdim,
Gözlerimden böyle yaşlar silmezdim.
Vah ki bana! Huşû nedir bilmezdim;
Tattım o lezzeti…
Beytullah’ta ben…

Yıllar geçti, aramakla özümü;
Dünya malı kör etmişti gözümü,
Unutmuştum, ”Kâlû Belâ” sözümü;
Gör ki hatırladım…
Beytullah’ta ben…

Çekildi kapımdan, şeytân-ı kebir,
Çekildi kanımdan, zorbalık cebir,
Ne bir hased kaldı, ne gurur kibir;
Yerle yeksan oldum…
Beytullah’ta ben…

Bir zaman derdim ki: ”Yâ Rabbî neden,
Bir daha istiyor, bir kere giden?”
Meğer bilemezmiş, insan gitmeden;
Aldım cevabımı…
Beytullah’ta ben…

Gördüm ki; bu dünya bir oyalanma,
Halime bakıp da, mutluyum sanma.
Bedenim Kâbe’den uzakta amma;
Gönlümü bıraktım…
Beytullah’ta ben…

 

CENGİZ NUMANOĞLU