Uncategorized

Uncategorized kategorisindeki tüm yazılar

Haziran 16, 2017 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Epeydir burayı ihmal etmişiz. Beş yıldır girmemişiz. Blogroll deki dostlara baktım onlar da benim gibi bloglarını unutmuş görünüyorlar. Bilvanis.net kapandıktan sonra o muhabbeti bir daha yakalayamadık. Yine kursak mı sofrayı Canlar?

irtibata gecmek isteyenler dikkat

Kasım 29, 2012 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Gerek naksibendilikle ilgili gerekse bel tedavisi ile ilgili bizimle irtibata gecmek isteyenler biliniz ki biz yurtdisinda almanyada yasiyoruz. Turkiyeden sorusu olanlar bize sabit hat telefonlarini biraksinlar oradan ulasmaya calisiriz. Almanya ve yurt disinda yasayanlarsa yine sabit telefon numaralarini yazsinlar insaallah. Bir de bu yola ulasmak isteyenler yakinlarindaki Semerkand iletisim metkezlerine basvursunlar. Turkiyedekilete buradan yardimci olamiyoruz.
Allah cc. Emanet olunuz..

Rabitanin sünnettteki yeri

Temmuz 30, 2010 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

           

    Allah’a sonsuz hamd ve O’nun Habib-i Edibi Muhammed ’ül Mustafa s.a.v efendimize de salat ve selamdan sonra sözlerime başlıyorum.

               Bildiğiniz gibi, bir süre önce, forumumuzda bana “Meczuba Rabıta Sorusu” başlığıyla bir soru sorulmuştu. Bende malum “Rabıta” konusuyla alakalı bu yazıyı,  belirli bir zaman bekledikten sonra kaleme almayı uygun gördüm. Sebebine gelince de, ilk soru sorulan kısma başka görüş eklemek isteyen arkadaşlar olabilirdi. Diğer bir husus ise soruyu sorarak konuyu başlatan arkadaş, nefsine ve şeytanın vesvesesine uyarak “haksız” muhalefette bulunmayıp, insaf dâhilin de, selim bir akıl ve kalp ile bu yazılanları okuyabilsin diye idi.

             Soruyu soran arkadaşımız;
      a-   “Rabıta” uygulamasının Hz peygamber ve sahabesinden uygulamalı bir örneğini soruyor,
      b-   Bunun bir ibadet olduğu görüşünü savunuyor,
      c-   Tasavvuf ilminde bir otorite olan “Müceddidin” “Rabıtayı” ele alıp gerekirse kaldırmasından bahsediyor,
      d-   Rabıtayı terk edenlerin tarikatlarından aforoz edildiğini söylüyordu.

                Bizim yazımızın merkezini de bu konular oluşturacaktır. Rabıta hakkında ki delillere ve görüşlere fazla değinmeyeceğim, çünkü forumumuzda “Rabıta Risalesi ve Rabıtayla Alâkalı Sorular” başlığı altında, yeteri kadar bilgi mevcuttur. Burada onları tekrar etmemiz gerekmiyor. Rabıtanın tarifi üzerinde de fazla ve detaylı bir şekilde durmayacağım. Elimden geldiği kadar da bu yazının kısa, öz ve herkes tarafından anlaşılabilir olmasına azami gayreti göstereceğim.

                Kısaca Rabıtaya değinecek olursak, “Rabıta” hepimizin bildiği gibi kelime anlamı olarak, “ilgi – alaka – bağlanmak – iki şeyin birbirine bağlanması” gibi anlamlara gelmektedir. Fetevayı Ömeriyye Sahibi, Ömer Ziyaüddin Dağıstani “Mürşit Rabıtasını” şöyle tarif etmektedir:

         “Rabıta Allah’a O’nun yüce rasulüne ve cenab-ı hakkın veli kullarına duyulan bir sevgiden ibarettir. Rabıta ile sevgi arasındaki alaka “zikri lazım ile irade-i melzum” (birinin bulunması halinde diğerinin de zaruri olarak bulunması) kabilindendir. Nasıl sevgi; sevgilinin hayalini, güzelliğini, şahsını, sıfatlarını, hal ve hareketlerini, yüz hatlarını düşünerek kalbi sevgiliye bağlamaktan ibaret ise rabıtada öyledir. O da: Sevginin fazlalığından kaynaklanan kalbi bir alakadan ibarettir. Bu, şahsına, hal ve durumuna göre mü’minin kalbinde az veya çok bulunur. Zira her mü’minin kalbinde az yada çok Hz. Peygamber S.A.V ve dört büyük halifesine yönelik bir alaka vardır.

            Nakşibendiyye Tarikatı ıstılahında rabıta, dini bakımdan doğru kabul edilen bir yorum ile üç şekilde mütalaa edilmektedir.

            1-Rabıtatül Huzur: Bu tür rabıta, müridin kalbini tam bir sevgi ile Allah’a bağlaması, “her ne kadar sen onu görmüyorsan da, O seni görmektedir.(ihsan)” ve “her nerede olursanız olun, O, daima sizinle beraberdir.” Emirlerinde ifade edilen şekliyle, Allah’ın her an kendisiyle beraber olduğu, her yerde hazır ve nazır bulunduğu, her şeyi en iyi gören, işiten ve bilenin Allah inancıyla hareket etmesidir. Böylece müridin “Amellerin en faziletlisi, nerede olursan ol, Allah’ın seninle olduğunu bilmendir.” Hadisinde ifade edilen bir çizgiye gelmesidir. Üç şekilde ele alınan rabıtaların en kıymetlisi budur. Hatta diğer rabıta türleri müridi bu noktaya getirmek içindir.

            2-Rabıtatül Mevt: “Ölmeden evvel ölünüz.”, “Ahirette hesaba çekilmezden önce, bu dünyada kendinizi hesaba çekiniz”, “Dünyada sanki bir yolcuymuş veya bir garipmiş gibi yaşa.”, “Dünyada kendini ölülerden say.” Hadislerinde ifade edilen manalara uygun olarak, müridin kalbini, ölüme, kabire, kıyamet ve ahirete bağlaması, bunların şiddeti ve korkunçluğunu düşünmesi, böylece nefsinin kötülüğe yönelik eğilimlerini engellemeye çalışmasıdır.

            3-Rabıtatül Mürşid: Ellerinde bir delil bulunmadığı halde, ehlullah’ın kemal ve feyzinden nasibsiz bazı alimlerin, çoğu taklidçi ve bilgisiz bazı kimselerin karşı çıktığı rabıta türü budur. Buda müridin kalbini, Allah’ın peygamberlerinden birine, veya O’nun veli kullarından bir veliye, veya hepsine birden, yada silsilesi Hz. Peygamber S.A.V. ulaşan kamil bir mürşide veya şeyhine, yada hakkında güzel duygular beslediği ve üstünlüğünü takdir ettiği birine bütün sevgi ve samimiyetiyle bağlanmasından ibarettir. Kullara emredilen ve onlardan istenen rabıta budur. Bunun gereği ise, müridin kalbini bağladığı kimselerden feyz alması, sıkıntıya düştüğü zamanlar onlardan yardım dilemesi, ve problemine onların söz, hareket ve halleriyle çözüm bulmaya çalışması, onların bedeni veya manevi suret ve siretlerini hayalinde canlı tutmasıdır.” (Merhum Ömer Ziyaüddin Dağıstani k.s hazretlerinin sözleri burada bitti)

               Şimdi, buradan da görebileceğimiz gibi, Rabıtaya itiraz eden bir kişiye şunu sorsak “Ben her gün, bir kenara oturuyorum ve 15 – 20 dakika ölümü düşünüyorum. Bu dinen sakıncalımıdır?” Şahsen ben şu ana kadar bunun kötü bir davranış olduğunu söyleyen veya bunun şirk olduğunu iddia eden, ya da bunun bidat olduğunu ifade eden birisine rastlamadım, duymadım, bilmiyorum. Yine Rabıtaya itiraz eden birisine aynı sözleri söyleseniz, ama bu defa ölümü değil de Allah’ın sıfatlarını düşünmenin hükmünü sorsanız, yine olumsuz bir şey duymazsınız. Ancak, bu defa sevdiğiniz bir kişiyi düşünmenin hükmünü sorsanız, itiraz ettiğini görürsünüz. Bunun nedenini sorsanız, Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten iddiasının delilini sorsanız, alacağınız net bir cevapta yoktur. Oysaki, insanlar Hz Ademden bu tarafa, sevdiklerini hayal etmektedir. Eğer bunun dinen sakınca içeren bir durumu olsa idi, bunun kitap ve sünnetten açıkça yasaklanmasına yönelik, hükümleri olurdu. Çünkü “şirk” günahların en büyüğüdür. Allah’ın (c.c) yada peygamberinin, toplumu şirke götürecek bir olay karşısında, tepkisiz kalmasını düşünmek, Allah’ı (c.c) ve peygamberini tanımamaktan başka bir şey değildir.

                 Biz diyoruz ki, Mürşit Rabıtası veya kişinin sevdiği birini hayal etmesini yasaklayan, Kur’an-ı Kerimden bir ayet, Resulullah’tan bir söz veya sahabesinden bir cümle varsa bulun getirin, Allah razı olsun der, hatamızı kabul eder, fiilimizden döneriz. Bu konuda ellerinde zanlarından, kişisel görüşlerinden ve kanaatlerinden başka hiçbir şeyleri yoktur. Zaten birçoğu “Rabıta” nın ne olduğu hakkında ciddi bir araştırma dahi yapmış değildir. Örneğin ismini vermeyeceğim bir profösör, bir yazısında diyor ki; “Rabıta Mevlana Halid-i Bağdadi tarafından ortaya atılmıştır”. Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s) yalnızca bir tarikat şeyhi değil, aynı zamanda fıkıhta da bir müçtehittir. İlmi seviyesinin yüksekliğine işaret etsin diye, talebelerinin arasında yer alan, dönemin iki büyük aliminin ismini sizlere vermek istiyorum, birisi “Alusi – kendisi müfessirdir” diğeri ise Hanefi fıkhında meşhur “Reddül Muhtar isimli kitabın yazarı – İbni Abidin’dir” Şimdi Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s) 1825 ler de vefat etmiştir. Oysa ki, “Rabıta ondan en az 600 yıl önce, Tasavvuf çevrelerinde uygulanmakta idi”. 1800 lü yıllara gelene kadar, hangi zahir âlimleri bu “Rabıtaya” itiraz etmiş bir bulun bakalım. Bir araştırın, bunun şirk olduğu, 1800 lü yıllara kadar kimsenin aklının ucundan geçmemiş mi?

                  Tasavvufta neden rabıta yapıldığını kısmen “seyru sulük, rabıta” yazılarımızda (forumun tasavvuf bölümünde mevcut” anlattığımız için, burada konunun detayına girmiyorum. İsteyen arkadaşlar o yazıları okuyabilirler. Soruları cevaplamaya başlamadan önce sizinle bazı ayetleri ve yazı uzamaz ise bazı hadisi şerifleri paylaşmak istiyorum.

                  Bizler “Rabıta” yaparak, hakkında hüsnü zanda olduğumuz, Allahın “Veli” bir kulunu hatırlamaya, anmaya ve yâd etmeye çalışırız. Rabbimiz ise Kur’an-ı Kerimde, bazı peygamberlerin ve peygamber olmayanların isimlerini belirterek “kitapta an” hatırla, yâd et demektedir. Bununla ilgili ayeti kerimeleri istifadenize sunuyorum:

وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْنَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ
Enbiya 78.   Davud ve Süleyman’ı da (an). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı:

وَأَيُّوبَ إِذْنَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Enbiya 83.   Eyyub’u da (an). Hani Rabbine: “Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.

وَزَكَرِيَّاإِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْداً وَأَنتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
Enbiya 89.   Zekeriyya’yı da (an). Hani o, Rabbine şöyle niyaz etmişti:

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَاوَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ
Enbiya 91.   Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de an.)

وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتْ النُّذُرُمِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْعَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Ahkaf 21.   Ad kavminin kardeşini (Hûd’u) an.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْمِنْ أَهْلِهَا مَكَاناً شَرْقِيّاً
Meryem 16.   (Resûlüm! ) Kitap’ta Meryem’i de an.

وَاذْكُرْفِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقاً نَّبِيّاً
Meryem 41.   Kitap’ta İbrahim’i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَى إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً وَكَانَ رَسُولاً نَّبِيّاً
Meryem 51.   (Resûlüm!) Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَصَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَّبِيّاً
Meryem 54.   (Resûlüm!) Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِدْرِيسَإِنَّهُ كَانَ صِدِّيقاً نَّبِيّاً
Meryem 56.   Kitapta İdris’i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi.

وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُبِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
Sad 41.   (Resûlüm!) Kulumuz Eyyub’u da an.

وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَأُوْلِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ
Sad 45.   (Ey Muhammed !), Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da an.

وَاذْكُرْإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِ وَكُلٌّ مِّنْ الْأَخْيَارِ
Sad 48.   İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.

                Aklımızda ve kalbimizde şüphe kalmasın diye, gayet açık olan bu ayetler hakkında, konunun uzmanları olan tefsir âlimlerinin sözlerine de değinmekte fayda vardır.

      İmam Kurtubi: Yani sana indirilen kitab olan bu Kur’ân-ı Kerîm’de İbrahim’in de kıssasını, haberini oku… “Kitapta Musa’yı da an.” Yani Kur’ân-ı Kerîm’den onlara Musa kıssasını da oku.

      Fahreddin Razi: Ayetteki iz edatı “Meryem” lafzından bedel-i istimaldir. Çünkü, zaman, Hz Meryem’in başına gelen şeyi de kapsamaktadır. Burada, Meryem’in zikredilmesinin maksadı, bu enteresan hadisenin ne zaman meydana geldiğini anlatmaktır…

      Elmalı: (Ey Muhammed !) Kur’ân’daki Meryem kıssasını da an (insanlara anlat)… Kur’ân’da İbrahim’i(n kıssasını da) an…

      Ömer Nasuhi Bilmen: Ey Yüce Resulüm!. (Kitapta) Kur’an’ı Kerim’de bu surei mübarekede (Meryem’i de hatırla) İsrail oğullarının eşrafından olan Umran’ın kızı Meryem’in kıssasını da an… Ey Yüce Resulüm!. (Kitapta) bu surede veya Kur’an-ı Kerim’de (İbrahim’i de zikret)… (Ve) Ey peygamberlerin iftiharı!. (Kitapta) Kur’an’ı Kerim’de veya bu mübarek sürede (Musa’yı da an) onun kıssası, yüksek mertebesini de zikreyle…. (Ve) Ey Son Peygamber! (Kitapta) Kur’an-ı Kerim’de ve özellikle bu mübarek sürede güzel vasıfları bildirilen (İsmail’i de an) yani: İbrahim Aleyhisselâm’ın oğlu ve senin büyük ceddin olan o muhterem Peygamberi de zikret.

      Sabuni: Ey Muhammedi Allah’ın sonsuz gücünü gösteren enteresan Meryem kıssasını hatırla… Ey Muhammedi Yüce kitapta Allah’ın dostu İbrahim’i an… Ey Muhammedi Kavmine Kur’an-ı Kerim’de Musa Kelimullah’m haberini anlat… Ey Muhammedi Kur’an-ı Kerim’de, İbrahim’in oğlu, deden kurbanlık İsmail’in haberini de an…

                Bu tefsirlerden de açıkça görülüyor ki, anmak kelimesi hepimizin bildiği anlamda kullanılmıştır. Tefsirlerden özellikle Meryem suresini seçtim, çünkü Hz Meryem peygamber değildir. Şimdi hiç tanımadığınız birisini anmanız, hatırlamanız düşünmeniz size söylense, bu sizin zihninizde nasıl canlanır, birde tanıdığınız bildiğiniz birisini düşünmeniz istense bu sizin zihninizde nasıl canlanır. İşte bu canlanma, bu düşünme, bu hayal etme, bizim mürşit rabıtası dediğimiz değildir de nedir? Eğer bu hayal etme kötü ve şirk kokan bir fiil olsaydı, Allah (c.c) hiç bu Salih kullarının anılmasını kitabında emreder miydi? Sizin aklettiğinizi, Allah (c.c) ve Hz peygamber akledemedimi?

               Yine Al-i İmran Suresi 193 ayetin sonunda “Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı iyilerle beraber al.” buyrulmaktadır. İnsanın ölüm anı gibi kritik bir anında bile, Salih kullarla birlikte can vermesini istemesini Allah bize öğretmiyor mu? Ölüm anında bile bunu istememiz gerekiyorsa, normal zamanda bir Salih kulla birlikte olduğumuzu düşünmek Kur’ana ve İslama nasıl aykırı olur?

               Yine Enfal Suresi 63 Ayette “Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin…” buyrulmaktadır. Burada Medineli Müslümanların kalbini Allah neyle birleştirdi? İslam la ve kendisinin temsilcisi Resulullah’la. Bizlerde rabıta ile Salih bir kimseyle kalbimizi birleştirmeyi hayal ederiz, şimdi bunun neresi Kur’ana aykırıdır?

               Şimdi rabıtanın yapılabileceğine dair bazı Kur’an ayetlerine değindikten sonra, soruları cevaplamaya başlayabiliriz. Ben sorulara en sondan cevap vermeye başlayacağım.

Soru: Rabıtayı terk edenler Aforoz edilir mi?

          Cevap: Hayır asla aforoz edilmez, zaten “aforoz” doğru bir ifade şekli değil, bunun yerine “Tard – Kovmak” demek daha doğru olur. Soruyu soran arkadaşımız, bunu şeyh efendinin değil, cemaatinin yapacağını da söylemiştir. Şahsen ben kendi adıma örnekleme yapayım, cemaat beni ne kadar kovarsa kovsun, hiç önemli değil, yeter ki benim hocam beni kovmasın, çünkü, hocam beni kovsa ama cemaat beni kovmasa bunun bana yararı nedir? Ben bir vesileyle benzeri bir soruyu ehline sormuştum, yani dervişlik görevlerini yapmayanların durumu nedir? Aldığım cevap, “verdiği sözde durmadığı için vebalde kalır” olmuştur. Bu yazıyı yazmama sebep olan soru ve cevap metinlerini okuyan bazı tanıdıklarım dan, “bu arkadaşın canı çok yanmış, çok haksızlığa uğradığı ve atıldığı besbelli” gibi sözler duydum, benim bildiğim kadarıyla böyle bir durum yok. Zaten birde bu nedenle bu yazıyı yazıyorum, umarım soruyu soran arkadaşımızda böyle bir şeye maruz kalmadığını, “Tard” edilmediğini ifade edecektir.

          Soru: Bir Müceddid bu konuya el atıp Rabıtayı düzenler yada kaldırırsa?

          Cevap: Bu konuda müceddid olan zevatın, şu ana kadar rabıta konusunda “icması” vardır ve en ufak bir tenkit ve tashihte bulunmamışlardır. İmam-ı Rabbaniyi örnek olarak vermiştik, başka kişilerin görüşlerini isteyen arkadaşlarımızda olursa onlarınkini de nakledebiliriz, metnin uzamaması amacıyla şu an buna gerek görmüyorum. Kaldırmaya gelince de, istemeyen şu anda da yapmayabilir. Birisinin gelip kaldırmasına hiç gerek yok. Ama bir şeyh efendi tutarda “ben artık ders programımızda rabıtaya yer vermiyorum” derse, bu kendisinin içtihadıdır, olabilir.

         Soru: Rabıta bir ibadettir, ibadet olduğu içinde Kur’an ve Sünnetten açık uygulaması bulunması gerekmez mi?

         Cevap: Rabıta asla bir ibadet değildir ki, Kitap ve Sünnetten bağlayıcı bir uygulaması olsun. Rabıtayı savunan hiç kimse şu ana kadar böyle bir söz söylememiş ve rabıtanın bir ibadet olduğunu iddia etmemiştir. Aksine Rabıta sufiyenin nazarında içtihadi bir konudur. Peki Rabıta neden bir ibadet değildir.

          1- Salik, artık kendi ayakları üzerinde durabilir hale geldiğinde, mürşit rabıtasının terki vacipdir. Bunda sufiler ittifak etmişlerdir. Oysaki Kitap ve Sünnette bulunan hiçbir ibadetin ölene kadar veya akli melekeler kaybedilene kadar terki mümkün değildir.

          2- Kitap ve Sünnette emredilen bir ibadetin terkinde, onun kazası gerekir. Oysaki yapılmayan rabıtanın kazası diye bir şeyden bahsedemezsiniz çünkü yoktur.

          3- Kitap ve Sünnete göre yalnızca Allaha ibadet edilir, burada haşa şeyhe tapınmayla alâkalı tek bir cümle var mı? Şeyhe tapınma yok ki, rabıtada ibadet olsun.

         İşte başlıca bu nedenlerden dolayı, gayet açık bir şekilde görülmektedir ki, “Rabıta” bir ibadet değildir.

          Soru: Rabıtanın neden peygamber ve sahabe tarafından bir uygulaması yoktur.

          Cevap: Bu soruyu birkaç noktadan ele almakta fayda var. Mesela şimdi, hadisçilerin, hadisleri tedvin etmekte uyguladıkları ve birbirinden farklılık gösteren metotlarının, peygamber ve sahabe arasında uygulamalı örneği varmı? Aynı soruyu, tefsir usulleri, kelam usulleri ve ekolleşen fıkıh usulleri içinde soruyoruz. Bu soruları sormak ne kadar doğruysa, rabıta ile ilgili öyle bir soru sormak o derece doğrudur. Nedenine gelince, nasıl ki muhaddisler hadisleri incelemek için bir takım metotlar geliştirmişse, tefsirciler ve kelamcılar kendilerine göre metotlar geliştirmişse, fıkıh mezhepleri kendilerine göre usuller geliştirmişse, Tasavvufunda kendisine has usullerinin olması gayet normaldir.

               Rabıtanın ben şahsen Hz Âdem den bu yana olduğunu, yapıldığını düşünüyor ve iddia ediyorum. Çünkü Rabıta sevenin sevdiğini hayal etmesidir. Hz Âdem ile Hz Havva, yeryüzün de birbirlerinden ayrı yaşadıklarında, birbirlerini hiç düşünüp hayal etmediler mi? Rabıta bu nedenle son derece fıtridir. Bunda bir yanlışlık olsaydı, İslam buna mutlaka bir şekil verirdi. Meselâ, hac ibadetinin İslâm dan önce de müşriklerce yapıldığını biliyoruz, hatta çıplak ve ıslık çalarak Kâbe yi tavaf ederlermiş. İslâm buna yeni bir çehre vermiş ve meşru bir zemine çekmiştir.

                Sonra şekillere fazla takılmamak gerektiği kanaatindeyim. Sebebine gelince de, Kur’an bizlere geçmiş ümmetlerin peygamberlerinin de namaz kıldıklarını haber veriyor, oysaki şekilsel olarak onlarda bizimki gibi bir namaza rastlanmadığı aşikardır. Şimdi namazın şekli durumu şüpheli olur mu?

                Sözü daha fazla uzatmadan sizlere Kütübü Sitteden bazı hadisi şerifleri yazıyorum:

ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]صَلَّيْتُ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # لَيْلَةًفأطَالَ حَتَّى هَمَمْتُ بِأمْرِ سُوءٍ. قِىلَ: وَمَا هَمَمْتَ بِهِ؟ قالَ: هَمَمْتُ أنْ أجْلِسَ وَأدَعَه.

3. (2662)- İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir gece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte namaz kıldım. Öylesine namazı uzattı ki, içimden çirkin bir şey yapmak geçti.
“Ne yapmak istemiştin?” diye sordular. Dedi ki:
“Oturup O (aleyhissalâtu vesselâm)’nu terketmeyi düşündüm.”

                Şimdi bu hadisi şerifte İbni Mesud efendimiz ne yapmış, bir gece Allahın Resulüyle ibadet etmiş. İbadetlerin uzun olmasından o kadar sıkılmış ki “ÇİRKİN” bir iş yapmayı oturup düşünmüş. Nedir o çirkin iş? Oturup, onu bırakıp gitmeyi düşünmek, şu duruma bakınız, Resulullahı düşünüyor, ne için? Bırakıp gitmek için.
                Resulullahı bırakıp gitmek için, oturup onu düşünmek “çirkin bir iş” olursa, Resulullaha kavuşmayı düşünmek, onu sevdiği için onu oturup düşünmek “güzel bir iş” olmaz mı?

                Sonra kişi kalbinde sevgi beslediği birisini nasıl olurda düşünmez? Veya nerede düşünmez? Bakalım efendimiz buna ne cevap vermiş

ـ5088 ـ9ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]ذَكَرْتُ النَّارَ فَبَكَيْتُ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَا يَبْكِيكِ؟ قُلْتُ: ذَكَرْتُ النَّارَ فَبَكَيْتُ. فَهَلْ تَذْكُرونَ أهْلِيكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ؟ قَالَ: أمَّا في ثَثَةِ مَوَاطِنَ فََ يَذْكُرُ أحَدٌ أحَداً: عِنْدَ الْمِيزَانِ، حَتّى يَعْلَمَ أيَخِفُّ مِيزَانُهُ أمْ يَثْقُلَوَعِنْدَ تَطَايُرِ الصُّحُفِ، حَتّى يَعْلَمَ أيْنَ يَقَعُ كِتَابُهُ، في يَمِينِهِ أم في شِمَالِهِ أمْ وَرَاءَ ظَهْرِهِ. وَعِنْدَ الصّرَاطِ إذَا وُضِعَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْ جَهَنَّمَ، حَتّى يَجُوز.

9. (5088)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ateşi hatırlayıp ağladım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Niye ağlıyorsun?” diye sordu.
“Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?” dedim.
“Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:  Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar, sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defterini nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar.” [Ebu Davud, Sünen 28, (4755).]

   Şimdi bu hadisi şerifi okuyan ehli insaf kardeşlerime diyorum ki, burada 2 rabıta çeşidi vardır.
1-   Ölüm rabıtası
2-   Sevilen birisine rabıta.
Hz Âişe annemiz cehennemi hatırlayarak ölüm rabıtası yapmış olmuyor mu? Sonra efendimize sorduğu sorudan da gayet net anlaşılıyor ki, ifade ettiği 3 yer haricinde Hz peygamber ehlini hatırlamaktadır. Hz Peygamberin can yoldaşı annemiz Hz Hatice yi oturup düşünmediğini söyleyebilecek biri var mıdır? Bu hadisi şeriften de anlaşılıyor ki, kişinin sevdiği birini düşünmesi fıtri bir hadisedir.

   Sonra sahabe efendilerimiz, Hz peygambere öyle bağlanmışlardı ki onu en zor şartlarda bile unutmuyorlardı, tıpkı aşağıdaki hadisi şerifte olduğu gibi:

ـ4245 ـ3ـ وعن عبدالرحمن بن كعب: ]أنَّ النَّبِيَّ #: نَهى الَّذِينَ قَتَلُوا اِبن أبِي الْحُقَيْقِ عَنْ قَتْلِ النِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ. فقَالَ رَجُلٌمِنْهُمْ: لَقَدْ بَرَّحَتْ امْرَأتُهُ عَلَيْنَا بِالصِّيَاحِ فَأرْفَعُ السَّيْفَ عَلَيْهَا فَأذْكُرَ النَّهى فَأكُفُّ، وَلَوَْ ذلِكَ َ سَتَرَحْنَا منْهَ.

3. (4245)- Abdurrahman İbnu Ka’b (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) İbnu Ebi’l-Hukayk’ı öldürenleri, (bu işe giderken) kadın ve çocukları öldürmekten nehyetmişti. Onlardan bir adam dedi ki: “Karısı bağırmalarıyla bize sıkıntı olmuştu. Kılıncı sıyırıp tepesine kaldırdım. (Vuracağım sırada) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı (n tenbihini) hatırladım ve kendimi tuttum. Bu tenbih olmasaydı ondan da rahata erecektik.” [Muvatta, Cihad 8, (2, 447).]

   Bu olayda ki atmosferi bir düşünün, sahabe efendimiz o an Resulullahı nasıl hatırlıyor, onu hatırlayınca nasılda kendini kontrol ediyor. Kişinin de kendini kontrol etmek için, sevdiği birini hatırlaması nasıl güzel bir şey olmaz?

   Yine sahabe efendilerimizin, efendimizi ne kadar düşündüklerine şu hadislerde güzel bir örnektir:

ـ11ـ وعن ربيعة بن كعب ا‘سلمى قال: ]كُنْتُ أبِيتُ مَعَ النّبىِّ # فَآتِيهِ بِوَضُوئِهِ وَبِحَاجَتِهِ، فقَالَ لِى: سَلْنِى. قُلْتُ: فإنِّى أسْألُكَ مُرَافَقَتَكَ في الجَنَّةِ، فقَالَ: أوَ غَيْرَ ذلِكَ؟ قُلْتُ: هُوَ ذاكَ. قالَ: فَأعِنِّى عَلى نَفْسِكَ بِكَثْرَةِ السُّجُود.

11. (2328)- Rebî’a İbnu Ka’b el-Eslemî anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber gecelemiştim, kendisine abdest suyunu ve başkaca ihtiyaçlarını getirdim. Bana:
“Dile benden (ne dilersen)!” buyurdu. Ben:
“Senden cennette seninle beraberlik diliyorum!” dedim. Bana:
“Veya bundan başka bir şey?” dedi. Ben:
“Hayır, sadece bunu istiyorum!” dedim.
“Öyleyse kendin için çok secde ederek bana yardımcı ol!” buyurdu.”
Müslim, Salât: 226, (489); Ebû Dâvud, Salât: 312, (1320).

ـ4491 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ أبُو بَكْرٍ لِعُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما، بَعْدَ وَفَاةِ رَسُولِ اللّهِ #: انْطَلِقَ بِنَا الى أُمِّ أيْمَنَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها نَزُورُهَا كَمَا كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَزُورُهَا. فَلَمَّا أتَيَا إلَيْهَا بَكَتْ. فقَاَ لَهَا: مَا يُبْكِيكِ؟ أمَا تَعْلَمِينَ أنَّ مَا عِنْدَ اللّهِ خَيْرٌ لِرَسُولِ اللّهِ، قَالَتْ: بَلى إنِّى ‘عْلَمُ أنَّ مَا عِنْدَ اللّهِ خَيْرٌ لِرَسُولِ اللّهِ، وَلكِنْ أبْكِى أنَّ الْوَحْىَ قَدْ اِنْقَطَعَ مِنَ السَّمَاءِ، فَهَيَّجَتْهُمَا عَلى الْبُكَاءِ، فَجَعََ يَبْكِيَانِ مَعَهَ.

1. (4491)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Ömer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın vefatından sonra, Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh)’a:
“Gel beraber Ümmü Eymen (radıyallahu anhâ)’ya gidip ziyaret edelim, tıpkı Aleyhissalâtu vesselâm’ın onu ziyaret ettiği gibi” dedi ve gittiler. Ümmü Eymen onları görünce ağladı.
“Niye ağlıyorsun? Resûlullah’ın Allah nezdinde bulacağı (mükâfaatlar)ın daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun?” dediler. Ümmü Eymen:
“Evet bilmez olur muyum? Allah indinde olan, Resûlullah için elbette daha hayırlıdır. Velâkin beni ağlatan, semadan gelen vahyin kesilmiş olmasıdır” dedi. Bu sözleri onları da hüzünlendirdi. Ümmü Eymen’le birlikte onlar da ağladılar.” [Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 103, (2453)

                Bu hadisi şeriflere baktığımızda sahabenin hz peygamberi düşünmediğini nasıl söyleyebiliriz? İllaki oturma lı olsun diyorsak ki, buna da el insaf demek lazım, ilk hadisi şerif oturmalı, oda ona delildir. Son olarak aşağıdaki hadisi şerifleri okuduğumuzda, “Rabıta” kişinin sevdiği biriyle beraber olmasının da bir yolu değil midir?

ـ3347 ـ13ـ وعن أبي ذر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ، الرَّجُلُ يُحِبُّ الْقَوْمَ وََ يَسْتَطِيعُ أنْ يَعْمَلَ عَمَلَهُمْ؟ قالَ: أنْتَ يَا أبَا ذَرٍّ مَعَ مَنْ أحْبَبْتُ[.

13. (3347)- Hz. Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü! dedim. Kişi, bir kavmi sever, fakat onların amelini işleyemezse, (sonu ne olacak)?”
“Ey Ebû Zerr, buyurdu, sen  sevdiğinle berabersin!”

ـ3348 ـ14ـ وفي لفظ الترمذي: ]المَرْءُ مَعَ مَنْ أحَبّ .

14. (3348)- Tirmizî’nin bir rivayetinde: “Kişi sevdiğiyle beraberdir” denmiştir.

   Yazının bütününü sabırla okumanızı istirham ediyorum. Sizleri, bunları yazarak sıktığım içinde peşinen bir özür diliyorum. Hepiniz Allaha emanet olunuz.

 
Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye Işığında İslam Tasavvufu ve Nakşibendi Tarikatının Esasları” adlı kitaptan alıntıdır.

www.dervisler.net

Huzur-un-da Serdar Tuncer

Eylül 26, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Kapının önündeyim. İçimde kelebekler. Aylardan sonra.
Korkuyor muyum, belki. Seviyor muyum, sana belki yok, bilirsin. 

 Boynumu uzatıyorum kapı aralığından. Sen geldin diyen aşık geliyor aklıma.
Şükür ki kapın aralık. Yoksa ben hiç sana seni getiremezdim. 

 Bekliyorum, gözlerim ayaklarımın ucunda.
Bir bakışın yetecek, sonrası dizlerinin dibi. Bekliyorum.
Bir bakışın nelere yetmez ki.
Gel diyor gözlerin. Bir de kal dese gözlerin, ol dese…
Sustum. İşine  karışmam. Fark etmez beklesem sonsuza dek.
Dizlerinin dibindeyim işte.
İçim bir kelebek.

     Bir tebessüm etse cihan gülüyor. Yürüse yıldızlar peşi sıra, dursa hayat duruyor.
Hele bir de konuştu mu…
O söyleyince söz başka bir şey oluyor.
Su dese su akıyor, ateş dese ortalık yangın yeri, gül dese gül kokuyor kainat.
Kelimeler canlanıyor yar dilinde, yar elinde dirilmeyene söz neylesin?
Dil susar, o kolay. Gönlüm susuverse bir de.
Babam haklı, ben işime bakayım.
Yap dediğini yap, yapma dediğini yapma.
Susturmak onun işi, dilsiz dudaksız konuşmak onun.
Bir şeyler söyleyecek, işte, dur dinle.
Sevgiye dil olmadınsa, kulak kesil sevgiliye.

     Zalim olmayın diyor. Yaptığım zulümler dikiliyor karşıma bir bir.
Terslediğim dilenci, kızdığım çocuk, kopardığım çiçek.
Zalimim ben.
Terliyorum. 
Zulüm ne ki sahi?
Hakikati örtmek zulümdür, diyor. Gönlüm deprem yeri.
Başkasından hakikati gizlemek zulüm. Peki ya kendimden gizlediğim?
Allah en güzel şekilde yarattı, kalp O’nun mekanı. Ruhundan içti ruhum.
Aşağılara düştüm sonra. Kurak bir çöl oldum.
Gönlüm ağyara mekan, varlığım yare perde şimdi.
Benim benden gizlediğimi kim kimden gizleyebilir?
Alev alıyor içimde kelebekler. Aşka uçarsan kanatların yanar.
Oda kararıyor birden, kapılar kapanıyor sanki. Aşka uçmazsan kanat neye yarar.
Gece balık ve deniz oluyor her yer. Yunus peygamberin duası açıyor üç perdesini karanlığımın. ‘Senden başka ilah yok, sen en yücesin, ben nefsine zulmedenlerden oldum’. Tövbe ediyorum zalimliğimden,
söz veriyorum zulmetmemeye ve biliyorum;
tövbem tövbeye muhtaç,
sözünde durmak erkek işidir.
     
     Elleri ne kadar güzel. Nasıl bir ahengi var ellerinin sözleriyle.
Kimyası mı bir sevgili, pamuk mu her ikisi de.
Sözler şekil bulurken dudaklarında eller dile döküyor şeklin anlatamayacaklarını.
Mazlum olun diyor, Adem peygamber de mazlumdu efendimiz de.
Anlamaya çalışıyorum. İlk insan da ilk yaratılan son sultan da mazlumsa mazlumluktan nasibini almayan kişi ne güzel olabilir ne de insan.
Öyleyse mazlum olmalı.
Zalimlikten vazgeçerek başlamalı mazlum olmaya.
İnsan zalim değilse mazlumdur.
Efendimizin sevgisi gönlüne düşen kişi bu mazlumluktan pay almadan ölmez ki.
Gariplerden ol ki müjdelesin seni de yar.
 Mazlum ol canım mazlum ol.
Ölmeden ölebilene ölmek yok, sonsuzluk var.

      Dizlerinin dibindeyim. Gözlerim yere mıhlı.
Her yer dizlerinin dibi olsa keşke.
Olur mu bir gün? Bilmem.
Olmazsa  zulüm olmaz mı?
Sus kalbim sus. Sev  kalbim sev.
Allah c.c. diyor, mazlumları çok sevmiş sanki. Yutkunuyorum. Mazlumların ne güzel kaderi var. Cehennemi burada yaşıyorlar sonrası saadet, sonrası yar. 
Zalimler hesabına ağlamak geçiyor içimden.
Onlar hakikatte kendilerine zulmediyorlar.
Bir bilseler…Allah onları sevmeyecek.
Dünyaları cennet olsa ne çıkar.

     Kalbim bir Arasat. Dudaklarım bir pamuk. Gitme vakti.
Bir gün sana bensiz gelsem. Giden kim olurdu kalan kim?
Hayal kurmak güzeldir derdi babam. 
Aralanmış kapılar ardına kadar. Oda bomboş ne gelen var ne giden.
Yükledi sırtıma derdi babam.
Ben bana zulmediyorum. Bir yarım diğer yarımın zalimi.
İki kişi olmadan olmaz diyenin hatırına içimdeki mazlumu çok sev.
 “Levra” utanırım senin sevdiğine zulmetmekten.

Beni benden kurtar. Bana bir şey ver.
Gönlünden çıkardığın incileri aklımda tutuyorum.
Aklımda tuttuğum incilerini gönlüme sakla.
Bana bir şey ver.
Korkarım bir gün beni avutmaz bu şekerler
.

Kadir Gecesi duası…

Eylül 12, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
Müminlerin annesi Hz.Aişe radıyallahu anha şöyle diyor :Şöyle buyurdu:

“Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle.”
(Ahmed, İbn-i Mace ve Tirmizî)

Duanın okunuşu:

Allahumme inneke ‘afuvvun kerîmun tuhibbul ‘afve fa’fu annii.

Bu çok önemli, şu son günlerde bu duaya devam edelim inşaAllah kardeşler..
Buradaki Afuv isminin Gafur isminden ayrılan bir özelliği var:

Han duada diyor ya ” İnneke Afuvvun Tuhibbul afve”

Afuv isminin özelliği, tamamen siliyor herşeyi..

Yani en büyük günahları bile işlesen, çok günahkar da olsan eğer Kadir gecesine rastlarsan Afuv olan O, herşeyi siliyor ve ötede sana vereceği yeni hafızayla sana bile unutturuyor işlediğin günahı,

  
solda günahları yazan meleklere de unutturuyor,
bembeyaz bir sayfa sanki yeni doğdun!
  
İşte öyle oluyor..
Bu hatalardan kişi sorumlu değildir!
  
İşte Ğafur böyle; mağfire var ama sayfa mevcut.. 

Afuv isminin Tevvab ismiyle alakasına ve Afuv’vun, Kadir Gecesi ile alakasına bakarsak;
 
Afuv ismi, alır Tevvab’a götürür insanı..İşte Rabbimiz bunu istemiyor..Özel bir gece vermiş bize ve diyor ki :

 
Kadrini bilenlerden eylesin Rabbim cümlemizi..
  
muhabbetle
Ayşe Reşad

Nasıl?

Kişi günah işler, tevbe eder..Sonra yine işler yine tevbe eder…

Bu böyle devam eder, belki 10 kez aynı işlem tekrarlanır..

Sonra kişi artık utanır Rabbinden ve O’na gidemez olur, tevbeyi bırakır..

Aynı günahı işlemeye devam eder..

”Yüzüm kara, gönlüm kara” der, kendine güvenini kaybetmiştir..

Ve.. Kişiyle Rabbi arasında bir haciz, set, bir duvar oluşur bu merhalede..

Kişi “ nasıl olsa battım ben, Rabbimin karşısına da çıkmaya yüzüm yok” der ve günah işlemeye devam eder..

Duvar gittikçe kalınlaşır, kalınlaşır..

Kişi Rabbinden uzaklaştıkça uzaklaşır..

Ama Afuv; o dopdolu sayfa yırtılıp atılmış ya da tamamen silinmiş ve herkese unutturulmuş..Kişi tertemiz, annesinden doğduğu gibi..

SubhanAllah! Ne büyük bir lutuftur bu..

Devam edelim inşaAllah bu duaya, olur ki rastlarız Kadir Gecesine..

Ama diğer isimler farklı mesela Ğafur, bunda unutturma yok, sadece hesaba çekilmiyor kişi..

Şöyle bir örnekle izah edebiliriz;

Mesela kişinin hatalarını gösteren bir sayfa var; yaptığı bütün hatalar, günahlar yazılı orada, dopdolu, ama altına not düşülmüş;

“Ya Resullullah, Kadir Gecesi’ni bilirsem onda ne şekilde dua edeyim?”

“Bu gece Afuv gecesi..Kişi ne işlediyse; hatta zina, hatta kumar, hatta..hatta.. hatta hepsini siliyorum! Sanki hiç işlememiş tüm bunları , sanki yeni doğmuş annesinden tertemiz…”

İşte Afuv’vun, Kadir Gecesi ile alakası da bu..

O yüzden Efendimiz aleyhisselam, özellikle Kadir gecesi bu duanın okunmasını istiyor..

Senelik temizlik..

Çünkü O, dünyayı ıslah için yaratılan insanın sürekli yenilenmesini istiyor..

Çünkü günah içinde, Rabbinden umudunu kesmiş insan üretici olamaz, ne kendine ne başkasına faydalı olamaz! Kaybolur gider..

Afuv’ la siliyor ve Tevvab’a çağırıyor insanı..

Yeni bir umut, aradaki hacizin kalkması..

Kapıların açılması..

Yeni bir insan olarak hayatı yeniden kucaklamak..

 

Gavsı Sani hz. ks. den bir sohbet

Mayıs 27, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

Nakşibendi yolu kalbi nakşetmektir. Bu yol hakikattır. Olmasa idi 800 yıl bozulmadan durmazdı. Hatta onunda evveli vardır. Bu nakış özü itibari ile lafzı celalde vardır. Bu yol Ebubekir sıddıka dayanır. Sizde bu yola sahip olun. Çok çalışmak klazım.
Hz. Peygamber buyurduki ‘’ Bu dünya melundur. İçindekilerde melundur. Ancak niyet ALLAH c.c. Rızası olanlar hariç. Bu hadisin tefsirine dayanarak GAvsımız r.a. buyurduki ‘’İnsan sabahleyin kalkarda kalbinden bir iki dakika niywet olması şarttır. Yarabbi ben sizin için gidip çalışacağım Gayemiz sizin rızanızı almaktır. Gaye bu çalışmak kendi rızkım için değildir. Razık-ı Mutlak sensin. Yarabbi çalışsamda çalışmasamda bana vaad etmişsin. Ben sizin rızkınızı vereceğim diye söylemişsin. Aile efradımızı üzerğimize vacip etmişsiniz. Yarabbi bu ailemin ihtiyacını görmek için gidip çalışacağım. Böyle bir niyet ederse kalbinden sanki o insan camiye gidip secdeye gidip ta akşam oluncaya kadar ibadet etmiş gibi olur. Çok çalışmak lazım.
ALLAHu Teala kullarını; kendi nefsinden çok sever zararlı olan şeyleri yasaklamıştır. Nehyi anil münker etmiştir. Faydalı olanları helal etmiştir serbest bırakmaştır emri bin magruf etmiştir.
Dünya için nasıl çalışıyorsak ahiret içinde çalışmak gerekir. Dünya için çalışmayan bir su bardağı dahi alamaz. Ahiret içinde çalışmak lazımdır. Ahiret ortaklığı dünya ortaklığı gibi değildir. Dünyada iki ortak fabrika kursa aylık mesala 100 milyon kar etti. Bunu elli elli paylaşmak gerekir. Ahiret ortaklığı böyle değildir. Mesala sofi birine sebep olsa o kişi 100 milyon sevap işlese aynısı o sofiye de yazılır. Bütün sadatlarada yazılır, Ta resulullah a.s. kadar yazılır.
Sadatlar fabrikayı kurmuş. Siz ona işçi olun. Çalışmazsanız maaşınızı alamazsınız. Kişi çalışmada himmet istiyor. Öyle olmaz. SADATLAR ALLAH’IN MEMURLARIDIR. ÇALIŞANA HİMMET OLUR.
Şeytan insanın düşmanıdır. Düşman düşmana acımaz. Zikir çekmiyen insanda ALLAHu teala şeytana yetki vermiş bütün damarlara girer. Kalbe vesvese verir.
ALLAHu Teala şöyle buyuruyor ‘’Gul euzu bi rabbin nas melikin nas ilahin nas minşerril vesvasil hannas.’’ Kuranda namazda zikirdir. Ancak Sadatların verdiği zikir çok kısa zamanda ulaştırır. Ocağı sobayı nasıl yaktığın zaman duman is borulardan çıkar geriye pislik bırakır, bunu temizlemek gerektiği gibi kalbide zikir temizler. Hem zikir hem günah işlediği zaman zarar görür Günahı terk etmek lazımdır. Çok çalışmak klazımdır. V Hatasız kul olmaz.
İnsanlarda hata yapar, ikaz etmek lazım. İkaz etmek hayırdır. Birleşmek lazımdır. Melekler günah işlemezlewr, Peygemberlerde işlemez, Evliyalar hata yapabilir ama makamına göre yaparlar.
Gavsımız Rahmetullahi Aleyh buyurduki ‘’ İnsanlar ahmaktır. Beş yaşındaki bir çocuk deseki şu delikten içeriye yılan girdi kimse o deliğe elini sokmaz bilirki yılan zarar verir. ALLAHu Teala 124 bin Peygamber göndermiş hepsi tehlikeye karşı ikaz etmişler anlatmışlar herbişeyi söylemişler ama insan buna itibar etmez Çok çalışmak lazım Çalışmayana Himmet etmeyiz.
Peygamberimiz bütün Peygamberlerin tacıdır. ALLAHu Teala onu bütün kainatın üzerinda yaratmıştır. Onun şefeatı olmadan hiçbir Peygamber Cennete giremez Peygamberimizin şefeatı üzerinize olsun.
Dikkat edeceksiniz. Dikkatli olacaksınız. Salih amel işleyin. Salih amel ALLAH’ın rızasıdır. İnsan yaşasa yaşasa 100 sene yaşar. Bunu elli senesi uykuda geçer. Kalan 50 yılın 15 senesinde sorumluluk yoktur çocukluktur. Kalan 35 yıl…Onun bir kısmı dünya meşgalesi çoluk çocuk evdeki hanımla iş güç böylelikle ömür biter. Çok çalışmak gerek. İnsan dünyadan bir kefen götürür. Oda 3 ay 5 ay engeç 6ay sonunda çürüyüp toprak olur. İnsanda çıplak kalır. Salih amel örtüdür. Dünya çalışması boşa çıkar. Dünyada altın gümüş vardır, ahirettede vardır. Onlarda dünyadan giden Salih amellerdir.
Dünya şuan en kötü anını yaşıyor her bir taraf küfür olmuş. Bu öyle olmuşki küfür deniz gibi evlere kadar girmiş. Sadatların gemileri var SADATLARIN GEMİLERİ NUHUN GEMİSİ GİBİDİR. Bu gemilere binmek lazımdır. Birlik beraberlik olmak klazım. ZOR DİYORSUNUZ. ZOR OLACAKKİ İMTİHAN OLSUN. KIYAMET YAKINDIR. ÇOK ÇALIŞMAK LAZIM Bize dua edin bizde dua ederiz. SİZİDE BİZİDE ALLAH’U TEALA SADATLARIN YOLUNDAN AYIRMASIN ALLAH MUHAFAZA ETSİN AHİRETTEDE BERABER OLURUZ İNŞALLAH. Bu şekerden alın . Hadi siz gidin bende kaçacağım.

http://www.seymes.com

iyi gün dostları ile mahşerde mahçup olsnların halleri

Mart 1, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

İbretle okuyacağınızı ümit ettiğim mesaj yüklü üç hadise arz ediyorum bugün sizlere.1- Hicri 247’de Bağdat’ta dünyaya gelen şarkın ilim ve tasavvuf önderlerinden İmam-ı Şibli’nin etrafında çok sayıda insan toplanmıştı.

Ancak kendisi bu çokluktan fazla etkilenmiyor, bunların vefalı dost olup olmadığını denemeyi bile düşünüyordu. Nitekim bir kır sohbetinde düşündüğünün doğruluğunu öğrenmek isteyerek çevresinde toplanan dostlarına yanındaki taşları, toprakları fırlatmaya başladı. Bunun üzerine etrafındakiler:

– Hocamız kafayı bozmuş, çekilelim yanından! diyerek birer ikişer uzaklaşmaya başladılar. Şibli ise bu defa uzaklaşan dostlarına şöyle seslendi:

– Nereye benim sahte dostlarım nereye?

Dediler ki:

– Biz senin dostunuz ama sen de bize taş toprak fırlatıyor, bizi rahatsız ediyorsun!.

Şibli tebessüm ederek cevap verdi:

-Şayet siz gerçek dost olsaydınız hocamız kafayı bozmuş diyerek çekilme yerine, hocamız hastalanmış hemen tedavi ettirelim de kimseyi rahatsız etmez hale gelsin, diyerek daha fazla vefa gösterip yanımda olacaktınız. Demek ki sizler hep iyi gün dostusunuz. Henüz dosttan gelecek sıkıntılara sabredecek vefa ve sadakate ulaşmamışsınız.!

Ne dersiniz bu olaya? Dostlarımıza vefamız, menfaat gördüğümüz müddetçe mi bizde de? Gelmesi muhtemel eziyetlere bizim de sabrımız yok mu yoksa?

2- Hicri 198’de Mekke’de vefat etmiş olan büyük mutasavvıf Süfyan bin Uyeyne:

“Mahşerde üç sınıf insanın mahcubiyeti derin, mazereti geçersiz olacaktır.” der ve onları şöyle sıralar:

* Amel ve ahlakta hizmetçileri kendilerini geçen zenginler mahşerde mahcup olacaklar.

* Geride kalan mirasçıları hayır yapmakta kendilerini geçen mal sahipleri de mahşerde mahcup olacaklar!

* Okuttuğu öğrencileri amel etmekte kendilerini geçen hocaları da mahşerde mahcup olacaklar! Sebeplerini de şöyle açıklar:

– Amelsiz zenginler, yoksulduk, çalışmaya mecburduk, amel etmeye fırsat bulamadık diyemeyecekler. Çünkü kendilerini geçen hizmetçileri kendilerinden de yoksuldular, onlar da çalışıyorlardı.

– Malımız yoktu da onun için yoksula yardımda bulunamadık diyemeyecekler, miras bırakanlar. Çünkü mirasçıları, bıraktıkları kendi mallarından yaptıkları yardımlarla geçtiler kendilerini.

– Bilmediğimiz için amel edemedik diyemeyecek hocaları. Çünkü öğrencileri kendilerinden öğrendikleriyle geçtiler kendilerini. İşte bu üç sınıf, yakınlarının kendilerini geçmelerinden memnun olsalar da kendileri geride kaldıklarından mahcup olacaklar, mazeret bulamayacaklar.

Şimdi sıra bizde. Bizler ne durumdayız bu konularda? Gerilerde kalıp da mazeret arayanlardan mı olacağız yoksa? Düşünmeye değer mi?

3- Hicri 104’te Kufe’de vefat eden İmam-ı Azam’ın da hocası sayılan İmam-ı Şaabi, yaptığı vaazlarını hep dinleyip hiç konuşmayan bir adama sordu:

– “Neden hiç konuşmuyor, hep dinliyorsun?”

Suskun adamın cevabı hem tebessüm hem de tefekküre sebep oldu. – Ben dedi, buraya bir şeyler almak için geliyorum, vermek için değil. Bunun için de hep kulağımı kullanıyorum, ağzımı değil. Zira dedi, kulağımdan giren bana bir şeyler öğretir, onunla amel ederim. Ağzımdan çıkan ise bir şeyler öğretmez sadece ben de bir şeyler biliyorum gururu vererek aldatır, amel etmekten geri kor. Bu cevabı tebessümle dinleyen Şaabi:

– Ey sessiz adam! dedi, bir konuştun pir konuştun. Amel etmek için değil de anlatmak için dinleyenlere ders olsun senin bu halin..

Ne dersiniz, bu cevabın bize de işareti var mı? Okuduğumuzu, dinlediğimizi hep başkalarına anlatmak için değil de önce kendimiz öğrenip amel etmek için mi okuyup dinlemeliyiz?

AHMED ŞAHİN
Zaman