Arşivler

Temmuz 2009 ayı için tüm yazılar

Şaban ayı, Oruçları ve Beraat kandili , yapılacak ibadetler

Temmuz 24, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

ellerrr

Resul-i Ekrem (s.a.v), Şaban ayında oruç tutmaya birkaç nedenden dolayı önem vermiştir.

Recep ve Ramazan ayları arasında kalan bu aydan, insanların gafil olmalarıdır. İnsanlar, haram aylara ve Ramazan’a çok değer vermeleri sebebiyle bu ayın faziletinden gafildirler. İnsanların çoğu Recep ayında oruç tutmanın, Şaban ayında oruç tutmaktan daha faziletli olduğunu düşünüyor. Hâlbuki durum bunun tam tersidir. Konuyla ilgili Hz. Âişe’den (r.anh) rivayet edilen hadis de Şaban ayının, Recep ayından daha faziletli olduğunu ortaya koymaktadır. Resul-i Ekrem’e (s.a.v) Recep ayında oruç tutan bir topluluğun durumu sorulması üzerine,

“Onlar Şaban ayında neredeler?” buyurmuştur. Hadis yukarıda geçmişti.

Resul-i Ekrem’in (s.a.v), “Recep ve Ramazan ayları arasında kalan bu aydan (Şaban’dan) insanlar gafil kalıyorlar” (Ahmed b. Hanbel) sözü, bizlere şunları hatırlatıyor:

İnsanlar arasında hiç önem verilmeyen bazı zamanlar, mekânlar, şahıslar, insanların gözünde meşhur olan bazı zamanlardan, mekânlardan, şahıslardan üstün olabilir. İnsanlar meşhur olanlarla ilgilenirken, asıl faziletli olanlar elden kaçabilir. 

Bu sözler bize şunu anlatıyor: İnsanların gafil oldukları anlarda ibadetle meşgul olmak müstehaptır. Ve bu Allah katında çok sevimli ve değerlidir. Bu nedenle seleften bir grup akşam ve yatsı arasını namazla değerlendirir ve, “Bu vakit, insanların gaflette oldukları vakittir” derlerdi. Aynı şekilde gece yarısı da insanların zikirden gafil oldukları vakittir. Konuyla ilgili Resul-i Ekrem (s.a.v),

“Kulun Rabbine en yakın olduğu vakit, gecenin son bölümüdür. Eğer Allah’ı bu vakitte zikretmeye gücün yetiyorsa bunu yap” (Ebû Davud) buyurmuştur. 

İşte bu sebepten dolayı, Resûlullah (s.a.v) yatsı namazını gece yarısına ertelemeyi istemişti; fakat insanlara ağır gelmesinden korktuğu için böyle yapmadı. Bir defasında Efendimiz (s.a.v) yatsı namazı için ashabının yanına teşrif ettiklerinde onların geç vakitte namaz için beklediklerini görünce, 

“Şu anda sizden başka yeryüzünde bu namazı bekleyen kimse yok” (Buhârî) buyurmuştur. 

Bu hadis, Allah’ı zikredenlerin bulunmadığı vakitlerde zikretmenin ayrı bir faziletinin bulunduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle, sokak, çarşı ve pazarda Allah’ı zikretmenin fazileti ile ilgili pek çok hadis ve haber nakledilmiştir. 

Konuyla ilgili bir hadis de şöyledir:

“Allah şu üç kişiyi sever: 
Birincisi, gece boyunca yol alan bir grup uyumak için başlarını yastığa koyduklarında ve uyku onlara çok tatlı geldiği bir sırada içlerinden kalkıp ibadet eden ve Allah’ın ayetlerini okuyan kişi. 
İkincisi, düşmanla savaşa giden bir toplulukta, arkadaşları hezimete uğradıkları halde, kaçmayıp sabreden ve düşmanla mücadele edip öldürülen kişi. 
Üçüncüsü de bir topluluğun yanına gelip onlardan bir şey isteyen kişiye kimse sadaka vermediğinde, onu tek olarak yakalayarak kendisine gizlice sadaka veren kişi.”
(Tirmizî)

İşte bu üç kişi Allah’a olan dostluklarından ve sevgilerinden dolayı bunları gizlice yapmışlardır. Allah bunları sever, dostluğuna kabul eder.

BERAAT KANDİLİ

Şâban ayının on beşinci gecesi Beraat gecesidir. 

Bu geceye, bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle “mübarek gece”; günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle “Beraat gecesi” ve kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle de “rahmet gecesi” gibi adlar da verilmiştir. 

Bu geceyi ibadet ve taatle geçirmenin pek çok sevabı ve feyzi vardır. Bu konuda Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: 

“Şaban ayının yarısı (Beraat gecesi) olduğunda, gecesinde kalkın ibadet edin, gündüzünde de oruç tutun! Muhakkak ki yüce Allah, o günde dünya semasına iner ve imsak vaktine kadar şöyle der: “Affedilmeyi dileyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Şifa dileyen yok mu, şifa vereyim. Şunu isteyen yok mu vereyim…” (İbn Mâce)

Şöyle denilmiştir: Yeryüzündeki müslümanların iki bayram günü olduğu gibi, göklerdeki meleklerin de iki bayram gecesi vardır. Meleklerin iki bayram gecesinden biri, Şâban ayının on beşinci gecesi olan Berat gecesi; diğeri ise Kadir gecesidir. 

Müslümanların iki bayram günü ise; Ramazan ve kurban bayramı günleridir. Bu sebeple Şâban ayının on beşinci gecesi olan Berat gecesi meleklerin bayram gecesi olarak isimlendirilmiştir.

Berat gecesine ‘Kefaret gecesi’ de denilir. Bir hadis-i şerifte, “Kim bayram gecesini ve Şâban ayının on beşinci (Berat) gecesini ibadetle ihya ederse, kalplerin öldüğü günde o kişinin kalbi ölmez” (İbn Mâce) buyrulmuştur. 

Bu gecenin bir adı da “şefaat gecesi”dir. Bunun delili şu hadis-i şeriftir:

“Resûlullah (s.a.v) Şaban ayının on üçüncü gecesi ümmetine şefaat etmek için dua edip yalvardı; kendisine, ümmetinin üçte birine şefaat etme izni verildi. On dördüncü gecesi yine dua edip yalvardı; bu sefer üçte ikisine şefaat etme yetkisi verildi. On beşinci gecesi bir daha yalvardı, bu sefer de, kaçak develer gibi Allah’tan kaçanlar dışında bütün ümmetine şefaat etme izni verildi.” (Ebû Davud)

Bu gecenin diğer bir ismi de “mağfiret gecesi”dir. Şu hadis-i şerif buna işaret eder: 

“Allah Teala (c.c) Şaban’ın on beşinci gecesi kullarına nazar eder ve yeryüzünde bulunanlardan şirk koşanlarla haset edenler hariç, bütün müminleri mağfiret eder.” (İbn Mâce)

Diğer hadislerde, bu affın dışında tutulanlar içinde, haksız yere cana kıyanlar, anne babasına asi olanlar, sürekli içki içenler ve akraba ile hukukunu kesenler de zikredilmiştir.

Berat Gecesi Yapılacak Dua ve İbadet

Hz. Aişe (r.ah) validemiz şöyle anlatmıştır:

Resûlullah (s.a.v) Şâban ayının on beşinci gecesi benim yanımdaydı. Bir ara kendisini yanımda bulamadım; diğer hanımlarının yanına gitti zannettim, içimi bir kıskançlık sardı. Hemen kalkıp aramaya başladım. Hanımlarının odalarını dolaştım bulamadım; sonra dışarı çıktım; kendisini Bakî mezarlığında buldum. Baktım ki mümin erkek ve kadınlarla şehitler için Allah’a dua ediyor, aflarını istiyordu. Onu böyle görünce, içimden,

“Anam babam sana feda olsun! Sen Rabbinin razı olduğu iştesin, bizler ise dünya işlerinin derdindeyiz!” dedim ve kendisine görünmeden eve döndüm. Sonra ev teşrif ettiler. Benim nefes nefese kaldığımı görünce,

“Bu halin nedir?” diye sordu; ben de durumu anlattım. Bana,

“Ey Âişe, Allah ve Resûlü’nün sana haksızlık yapacağını mı düşünüyorsun. Hayır, bu asla olmaz. Fakat bana Cebrail geldi ve şöyle dedi: “Bu gece, Şaban’ın yarısıdır (Beraat gecesidir). Allah Teâlâ bu gecede Kelp kabilesinin koyunlarının tüyü adedince mümini cehennemden azat eder. Ancak Allah şu kimselere rahmet nazarı ile bakmaz: Kendisine şirk koşan, kalbi müminlere karşı kin ve düşmanlık ile dolu olan, akraba ile hukukunu kesen, anne babasına asi olan ve sürekli içki içen.”
Allah Resûlü (s.a.v) sonra üzerindeki elbiseyi kenara koyarak bana,

“Ey Âişe, izin verirsen bu geceyi ibadetle geçirmek istiyorum” buyurdu, ben de,

“Anam babam sana feda olsun, izin veriyorum” dedim ve Resul-i Ekrem (s.a.v) kalktı namaza durdu, sonra secdeye vardı. Secdede o kadar uzun kaldı ki, ben ruhu kabzedildi vefat etti zannettim. Elimle ayağına dokunduğumda, saadetli ayağını hareket ettirdi. Kulak verdim ki secdede şöyle dua ediyordu:

“Sana bütün benliğim ve duygularımla secde ediyorum. Kalbim sana iman etti! Nimetlerini ve günahlarımı itiraf ediyorum. Zira senden başka günahları affedecek yoktur. Allah’ım! Gazabından rızana, azabından affına ve senden yine sana sığınırım! Ben seni hakkı ile övüp sena edemem; sen kendini nasıl övüyorsan öylece yücesin. (Beyhakî)

Bu hadisler, Berat gecesinin namaz, dua, zikir ve istiğfar gecesi olduğunu göstermektedir. “Şaban’ın yarısı olunca gecesini ibadetle geçirin, sabahına çıktığınız günde de oruçlu olun” buyrulması da bu gecenin ibadetle geçirilmesinin faziletini göstermektedir.

Bu gecede, nafile namaz olarak teheccüd namazı yanında, tövbe, tesbih, hacet namazları kılınabilir. Kazası olanlar kaza namazı kılabilirler. Yüce Allah’tan dinimiz ve dünyamız adına hayırlı isteklerde bulunabiliriz. 

Berat gecesi pek mübarek bir gecedir. Berat gecesinde, yaratıkların bir sene içindeki rızıkları, zengin veya fakir, aziz veya zelil olacakları, ölüm vakti gelenlerin ecelleri, hac gideceklerin isimleri ve benzeri işlerin hükmü Allah tarafından görevli meleklere bildirilir. Bu bakımdan Berat gecesinde ibadet etmenin büyük sevabı, feyzi ve bereketi vardır.

Mümine gereken işlerden biri de dualarını kabulünü ve günahların affını engelleyen işlerden kaçmaktır. O günahların başında şirk, bir cana kıymak ve zina yapmak gelmektedir. Bu üçü Allah katındaki en büyük günahlardır.

Günahların affını engelleyen günahlardan biri de, Müslüman kardeşine kin, haset ve düşmanlık beslemektir. Evzaî (rah) günahların affedilmesine engel olan kini şöyle açıklamıştır: Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) ashabından herhangi birine karşı yapılan kin ve düşmanlıktır. Ashab-ı Güzin’den her hangi birine karşı yapılan kin, kişinin yakınlarına beslediği kinden daha tehlikeli ve kötüdür.

En Hayırlı Amel: Kalp Temizliği

Amellerin en üstünü kalbin her türlü kötülükten arınmasıdır. Selâmetin en üstünü nefsin isteklerinden ve bidatlerden kurtulmaktır. Faziletli amellerden birisi de önceki salihlerden, âlim ve ariflerden herhangi birisini küfürle, bidatçi olmakla, dalâlette olmakla suçlamamaktır. Yine en üstün amellerden birisi de herhangi bir müslümana karşı kin beslememek, kendisine haset etmemek ve onu küçük görmemektir. Onlar için güzel olanı dilemek, onlara nasihatte bulunmak ve kendi için istediği şeyleri onlar için de dilemektir. Yüce Allah, gerçek müminlerin şu şekilde dua ettiğini haber vermiştir:

“Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki geçmiş mümin kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!” (Haşr 59/10)

Abdullah b. Amr anlatıyor: Resul-i Ekrem’e (s.a.v), “Ey Allah’ın Resulü! İnsanların en faziletlisi kimlerdir?” diye soruldu. Resul-i Ekrem (s.a.v) de,

“Sözü doğru, kalbi bozuk olmayandır” cevabını verdi. 

Ashab (r.anhüm), “Sözü doğru olan biliyoruz. Ama kalbi bozulmamış olan ne demek?” diye sorduklarında Allah’ın Resul’ü (s.a.v), şöyle buyurdu:

“O, takva sahibi; içinde bir kötülük, haksızlık, kin ve hasedin bulunmadığı kalptir.” (İbn Mâce)

Semerkand Araştırma Merkezi

www.menzil.net

TRT den tarihi yanlışlık

Temmuz 20, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

 

 

Mirac Kandili Özel Programında TRT Mescid-i Aksa’da canlı yayın yapma izni aldı.Uzun zamandır canlı yayın izni vermeyen İsrail en sonunda TRT ye yayın izni verdi.İsrail izin verdi vermesine ama bu canlı  yayında dikkatlerden kaçan çok büyük bir fark ortaya çıktı.İşte TRT’nin siyonizmin oyununa düştüğünün göstergesi

TRT İsrail’den Şartlı İzin mi Aldı?

 Bilindiği üzere İsrail’in Kudüs’te Mescid-i Aksa’yı yıkma planları her geçen gün ortaya çıkıyor.Kazılarla yıkmayı planladığı Mescid-i Aksa’yı Müslümanlardan koparmak için uğraşıyor.Ancak müslümanların tepkisinin büyük olacağını bildiği için bu yıkıma doğrudan girişemeyen İsrail yaptığı oyunlarla müslümanları uyutmaya çalışıyor.

Bu oyunlardan birisi ve en önemlisi Mescid-i Aksa’nın Kubbetussahra ile karıştırılmasıdır. Bugün siyonizmin başarmaya yakın olduğu bu planı şöyle gözler önüne serebiliriz.

– Arama motorlarına Mescid-i Aksa yazdığımızda En başta Kubbetüssahra’nın çıkması.

– Evlerimize astığımız büyük resim panolarında Mescid-i Aksa diye bilinen ancak Kubbetüssahra’ya ait olan fotoğraflar.  

– Ve en önemlisi TRT’nin Mescid-i Aksa yayınını Kubbetüssahra’dan yapması.

TRT Bu Oyunun Parçası Olmamalı

Siyonizmbu planı gerçekleştirmek için elindeki bütün fırsatları kullanıyor.TRT’nin yayın izini alması müslümanlar için sevinici bir haber olmuştu.Fakat yayının başlaması ardından gördük ki TRT siyonizmin ekmeğine yağ sürüyor.Şimdi yapılması gereken TRT tarafından Mescid-i Aksa gerçeğinin açıklanmasıdır. Yoksa aksi halde Mescid-i Aksa ile Kubbetüssahra birbirine karıştırılacak ve Mescid-i Aksa yıkılsa bile hiç kimse inanmayacak siyonizm ise istediği amaca ulaşmış olacaktır.Bunun yapılmasına İslam alemi izin vermemelidir.Özellikle alet olmamalıdır.

İŞTE İSRAİL’İN KORKUNÇ MESCİD-İ AKSA PLANI

VİDEO İÇİN TIKLAYIN

 

Mescid-i Aksa Hakkında…. (Tıklayın)

Kubbetüssahra Hakkında….(Tıklayın)

 

haber alemi

 

Her türlü hastalığa karşı şifa için

Temmuz 19, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

77cEbu Said el-Hudri-r.anh- buyurur ki:
Cebrail Aleyhisselam, Resulullah –s.a.v- Efendimizin yanına geldi ve ‘’Ya Muhammed! Hasta mısın?’’ diye sordu. ‘’Evet’’ cevabını alınca Cebrail Aleyhisselam şu duayı okudu:

  • Bismillahi erkike min külli dain yü’zike ve min şerri külli nefsin ev ayni hasidin Allahü yeşfike bismillahi erkike

‘’Allah’ın adıyla. Sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasetçi gözlere karşı sana okuyorum. Allah sana şifa versin. Ben Allah’ın adı ile sana dua ediyorum.’’

Nazar değmesi haktır..

Temmuz 18, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı
vahyekos
Nelere nazar değer?

İnsana,hayvana ve hatta cansıza da nazar değer.Nazar hastalık yapar, hatta öldürür.Kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder.

Peygamber efendimizin zamanında Esed oğullarından nazarı değen bir kimse var idi.Üç gün bir şey yemez,sonra çadırın bir tarafını kaldırıp oradan geçen bir deveye bakıp,(Bunun gibi bir deve hiç görmedim) der demez,deve yere düşer hastalanırdı.Müşrikler,bu adamı bulup Peygamber efendimizi nazarla öldürmesini istediler.Cenab-ı Hak da Resulullahı bunun nazarından korumuştur.Bu hususta Kalem suresinin (Nerede ise, kâfirler seni gözleri ile yıkacaklardı) mealindeki 51. âyeti inmiştir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Nazar haktır.) [Müslim]

(Nazar insanı mezara,deveyi kazana sokar.) [İbni Adiy]

(İnsanların yarısı nazardan ölür.) [Taberani]

(Nazar neredeyse kaderi geçecekti.Nazardan Allah(cc)ü teâlâya sığının.) [Deylemi]

(Kaderi geçecek bir şey olsaydı nazar geçerdi.) [Müslim]

Nazardan korunmak için ne yapmak gerekir?

Kendisine nazar değen kimse,aşağıda bildirilen duaların birini veya tamamını okumalıdır:

1- Fatiha,Âyet-el kürsi ve dört kul [Kâfirun,İhlas,Felak,Nas sureleri] yedişer defa okunup hastaya üflenirse,büyü,nazar ve her dert için iyi gelir.Tuza okunup,suda eritilerek içmek de olur.Bir hadis-i şerifte de, (Fatiha ile Âyet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez) buyuruldu. (Deylemi)

2- Bir hadis-i şerifte, (Sabah akşam, [Besmele ile] 3 defa “Bismillâhillezi lâ yedurru me’asmihi şey’ün fil Erdı ve lâ fissemâi ve hüvessemi’ul alim” okuyan,büyü ve nazardan korunur) buyuruldu. (İ. Mace)

3- Âyet-el-kürsi,Fatiha,iki Kul euzü ve Kalem suresinin sonunu okumak çok iyi gelir (Medaric)

4- Peygamber efendimiz,iki Kul euzüyü okuyup buyurdu ki:
(Bu iki sure ile [belalardan,nazardan] korunun!Hiç kimse,bu iki sure ile korunduğu gibi,başka şeyle korunamaz.) [Ebu Davud]

5- (Euzü bi-kelimatillahittammati min şerri külli şeytanin ve hammatin ve min şerri külli aynin lammetin) tavizini,sabah akşam 3 defa okunup kendine veya hastaya üflenirse,nazardan,cin,şeytan ve hayvanların zararından korur.(Mevahib)

6- Peygamber efendimiz nazar için (Allah(cc)ümme barik fihi ve la tedarruhü) okurdu. (İbni Sünni)

7- Nazarı değen kimse veya herkes,beğendiği bir şeyi görünce MâşâAllah demeli,ondan sonra o şeyi söylemelidir.Önce MâşâAllah deyince,nazar değmez.Hadis-i şerifte, (Hoşa giden bir şeyi görünce, “MâşâAllah la kuvvete illa billah” denirse o şeye nazar değemez) buyurdu. (Beyheki, İbni Sünni)

Ukbe-tübni Amir radıyALLAHü anh anlatır:
Resulullah efendimiz,(Kendisine Allah(cc)’ın nimet verdiği kimse, bu nimetin devamını isterse çok “La havle vela kuvvete illa billah” desin) buyurdu.Sonra “Bahçene girdiğin zaman mâşâAllah la kuvvete illa billah demeliydin değil mi?” [mealindeki] Kehf suresinin 39. âyetini okudu.(Taberani)

Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Kendisine Allah(cc)ü teâlânın rızık verdiği kimse, çok ”Elhamdülillah” desin. Rızkı azalan da çok “İstigfar” etsin. Bir şey de kendisine üzüntü, sıkıntı verirse “la havle vela kuvvete illa billah” desin.) [Beyheki, Hatib]

8- Nazardan korunmak için âyât-i hırz denilen âyetleri okumalı ve üzerinde taşımalıdır.
Abdest alıp,7 istigfar ve 11 salevat okuyup,hastanın sıhhatine niyet ederek,güneş doğduktan ve ikindi namazından sonra,günde iki defa hasta üzerine okumalı,işaretli yerlerde,hasta üzerine üfürmeli,şifa buluncaya kadar [kırk gün kadar] devam etmeli. Her defa okuduktan sonra,bir Fatiha okuyarak sevabı,Peygamber efendimizin ve Behaeddin Buhari, Ahmed Rıfai ve imam-ı Rabbani hazretlerinin ruhuna hediye edilmelidir.Silsile-i aliyyeyi okuyup ruhlarına hediye etmek de daha iyi olur.Âyât-i hırzı yanında taşıyan kimse,nazar değmesinden korunduğu gibi,sihirden,büyüden,cin ile ilgili hastalıklardan da korunur.Her ne muradı varsa hasıl olur.

9- İbni Âbidin hazretleri (Tarlaya kemik, korkuluk, hayvan kafası koymalı.Bir kadın,ürününe nazar değmemesi için ne yapacağını sorunca,Resulullah efendimiz,(Tarlaya hayvan kafası as) buyurur. Bakan kimse,önce bunu görüp tarladaki ürünü sonra görür) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar)

10- Tivele,temime ve efsun caiz değildir.Manasız veya küfre sebep olan rukyeyi okumaya Efsun denir.Nazarı bizzat önlediğine inanılan nazarlıklara Temime denir.Şirinlik muskası denilen rukyelere Tivele denir.Rukye,okuyup üflemek veya üzerinde taşımak demektir.Rukye, âyet ve hadis ile bildirilen dualarla yapılırsa taviz denir.Taviz ise caizdir.Hadis-i şerifte, (İlaçların en iyisi Kur’an-ı kerimdir) buyuruldu (İbni Mace)

www.dervisler.net

Mirac kandili

Temmuz 18, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

121vm0Mirâc Kandili

İçinde bulunmakla şereflendiğimiz receb ayının 27. gecesi, 19 Temmuzu 20’ye bağlayan gece mübarek Mirâc Kandili gecesidir…
Mirâc merdiven demektir. Resulullahın göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir.
İnsanlar, aciz yaratıldığı için, bir yerden medet ummaya, bir yerden güç almaya mecburdur. Başka türlü sıkıntı veren hadiselere, hastalıklara karşı direnemez.
Rabbimiz bu ihtiyacımızı bildiği için bize Peygamberler (aleyhimüsselam) gönderdi. Gerçek ve hak olan mabudumuzu bizlere bildirdi.
Peygamberlerin arasındaki zaman uzadıkça, insanlar bu ihtiyaçlarını temin için başka şeylere tapmaya ve onlardan medet ummaya başladılar.
Sevgili Peygamberimiz dünyamızı ve kâinatı şereflendirmeden önce insanlar bilhassa Arap yarımadasındakilerin tamamına yakını putlara tapıyorlardı.

EN ŞEFKATLİ İNSAN…
Bizleri yoktan var eden, yerde ve gökte ne varsa hepsini bize hizmet ettiren Rabbimiz, bize acıyarak en son ve en büyük, yaratılmışların en şereflisi olan Resûlünü bizlere gönderdi.
Taşlardan, ağaçlardan meydana getirilen cansız varlıkların ilâh olamayacağını, onlardan hiçbir zaman iyilik ve kötülük meydana gelmeyeceğini çok açık bir dille onlara anlattı.
Onlar da çok iyi biliyorlardı ki, daha dün hiçbir değeri olmayan bu nesneler, bugünde de fayda veremezler. Ama ne yapsınlar, baba ve dedelerini hep böyle görmüşlerdi.
Bu akıl ve mantık dışı olan yaptıklarında ısrar ediyorlar, yapılan nasihatler bir türlü kâr etmiyordu.
Dünyanın en şefkatli kalbine sahip olan Sevgili Peygamberimiz, putlara tapanların sonunun Cehennem olacağını biliyor ve onlara acıyordu. Fakat onlar kendilerine acımıyorlardı. Gece ve gündüz durmadan kavmini hidayete davet ediyordu.
Dokuz senede çok az sayıda kimse Müslüman olmuştu. Mekke halkı iman etmiyor, edenlere de vahşice işkence yapıyorlardı.
Bilselerdi, dünyanın en büyük nimetine kavuşmuşlardı. O mübarek zâtın elini, ayağını öpecekleri yerde üzüyorlardı…
Kureyş kâfirlerinden artık ümit kesilmişti. Civar illere gidip belki onların ateşten kurtulmalarına vesile olabilirim düşüncesiyle Resûl-i ekrem, hicretten bir yıl önce yanlarına Zeyd bin Harise’yi de alarak Taif’e gitti.
Taif halkına bir müddet nasihat etti. Hiç kimse iman etmedi. Alay ettiler, işkence yaptılar, çocuklara taşlattılar. Mübarek ayakları kanla doldu.
Kalpleri çok kırılmıştı, çok üzgün idiler. Onları Cehennem’den kurtarmaya uğraşanlar böyle mi karşılık göreceklerdi?
Oldukça yorgun idiler. Hava da çok sıcaktı; biraz dinlenmek için yolun kenarına oturdular. Peygamberimiz aleyhisselam;
“Ey Rabbim! Sen benden razı isen, başıma gelenler önemli değildir” diye dua etti.
Cebrâil aleyhisselam geldi, Rabbimizin selamını getirdi ve dedi ki:
“İman etmeyen kavimlerin tamamı helâk oldular. Habibim isterse kendisi ile beraber iman edenler çıksın! Ben dağlara hükmeden meleklere emrederim, etraftaki iki dağı birleştirir ve hepsini yok ederler.”

“ONLAR BİLMİYORLAR…”
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz buna razı olmadı. Dedi ki:
“Hayır ya Rabbi! Bunlar bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı. Belki ileride bu inatlarından vazgeçer ve imanla şereflenirler. Olabilir ki, bunların zürriyetinden dinimize hizmet eden bir nesil meydana gelir…”
Öyle de oldu… Eshab-ı kirâmın sayısı 150 bin civarında oldu. Onlardan sonra Tâbiinden de büyük âlimler, büyük mücâhidler meydana geldi ve mukaddes dinimizi bize kadar ulaştırdılar…
Hepinizin Mirac Kandilini şimdiden tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını Rabbimizden temenni ediyorum…

HAFTANIN SOHBETİ
M.SAİD ARVAS

https://i0.wp.com/www.haber80.net/haberresim/mirac_kandili.jpgMİRAÇ KANDİLİ
Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:

�Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.� (İsra Suresi, 1)

Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:

�O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O�nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O�nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.� (Necm Suresi, 7-18.)

Miraç nasıl oldu?
Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ’ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.
Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.

Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine �Hoş geldin� dediler, tebrik ettiler.
Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.
Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.
Süleyman Çelebi’nin dediği gibi

�Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti� İnşaallah…

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., �Allah ümmetine neyi farz kıldı?� diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam �50 vakit namaz� buyurdu.

Hz. Musa’nın, �Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez� demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.

Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.

Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.

Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, �Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?� diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar, �Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?� diye Peygamberimize soru yönelttiler.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
�Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, �Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?� diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.�

Bunun üzerine müşrikler:
�Vallahi dos doğru tarif ettin� dediler, ama yine de iman etmediler.

O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, �Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur� diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir �Sıddîk, tereddütsüz inanan� ünvanını aldı.

Peygamberimiz neden mirac�a çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…

Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?
Soru: �Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?�

Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O� na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Bir insan nasıl göklere çıkabilir?
Soru: �Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10-15 bin metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay’a ve Venüs’e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?�

Yerküremiz, yani Dünya bir yılda yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı?

Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?
Soru: “Öyleyse ise neden Miraça çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?”

Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.

Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.

Zaten Cenab-ı Hak Cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir.
Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’1-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.

Peygamberimiz Miraça sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?
Soru: “Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?”

Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn’dır.

Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?

Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.

Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.

İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.

Miraçın benzeri bir olay var mıdır?
Soru: “Peygamberimizin Miraça çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?”

Miraçın çok örnekleri vardır:
Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir.
Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.
İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, Cennet ehli mü’minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.

Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem Efendimizin bir anda Miraça çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.

Miraçla gelen hediyeler

Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü’min ruhlara manen şöyle diyordu: �Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.� Böylece mü’minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.

İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.

Mü’minler merak ediyorlar. �Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık� derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.

Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.

Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü’minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. �Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz� buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.

Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, �Sen paşa oldun� dense ne kadar sevinir.
Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)

Miraç Gecesi Namazı
Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. İki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. Kılınma zamanı yatsı namazı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar ki herhangi bir vakit olabilir. Bu oniki rekat namaz bittiği zaman selamdan sonra yüz defa :

�Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim� duası okunur.

Ardından da yüz kere istiğfar yapılır.

Miraç Gecesinin Gündüzünde Kılınacak Namaz
Miraç gecesinin gündüzünde öğlen namazını kıldıktan sonra sonra dört rekat namaz kılınır.
Bu namazın;birinci rekatında Fatiha� dan sonra bir kere Felak suresi, ikinci rekattan sonra bir kere Nas suresi, üçüncü rekatta üç kere Kadr suresi, dördüncü rekatta elli kere İhlas suresi okunur.


Kaynaklar:
1. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, 31. Söz
2. Mübarek Aylar Günler ve Geceler
3. Üç Aylar İbadet Rehberi

Mirac gecesi

Temmuz 18, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

MİRAÇ GECESİ

Miraç mucizesi Hicret’ten bir buçuk sene kadar evvel, Receb-i şerif’in 27. gecesinde Mekke-i Mükerreme’de vukua gelmiştir.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz Harem-i şerif’te Kâbe’nin Hatîm kısmında yatarken Cebrâil -aleyhisselâm- geldi ve göğsünü yardı. Kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu.

Bu arada “Burak” adında, katırdan küçükce, uzun ve beyaz renkli bir binek getirildi. Peygamber -sallALLAHu aleyhi ve sellem- üzerine bindi. Cebrâil -aleyhisselâm-ın refâkatinde yola çıktılar. Burak her adımını gözünün erişebileceği yerin ilerisine atıyordu. İlk anda Kudüs-ü şerif’e vardılar. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mescid-i Aksâ’da (Beyt-i Makdis’te) bütün Peygamberân-ı izam hazerâtının ervâhına imam olup namaz kıldırdı.

Bu hâdise Kur’an-ı kerim’de şöyle anlatılmaktadır:

“Kulu Muhammed’i gecenin bir anında Mescid-i Haram’dan alıp civarını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren ALLAH her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Ona âyetlerimizden nicelerini gösterelim diye böyle yaptık. O, işiten ve görendir.” (İsrâ: 1)

Habib-i Ekrem -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bu mübarek yolculuğu bizzat kendileri naklediyorlar. Devamla buyuruyorlar ki:

“Daha sonra gök yüzüne bir “Miraç” uzatıldı. Ben Miraç’tan daha güzel bir şey görmüş değilim. Ölüleriniz ölümleri sırasında gözlerini ona diker. Cibril ile ona binerek yükseldik. Dünya semasının kapısına geldiğimizde Cibril kapıyı çaldı. “Kim o?” denildi. “Cibril’im” dedi. “Yanındaki kimdir?” denildi. “Muhammed’dir.” deyince “Göğe çıkmak için izin verildi mi?” diye soruldu. Cibril “Evet verildi.” dedi. O zaman bekçi melek kapıyı açarak “Merhaba, hoş geldin!… Bu gelen yolcu ne güzel yolcu.” dedi. Birinci semâya girdiğimde vazifeli bir melek gördüm. Maiyetinde yetmişbin melek ve her birinin emrinde yüzbin melek vardı. Bunlar semâyı muhafaza ediyorlardı. Derken heybetli bir kimse gördüm. Sağında ve solunda karartılar vardı. Sağına bakıp gülüyor, soluna bakıp ağlıyordu. Selâm verdim, selâmımı aldı. “Hoş geldin salih evlat salih peygamber!” dedi. Cebrail’e “Bu kimdir?” diye sordum. “Baban Âdem’dir dedi, o karaltılar da zürriyetinin ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise cehennemliktir. Sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar.”

Sonra bir kavim gördüm. Dudakları deve dudağı gibi idi. Melekler onların dudaklarını kesiyorlar, ağızlarına ateşten taşlar koyuyorlardı. Ağızlarından giren taşlar aşağılarından çıkıyordu. Cebrâil’e “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. “Yetim malını zulmen yiyenlerdir.” dedi.

Diğer bir kavmin derilerinden sırımlar dilinip, ağızlarına veriliyordu. Bunların da koğuculuk edenler, dedikodu yapanlar, insanlar arasında söz getirip-götürerek birbirine düşman edenler olduğunu söyledi. Bir kavim de vardı ki, önlerine güzel bir sofra kurulmuş, üzerine en güzel yemekler ve kebaplar konmuş. Onlar o güzel kebapları bırakıp etrafındaki cifeleri yiyorlardı. “Bunlar kimlerdir?” dedim, “Nikâhlı eşlerini bırakıp da harama giden zinakârlardır.” dedi.

Baktım ki Firavun ve arkadaşlarının yolu üzerinde karınları evler kadar şişmiş insanlar var. Firavun ve arkadaşları sabah-akşam bunları çiğneyerek geçiyorlar. “Bunlar kimlerdir yâ Cebrâil?” dedim, fâiz yiyenler olduğunu söyledi.

Yine orada bir takım kadınlar gördüm. Kimisi göğüslerinden, kimisi ayaklarından başaşağı asılmıştı. Cebrâil bunların da, zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlar olduğunu haber verdi.

Daha sonra; ikinci kat semada Yahya ve İsâ Aleyhisselâm’la, üçüncü kat semada Yusuf Aleyhisselâm’la, dördüncü kat semada İdris Aleyhisselâm’la görüştüler. Beşinci kat semada Hârun Aleyhisselâm’la karşılaştılar. Altıncı kat semada Musâ Aleyhisselâm’la, yedinci kat semada İbrahim Aleyhisselâm’la karşılaşıp görüştüler.

Bundan sonra Cebrâil Aleyhisselâm yedinci kat semâdan Hazret-i ALLAH’ın biricik Habibi’ni alıp öyle yükseklere çıkardı ki, Sebeb-i Mevcûdat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz mukadderâtı yazan kalemlerin cızırtılarını duyuyordu. Daha sonra karşılarına Sidre-i Müntehâ sahası açıldı. Müntehâ denilmesine sebep ise, oradan öteye ne peygamber ne de melek hiç kimseye yol verilmemiştir.
Sidre-i Müntehâ’dan cennete götürüldü, inciden yapılmış köşkleri temâşa etti. O gece cehennemi, kürsiyi, Arş-ı Rahmân’ı da gördü. Buradan öteye Kaabe kavseyn makamına yolculuk Refref ile oldu. Cenâb-ı Resûlullah -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz oradan ayrılacağı sırada Cebrâil Aleyhisselâm’ı kendisi ile beraber gelmesini rica etmişti. O da “Burası Sidre-i Müntehâ’dır, şâyet ben buradan bir parmak ucu kadar ileri geçersem yanarım.” buyurdu ve orada durakladı.

Çünkü o onun nurundan halkolunmuştu. Resulullah -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise ALLAH-u Teâlâ’nın nurundan yaratılmıştı. Nur Nur’a kavuştuğu için yanmadı.

ALLAH öyle bir ALLAH’tır ki, bütün şekillerden münezzeh ve müstağnidir. O’nu baş gözü ile Miraç gecesinde yalnız ve yalnız Habib-i Ekrem’i gördü. Habibini kendi nûrundan halkettiği için, o nûr Nûr’u görmeye takat getirebildi.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Kuluna iki yay kadar, yahut daha da yakın oldu. O anda kuluna vahyedeceğini vahyetti. Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı.” (Necm: 9-10-11)

ALLAH-u Teâlâ bütün kainattaki güzelliklerinin hepsini ona gösterdi. Bu nimetlerine karşı Rabbine şükrünü arttırdı. Azamet-i ilâhî’ye karşı hayran kaldı. “Güzel yaratıcı ne güzel şeyler yaratmış!” deyip onlara yaratıcının nazarı ile bakıyordu. Böylece Seyyid-i Kâinat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hâlik-i Azîmüşan’ın emir ve nehiylerini vasıtasız olarak aldı. Nice nice sırlara, ilâhi tecelli ve iltifatlara mazhar oldu.

Namazın elli vakit olarak farzedilmesi üzerine, ümmetinin buna takat getiremeyeceğini düşünerek Cenâb-ı Hakk’tan azaltılmasını istirham etti. Beş vakte ininceye kadar naz ve niyazda bulundu. Müminin miracı mesâbesinde olan beş vakit namaz o gece farz kılındı. O mübârek gece ayrıca, ümmetinden Hazret-i ALLAH’a hiç bir şeyi şerik koşmayanların affedilecekleri müjdelendi. Sûre-i Bakara’nın son iki Âyet-i kerîme’si de miraç hediyelerindendir.

Kendisinden evvel hiçbir peygamberin nâil olamadığı şerefe nâil olan Seyyid-i Kâinat -sallALLAHu aleyhi ve sellem- Efendimiz yine aynı vasıtalarla aynı gece içinde Mekke-i Mükerreme’ye avdet buyurdu. Kendisini, yolculuğa başladığı ilk yer olan Kâbe-i muazzama’nın Hatim kısmında buldu. Sabah olunca, bu mucizeyi mümin-kafir herkese haber verdi. Bir çok müminin imanları daha da kuvvetlendiği gibi, bazıları da dinden döndüler. Hazret-i Ebû Bekir -radiyALLAHu anh- Efendimiz hadiseyi duyduğu zaman “Bunu o haber vermişse doğrudur.” buyurdu ve “Sıddîk” lâkabını aldı. 11sd

Sıkıntılı da Olsa Yaşamak Hayırlıdır

Temmuz 16, 2009 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

48885465ix7ma9Tabiinin ileri gelenlerinden Süfyan–ı Servi, (95-161 Basra) Vüheyb ve Yusuf bin Esbat üçlüsü Basra’da bir araya gelmişler, ekonomik, sosyal ve siyasal sıkıntıların had safhaya geldiği günlerinin zorluklarını konuşuyorlardı. Bir ara Sevri der ki: – Ortalık iyice bozuldu, Emevi–Abbasi çekişmesi bizi de içine alacak neredeyse. Taraflar bizi de alet edecekler kendi zulümlerine. Hayat çekilmez oldu, ölümü dahi ister hale geleceğiz bu gidişle! Yusuf bin Esbat, ‘ölümü dahi ister hale geleceğiz bu gidişle’ sözüne itiraz ederek der ki: – Ben böyle bir temennide bulunmuyorum. Ortalık ne kadar bozulursa bozulsun ben bozulmadıktan sonra kimse beni bozamaz. Zorluklara karşı sabreder, İslamî hayatımı ve hizmetlerimi sürdürür, ölümü hiç temenni etmem! Bundan sonra söz sırası Vüheyb’e gelir. Sevri ona da sorar: – Sen nasıl düşünüyorsun ey Vüheyb, gitmeyi mi, kalmayı mı? Şöyle cevap verir Vüheyb: – Doğrusu ben ne gitmeyi düşünüyorum ne de kalmayı. Ölmem hayırlı ise Rabb’im ölümü takdir eylesin, kalmam hayırlı ise kalmamı takdir buyursun. Ben bunu bilir, bunu söylerim. O’nun takdirine sadece teslim olurum! Bu cevabı çok beğenen Sevri, ayağa kalkar, gelip Vüheyb’e: – Uzat elini de öpeyim, sen ruhanilerin cevabını vermiş oldun. Gerçekten de hangisi hayırlı ise Rabb’imiz onu takdir eylesin, dedikten sonra, günümüze de mesaj dolu şu ibretli olayı anlatır. Servi der ki: – İki kardeş vardı. Biri savaş meydanında şehit olmuş, öteki de bir sene daha yaşadıktan sonra evinde vefat etmişti. Komşularından biri çok sevdiği bu iki kardeşi rüyasında cennetin kapısında beklerken gördü. Bu bekleme sırasında cennetten bir melek çıktı, kapıda bekleyen iki kardeşten evinde öleni cennete aldı. Daha sonra da şehit olanı çağırdı cennete. Şehidin cennete sonra çağrılışına şaşıran adam, ‘olamaz’ dedi, önce şehit olanı çağırmak gerekirdi, sonra evinde ölene sıra gelmeliydi. Bu rüya Rahmanî değil şeytanî olsa gerektir, diyerek doğruca Efendimiz (sas)’e gelip rüyasını aynen anlattı. Efendimiz ise, ‘Bunda şaşılacak bir şey yok’ diyerek rüyaya şu yorumu yaptı: – Cennete önce alınan adam, bir sene fazla yaşamadı mı? Yaşadığı bu bir sene içinde önce ölenden fazla namaz kılmadı mı, tüm ibadetlerini yapmadı mı, hayır hasenadını sürdürmedi mi? İslamî hizmetlerini devam ettirmedi mi?.. İşte bir sene daha fazla yaşayan adamı önce cennete aldıran şey, yapmış olduğu bu fazla ibadetleri, iyilik ve hizmetleridir. Şehit yine şehittir. Makamından düşmez. Ama çok yaşayan, çok ibadet ve hizmet eder, çok ibadet ve hizmet de cennete önce çağrılma sebebi olabilir. Çok ibadetle azı arasındaki farkı küçük görmeyin. Yerle gök arasındaki kadar fark var fazla ibadet arasında.” Demek oluyor ki; devir değişti, ortalık fitne fücur doldu, hayat çekilmez hale geldi, sıkıntılarımız fazlalaştı, ölmek yaşamaktan hayırlı hale geldi, şeklinde bir temenniye yönelmek doğru değildir. Ortalık nasıl olursa olsun, hayat ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın yaşayıp da fazla ibadet ve hizmet eden kazanır, ölümle ibadetlerine son veren değil! Soru sahiplerine son cümlem şudur: – Özetini arz ettiğim bu misallerden anlaşılan odur ki; maruz kalınan zorluklardan dolayı hayata küsmek yanlıştır; sıkıntılara sabretme sevabı alarak kazançlı! yaşamak hayırlıdır. AHMED ŞAHİN Zaman