Arşivler

Ekim 2007 ayı için tüm yazılar

ŞEHİDİMİZ VAR!!!

Ekim 30, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

92328706vv9wb4.jpg

Sevgili ziyaretçiler.

28 Ekim 2007 Pazar günü bir hemşerimizi ve tanıdığımızı bu vatan uğruna şehit verdik.

Ona Allah cc. dan rahmet ailesine , yakınlarına ve tüm hemşerilerimize saboır ve başsağlığı diliyorum.

Bu gün naaşı toprağa verildi.

Hakkını helal et şehidim bizlere ,hakkını helal et..

Sizler sayesinde bizler rahat uyuyabiliyoruz.

Sen de rahat uyu şehidim sen de rahat uyu…

Bu iman dolu kenetlenmiş millet hiçbirinizin ksnını yerde koymayacak inşaAllah.

Rabbim bizler için ,vatan için canını hiçe sayıp orda nöbet bekleyen , teröristlerle çatışan Mehmetçiği sen muhafaza eyle .

AMİİİN…

LETAİFLER VE ZİKİR

Ekim 24, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

a18.jpg

Letaifler ve Zikir

Latifelerin Açıklanması ve Zikri

Bilindiği gibi insan gerçek yapısı on latifeden oluşmuştur. Bunu beşi emirler ( melekut) aleminden, diğer beş tanesi de madde ( mülk) alemindendir.
Emir alemi arşın üstündedir; görüntü ve madde olmaksızın Allahu Teala?nın ( c.c) emriyle yaratılmıştır.
Alem-i mülk, alem-i halk denen madde alemi ise arşın altında hava küresine kadar olup beş duyu ile anlaşılabilir.
Emirler aleminden olan beş latifeden biri insani kalb?dir. Madde aleminde yer, insanın sol memesinin dört parmak altındadır. İkincisi insani ruh olup sağ memenin dört parmak altındadır. Üçüncü sır?dır ve sol memenin iki parmak üstündedir. Dördüncüsü hafa ismini alır, sağ memenin iki parmak üstündedir. Beşincisi boyun çukurunun iki parmak altında bulunan ahfa?dır. Bu latifeler İmam-ı Rabbani (k.s) Hazretlerinin buyurduğu gibi nurdan yaratılmıştır. Bunların varlığını keşif sahipleri de söylemektedir. Çünkü bu latifeler esas yerlerine döndükten sonra yerleri boş olarak görülmektedir.
Gerçekten Allah-u Teala (c.c) bu latifelere kendi Rabbani kemalatından kemaliyet ( olgunluk) ve yetenek vermiştir. Bunlar emir aleminden madde alemine taşındıktan sonra, insan bedenine konulurken, nefis onların nurlarını karartmış, kemalat ve yeteneğini de eksiltmiştir. Allah-u Teala?nın ( c.c) latiflere verdiği kemalat şu şekildedir.
Kalb için zati tecelli ve huzuru yaratmıştır.
Ruh için zati sevgi ve cezbeyi yaratmıştır.
Sır için zati vahdeti ( Cenab-ı Hakk?ı (c.c) bir bilmek) yaratmıştır.
Hafa için istiğrak?ı ahfa için izmihlal?i yaratmıştır.
İstiğrak : Duygularla ve düşünceyle anlaşabilen tüm varlıkları, dağılmaksızın Allah-u Teala?nın ( c.c) Zati tecellisine batmış olarak; O?nun yüce zatını ise bütün yaratılanı kuşatmış olarak görmek ve anlamaktır. Suya dalmış kişinin su, suyunda o kişi olmadığı gibi, suya dalan kişi dalışının derinliğinde görülmez. İstiğrak halinde kul kuldur, Rabb de Rabb?dır. Yani istiğrak halinde Allah-u Teala ( c.c) ger.ekten değil de, belirme ve ululuk yönünden tüm varlıkları kuşatmış olarak algılanır.
İzmihlal ( Kaybolma, dağılma) : Tüm eşyayı Allah-u Teala?nın ( c.c) ilahi varlığında dağılmış ve yok olmuş olarak görmektir. Bu suyun sütün içinde kaybolduğu gibidir. Fakat bu da gerçek birleşme değildir. Zira yaratılanla yüce yaratıcısının birleşmesine inanmak açıkça küfürdür. Allah-u Teala?nın (c.c) varlığı kuvvetlidir, hükümrandır, mutlaktır ve yaratılanların varlığı esastır.
Yaratılanlar ise O yüce varlığın gölgesidir, zayıf ve sonradan olmadır. Biz özellikle kalbin O?na ileri derecede bağlı olması nedeniyle bu tanımlamayı kullanıyoruz, yoksa birleşme söz konusu değildir.
Latifeler insan bedeniyle birleşince, nefs emirler aleminden olan beş latifeyi karartmış nurlarını söndürmüş ve feyz alma kapısını kapatmıştır.
Bu kötü olay şunlara neden olmuştur :
Kalbin zati sevgisi ve huzuru dünya sevgisine, huzuruna ve olaylara bağlı kalmaya dönüştü.
Ruhun zati sevgisi dünya sevgisi ve nefsin hırslarına dönüştü.
Sırrın vahdeti ( birlik duygusu) nefsin kendini tek varlık olarak görmesine dönüştü.
Hafa?nın istiğrakı dünyanın hazlarına dalmaya dönüştü.
Ahfa?nın izmihlali ise dünya hırsına dalmaya ve dünya uğruna kendini yok etme durumuna dönüştü.
Bunların sonucunda nefis kendi isteklerinden başka tüm kemalatları unutulmuş ve umursamaz olmuş; sadece kendini görür hale gelmiştir.
Madde aleminde olan beş latifenin temel özelliği eksiklik; karanlık ve kusurdur. Dört unsur (elaman) toprak, su, ateş ve hava ile nefsi emareden oluşan bu beş latifenin özellikleri şunlardır
: Toprak elemanlarının eksik yanı ibadetlere ilgisizlik, emirlere uymamak, yasakları yapmaktır.
Su elemanının eksik yanı nifak ( iki yüzlülük) tır. Bu suyun bulunduğu kabın rengi ve şeklini alması gibidir. İyi kişiler yanında iyi, kötü kişiler yanında kötü olur.
Ateş elemanın eksik yanı nefsi sevmek ve onun uğruna kızmaktır. Bundan da çekememezlik, hırs ve şehvet ateşi doğar.
Hava elemanının eksikliği kibirdir. Bu da tüm yaratıklardan kendini üstün görerek Hakk?a sırtını dönmektir.
Nefsi emmarenin eksiği ise Allah (c.c) korusun- ilahlık iddiasıdır. ( Nefsin Tanrı olduğunu ileri sürmesidir.)
İşte kalbin tüm hastalıklarının nedeni bu eksikliklerdir.
Cenab-ı Hakk ( c.c) bir kulunu doğru yola getirmeye dilerse kerem ve iyiliğinden cezbe verir ya da razı olduğu işler yaptırır; bundan da yine cezbe doğar. Cezbeden başka, kulunu nefis kemalata ermiş ve başkalarını kemale erdirebilen bir mürşidi kamille karşılaştırır; bu zatta onu olgunlaştırarak gerçeğe erdirir. Bu mürşidi kamil latifelerin üzerindeki kötü etkisi kaybolur. Latifeler asıl makamlarına dönmeyi isterler ve sonuçta ilk kemallerine kavuşurlar. Bu kavuşma yüce bir yolculukla olur: Yeryüzünden kalbin makamı olan arş?ın dış yüzüne kadar dokuz bin yıldır. Kalbin makamından emir alemindeki ruhun makamına kadar dokuz bin yıllık uzaklık vardır. Böylece her makam arası dokuz bin yıl olduğuna göre yeryüzü ile ahfa latifesinin makamı arası kırk beş bin yıllık uzaklıktadır.
Ahfa latifesini makamı emir ( melekut) aleminin sonudur. Daha sonra latifeler emirler aleminden Allah ( c.c) sıfatlarına doğru yükselme başlar. Çünkü sıfatlar alemi emirler aleminin aslının aslıdır. Sonra sıfatlar aleminde isimler alemine sonra şuun ( olaylar) alemine, oradan da ilahi zat?a yükselirler. Ancak sıfata kadar makamla ondan sonrasına da hal ile yükselme gerçekleşir. Makamla yükselme süreklidir ve kişiliğe mal olmuştur; sabit ve değişmeyerek devam eder. Hal ise bunun tersinedir, gelip geçici bir durumdur, kişilik yapısına mal olmuştur.
Latifeler makam ve kemallerine (asıl yerlerine ) vardıkları zaman kalbin kemali olan tam huzur; ruhun kemali olan tam cezbe; sırrın kemali olan tam birlik ( vahdet); hafa?nın kemali olan tam yokluk ( benlikten arınma) ve ahfa?nın kemali olan tam izmihlal ( ilahi varlıkta kaybolma) kendiliğinden gerçekleşir. Bazen bu latifeler asıl yerlerine vardıkları halde mürit bunu bilmez ve yorgunluğunu anlamaz. Fakat bu varışın belirtileri vardır ve bunlar Nakşibendi kitaplarında etraflıca açıklanmıştır.
Bazen latifelerin bir kısmı ilerler, diğer kısmı ilerlemez.Yalnızca tam cezbe veya cezbe olmaksızın tam huzur olabilir. Buna seyr-i fillah ( Allah?ta (c.c) ilerleme), seyr-i ulvi ( yüce ilerleme ), seyr-i cezbe ( cezbe de ilerleme) ve seyr-i afaki ( ufuklarda ilerleme) denilir. Bu durumda birçok kez mürid sahiv ( ayıklık) için mahiv ( yok olma) olur. Hatta kendisine görülenlerin ve hallerinin artışından dolayı kalbini ileri derecede gayesine bağlayan mürit dünya ve ahiretle ilgili işlerini unutur. Bu durumda nefy ve isbat zikrinin zamanı gelmiş demektir. 

ALINTIDIR… haznevi.net

ŞEVVAL AYI VE ORUCU

Ekim 16, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

75aqg6.jpg

ŞEVVAL AYI VE ORUCU

Şevval Ayı

Ramazan-ı Şerif’ten sonraki şevval ayında oruç tutmak öteden beri sevimli bir adet olarak gelmiştir.

Bir ay boyunca oruca alışmış olan insanlar, şevval ayında da altı gün oruç tutmaya büyük bir ilgi göstermiş, hatta teravih gibi sıcak bir ilgiyle şevval ayı orucunu sürdüre gelmişlerdir… Elbette bu sıcak ilgi sebepsiz değildir. Nitekim Efendimiz (S.A.V.) Hazretleri, şevval ayı orucunun bir sene oruç tutmuş gibi sevaba vesile olacağını duyurmuş, bu yüzden de bir ay Ramazan orucu tutanlar, şevvalde altı gün oruç tutmakla bütün seneyi oruçlu geçirmiş olma sevabını kaçırmak istememişlerdir. Bu konudaki hadisi ve yorumunu şöyle ifade edebiliriz:

“Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!.”

Demek ki, bir aylık Ramazan orucundan sonra şevvâlde de altı gün oruç tutarak orucunu otuz altıya çıkaran kimse, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevap almaktadır.

Âlimlerimiz, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi sevap almanın izahını şöyle yapmaktalar:

Ramazan boyunca oruç tutan insan her orucuna on sevap almışsa yekûnu üç yüz eder. Şevvâl ayında tuttuğu altı orucuna da onardan altmış sevap alınca, eder üç yüz altmış. Yani bir sene.. Dolayısıyla hadîsin işaret ettiği sırra nâil olur. Bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi mânevî kazanç elde edebilir..

Aslında bu gibi mânevî konularda esas olan, o işi ihlasla yapmak, büyük bir gönül arzusu ile talip olmak mühimdir. Bâzen öyle oruçlar olur ki, tutanın gönlünde beslediği derin ve sâfî ihlas yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile oruç sevabını alabilir.. İhlas ile kim ne isterse Rabbimiz onu verebilir. Bu bir niyet ve yorum meselesidir.

Tıpkı yolun kenarına uzaklardan bir taşı yuvarlayarak güç bela getirip yerleştiren adamla, bu taşı oradan aynı güçlükle uzaklaştıran bir başka adamın niyeti ve yorumu gibi.

Biri düşünmüş ki:

– Bu çölün ortasında yaşlı bir adam yolda giderken bineğine binmek istese, üzerine çıkıp da hayvana binebileceği yüksek bir yer yoktur. Öyle ise şu taşı yuvarlayıp yolun kenarına getireyim de, yolda gitmekte olan yaşlı ve çocuklar hayvanlarına binmek istediklerinde taşın üstüne çıkıp bineklerinin üzerine kolayca atlasınlar, sevabı da bana olsun. Adamın bu hâlis niyetine bakan Rabbimiz ondan razı olmuş, istediği sevabı ihsan eylemiş.

Böyle güzel niyetle getirilen taşı oradan öfke ile yuvarlayıp uzaklaştıran adam ise şöyle düşünmüş:

– Bu taşı buraya getiren kimse ne kadar da yanlış bir iş yapmış. Hiç düşünmemiş ki, gözleri görmeyenler, karanlıkta fark edemeyenler taşa takılıp yere düşerler. Şu taşı buradan uzaklaştırayım da kimse takılıp yere düşmesin, sevabı da bana olsun. ..

İşte bu adam da taşı buradan uzaklaştırdığından dolayı Allah rızasını kazanmış, ümit ettiği sevaba nail olmuş.. Her ikisinde de niyet hâlis, yorum makul…

Biz de sâfi bir niyetle altı gün orucumuzu tutarsak, belki Rabbimiz bu niyetimize, bu bağlılığımıza bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevaplar ihsan edebilir, hatâlarımızı affedebilir.. Rabbimizin hudutsuz rahmetine kimse sınır çizemez. Kimse kendi cimriliğini O’na da şâmil kılamaz.

Bu orucun arka arkaya olması şart değildir. Şevvâl ayı içinde olması yeterlidir.

Bir de Ramazan içinde tutulamayan oruçlar varsa, önce o borç olanı tutmak da makul ve meşru olur. Bir an önce borçtan kurtulmayı düşünmek elbette çok yerindedir. Ancak borcu sonra da tutabilirim diye de düşünebilir.. Bu bir tercih meselesidir. Her ikisi de caizdir.

Bir diğer husus da, şevval ayında iki bayram arası nikah yapılmaz iddiası vardır ki, artık bu batıl iddia etkisini kaybetmektedir. Çünkü Aişe validemizin nikahı şevvalde olmuş, yani iki bayram arasında yapılmış, ne uğursuzluk, ne de bir başka dinî yasak söz konusu olmuştur. Bu yanlış yorum şuradan da beslenmiş olabilir. Şayet bayram cuma gününe rastlarsa, bayram namazı ile cuma namazı arası iki bayram namazı arasıdır. Böylesine dar bir vakte nikahı sıkıştırmayın, iki bayram namazının dışında yapın nikahınızı, tavsiyesini, Ramazan ve Kurban Bayramı arası gibi geniş zamana yayanlar, böyle bir yanlış anlamaya sebep olmuşlardır, diye de düşünülebilir.

Bir Menkîbe- ŞEVVAL ORUCU HAKKINDA

Süfyanı Sevri anlatıyor:

– Ben Mekke-i Mükerreme’de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:

-Ben öldüğüm vakitte kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece beni terk etmeyip kabrimde gecele. Mükireyn suali anında bana Tevhid’i telkin et!, dedi.

Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana emrettiğinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken :

-Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.

O zaman:

-Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum

Bana cevap olarak:

– Ramazan-ı Şerifin orucunu tutup Şevval’den altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.

O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu Rahmanîdir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve “Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve Şevval’den altı gün orucuna muvaffak kıl” diye dua ettim. Allahü Teala Hazretleri beni de muvaffak kıldı.

Kaynak- islam çok güzel

MESNEVİ SOHBETLERİ MP3 ARŞİVİ

Ekim 16, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

askinvertn8.jpg

Burç Fm’de Ömer Tuğrul İnançer ve Mehmet Fatih Çıtlak’ın beraber yaptığı Mesnevi sohbetlerinin arşividir.
Derslerin üzerine tıklayarak isterseniz dinleyebilir isterseniz daha sonra dinlemek üzere bilgisayarınıza kaydedebilirsiniz.
Korsan mp3 değiller, Burç Fm’in sitesinden buraya aktardım. Gönül rahatlığı ile kaydedebilirsiniz.

Bu yazı bilvanis.netten hezarın emeğidir.

Rabbim ondan razı olsun.

1. Ders

2. Ders

3. Ders

4. Ders

5. Ders

6. Ders

7. Ders

8. Ders

9. Ders

10. Ders

11. Ders

12. Ders

Kadir gecesi duası ve ALLAH cc. ın Afuv,Tevvab,Gafur esması hakkında

Ekim 10, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

13mu0.jpg

Müminlerin annesi Hz.Aişe radıyallahu anha şöyle diyor :

“Ya Resullullah, Kadir Gecesi’ni bilirsem onda ne şekilde dua edeyim?”

Şöyle buyurdu:

“Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle.”

(Ahmed, İbn-i Mace ve Tirmizî)

Duanın okunuşu:

Allahumme inneke ‘afuvvun kerîmun tuhibbul ‘afve fa’fu annii.

Bu çok önemli, şu son günlerde bu duaya devam edelim inşaAllah kardeşler..

Buradaki Afuv isminin Gafur isminden ayrılan bir özelliği var:

Han duada diyor ya ” İnneke Afuvvun Tuhibbul afve”

Afuv isminin özelliği, tamamen siliyor herşeyi..

Yani en büyük günahları bile işlesen, çok günahkar da olsan eğer Kadir gecesine rastlarsan Afuv olan O, herşeyi siliyor ve ötede sana vereceği yeni hafızayla sana bile unutturuyor işlediğin günahı,

solda günahları yazan meleklere de unutturuyor,

bembeyaz bir sayfa sanki yeni doğdun!

İşte öyle oluyor..

Ama diğer isimler farklı mesela Ğafur, bunda unutturma yok, sadece hesaba çekilmiyor kişi..

Şöyle bir örnekle izah edebiliriz;

Mesela kişinin hatalarını gösteren bir sayfa var; yaptığı bütün hatalar, günahlar yazılı orada, dopdolu, ama altına not düşülmüş;

Bu hatalardan kişi sorumlu değildir!

İşte Ğafur böyle; mağfire var ama sayfa mevcut..

Ama Afuv; o dopdolu sayfa yırtılıp atılmış ya da tamamen silinmiş ve herkese unutturulmuş..Kişi tertemiz, annesinden doğduğu gibi..

SubhanAllah! Ne büyük bir lutuftur bu..

Devam edelim inşaAllah bu duaya, olur ki rastlarız Kadir Gecesine..

Afuv isminin Tevvab ismiyle alakasına ve Afuv’vun, Kadir Gecesi ile alakasına bakarsak;

Afuv ismi, alır Tevvab’a götürür insanı..

Nasıl?

Kişi günah işler, tevbe eder..Sonra yine işler yine tevbe eder…

Bu böyle devam eder, belki 10 kez aynı işlem tekrarlanır..

Sonra kişi artık utanır Rabbinden ve O’na gidemez olur, tevbeyi bırakır..

Aynı günahı işlemeye devam eder..

”Yüzüm kara, gönlüm kara” der, kendine güvenini kaybetmiştir..

Ve.. Kişiyle Rabbi arasında bir haciz, set, bir duvar oluşur bu merhalede..

Kişi “ nasıl olsa battım ben, Rabbimin karşısına da çıkmaya yüzüm yok” der ve günah işlemeye devam eder..Duvar gittikçe kalınlaşır, kalınlaşır..

Kişi Rabbinden uzaklaştıkça uzaklaşır..

İşte Rabbimiz bunu istemiyor..Özel bir gece vermiş bize ve diyor ki :

“Bu gece Afuv gecesi..Kişi ne işlediyse; hatta zina, hatta kumar, hatta..hatta.. hatta hepsini siliyorum! Sanki hiç işlememiş tüm bunları , sanki yeni doğmuş annesinden tertemiz…”

İşte Afuv’vun, Kadir Gecesi ile alakası da bu..

O yüzden Efendimiz aleyhisselam, özellikle Kadir gecesi bu duanın okunmasını istiyor..

Senelik temizlik..

Çünkü O, dünyayı ıslah için yaratılan insanın sürekli yenilenmesini istiyor..

Çünkü günah içinde, Rabbinden umudunu kesmiş insan üretici olamaz, ne kendine ne başkasına faydalı olamaz! Kaybolur gider..

Afuv’ la siliyor ve Tevvab’a çağırıyor insanı..

Yeni bir umut, aradaki hacizin kalkması..

Kapıların açılması..

Yeni bir insan olarak hayatı yeniden kucaklamak..

 

Kadrini bilenlerden eylesin Rabbim cümlemizi..

muhabbetle

monaroza

AFFEDİLENLERDEN OLMAMAK MÜMKÜN DEĞİL

Ekim 9, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

10ur3fe5lu1.jpg

Affedilenlerden olmamak mümkün değil, sadece yapılması gereken:

Tüm fazlalıkları soyunup;

Boyun eğmek…

İkrarı yeniden yudumlamak…

Sen Rabsin, ben kul…

Ben azdım, Sen bağışla…

Ben arsızım, Sen idareci…

Ben şımarığım, Sen sabırlı…

Beni ne olur affet Allah’ım

Diyebilmek…

Silkelenin… Açın ellerinizi semaya ve eğin boynunuzu göğsünüze kadar…

Kul olmanın hafifliği ile, ve Allah’ın sınırsız kuşatıcılığına teslim olarak;

Acziyet ve zilletinizi sadece Rabbinize karşı ortaya koyun…

O tövbeleri kabul edendir.

Milletin ne dediğine bakmayın.

Sahip O’dur, Diğer her deyicinin Rabbi olan da odur.

Affedecek O, bağışlayacak O’dur.

Sadece onun cenneti ve cehennemi var…

Ve hükmün yegâne sahibi O’dur.

“Seni affetmez” diyenlere – en başta bunu diyen kendinize- rest çekin,

Rabbinize yönelin.

Allah, affedici…
nasıl ama?

yahudi kan döker, günahına kefaret için.

isevinin katolik olanı papaza affettirir,

protestanı cemaate hatasını anlatır, anlatmasıyla affedilir.

müslüman ise hatasını söylemez. hatasını içinden çıkılmaz da düşünmez.

Allah’a yönelir, kimseyle paylaşmaz hatasını ve boyun eğer ve Allah da onu affeder.

Allah af dileyeni affedeceğini vaad etti.

Allah’ın affettiğini affetmeyen kul ise çoktur.

her biri birer tanrı heveslisidir. canları armut istemiş kestaneler…

hiç anne üzerine işeyen evladını duvara fırlatır mı?

oysa Allah’ın şefkatinin yanında annenin şefkati de neymiş!

yeter ki bebeğin anneye teslimiyetinden ders çıkaralım…

bebek için:

vursa da, ana anadır; kızsa da ana anadır…

canını yakan o dahi olsa, sığınak kucağıdır.

yaslayıp başını ana kucağına ve

zırıldamaya başlarsa bir, bak o vuran ana, kızan ana, nasıl da ‘yavrum’ diye kucaklayıveriyor bebeği.

şimdi bilmişizdir Allah’a sığınışın keyfiyetini…

Hak-dilaram

BİR GECE OLSUN UYUMA

Ekim 9, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

3bq1rt3ta2.png

Senin canın hakkı için hayırlı işler yapmaktan vazgeçme,

bir gece olsun uyuma! Gaflete dalma!Bir geceyi ömründen azalmış bil, eksik say,
uyanık kal, uyuma!

Kendi heva ve hevesine uydun, rahatını
düşündün, binlerce gece uyudun.

Ne olur bir gececik de sevgilinin hatırı
için uyuma!

Eşi benzeri olmayan, geceleri hiç uyumayan o
lütuf sahibi, o güzeller güzeli sevgiliye uy!

Gönlünü ona ver! Onu kendi gönlünde bul da, sen de
uyanık kal, bir gece olsun uyuma!

Sabaha kadar uyanık kaldığın;

“Ya Rabbî, ya Rabbî!” diye feryat ettiğin o
hastalık gecelerini hatırla, o gecelerden
kork da bir gece olsun uyuma!
Cenab-ı Hakk; “Dostlar, geceleri uyumazlar.” diye
buyurdu.

Bu âyeti duyup, hatanı anlayarak seni yaratandan
biraz utandınsa artık uyuma!

İşitmişsindir. Allah dostları
isteklerine, muratlarına geceleyin
kavuşurlar, dostlarının
muratlarını veren padişahlar
padişahının aşkına, sen de bu
gece uyuma!

Gece gelince gayb aleminin güneşi doğar.

Ey ay yüzlü sevgili! Bir gece olsun uyumazsan, gönlünü
tamamıyla candan O’ na verirsen, sana ölümsüzlük
hazinesi görünür.

Akşam olup da dünyayı aydınlatan
güneş battıktan sonra gece gelince, gayb
nurunun güneşi doğar da gönülleri
aydınlatır, gözleri nurlandırır.
Bedenleri manen ısıtır.

Sevgili bu gece kendini zorla da, uyumak için
yastığa başını koyma!

Ne olur bir gece yatma da Cenâb-ı Hakk’ın
lütuflarını, ihsanlarını gör!

Bütün manevî güzelliklerin, ihsanların
kendilerini gösterdikleri zaman gece vaktidir.

Uyuyan bu güzellikleri göremez. Aklını
başına al! Sen de bu gece uyuma!

İmran oğlu Müsa Allah’ın nurunu
geceleyin gördü. Geceleyin o ağaca doğru
gitti de “Gel!” sesini duymadı mı? ‘

Hz. Musa geceleyin on yıllık yoldan daha
fazla yol aldı da, baştan başa nurlara
gark olmuş bir ağaç gördü.

Hz. Ahmed (s.a.v.) de Mi’rac’a geceleyin
çıkmadı mı?

Burak o büyük peygamberi geceleyin göklerin ötesine
götürmedi mi?

İnsanlar gündüz rızk peşinde
koşarlar, didinir dururlar. Gece ise sevgili ile
buluşma zamanıdır, aşk
zamanıdır.

Bu yüzdendir ki âşığı kem gözden
korumak ve sevgili ile buluşmasını
gizlemek için, gece, karanlığı ile her
tarafı kaplar, perdeler gerer.

Gece gelince insanlar dinlenmek için yataklarına
girerler, kendilerini uykunun kucağına
bırakırlar, uyurlar.

Fakat aşıklar gece uyumazlar. Cenab-ı
Hakk’la onların işleri vardır. Onlar
manen Hak’la buluşurlar, konuşurlar.

Cenab-ı Hakk Davud (a.s.)’a buyurdu ki: “Ey
Davud! Bizi sevdiğini iddia eden kişi;
Yatağa girip bütün gece uyursa, onun sevgi
iddiası sahtedir yalandır.”

Âşık olan gece uyur mu ? Buna imkan var
mı? Hem âşık olmak, hem de uyumak hiç
görülmemiştir.

Çünkü âşık içinin
yanışını, derdini söylemek için
sevgili ile yapayalnız kalmayı ister.

Bütün geceler de; Cenab-ı Hakk’dan şöyle
hitaplar, sesler gelip durmada. “Ey kulum! Herkes
uykuya daldı, kalk! Seninle manen
buluşalım. Bu fırsatı
kaçırma! Bu fırsat her zaman ele geçmez.

Öldüğün zaman bu can bedenden
ayrılınca, bu gecelere çok hasret çekersin,
özlem duyarsın.” O nedenle bir gece olsun uyuma

yürek yangınları

 

KADİR GECEMİZ MÜBAREK OLSUN.

Ekim 7, 2007 Tarihinde usluu Tarafından yayımlandı

kand_c4_b0l.jpg

Sevgili menzil yolları ziyaretçileri,

Kadir gecemiz mübarek olsun hayırlara vesile olsun inşaallah.

Bu gece inşaallah kadir gecesidir yani bu ongece içerisinde olması büyük bir ihtimaldir.

Bizleri de dualarınızda unutmamanız temennisiyle..

774699031_small.jpg